Gönül Soyoğul
Vücudun 3/1 suysa, geri kalanı depresyon…
31 Mayıs 2016 Salı

Nejat İşler, ne güzel anlatmıştı bir röportajında hâlet-i ruhiyesini:

“Çok sık kaçıyorum buradan ama çok sık da geri dönüyorum. Bir dengeyi korumaya çalışıyorum, diyelim. Çok fazla meşgul etmiyorum kendimi, boş işlerle oyalanmıyorum. İçten gelen bir tepkisellik benimki, net bir şey. Hakikaten, fiziksel olarak midem bulanıyor. Öyle hissedince kaçıyorum. Birkaç rahatsızlığım var, strese dayalı. Kaçtığım zaman iyileşiyorum, geri dönersem nüksediyor hastalıklarım. Alarm zillerini duyunca, ‘Tamam’ diyorum. ‘Vakit geldi, kaçalım’… Ama tamamen de bırakamıyorum kendimi, gevşeyemiyorum. Bir yanım seviyor strese bağlı yaşamayı.”

Yazmamak, eskisinden çok daha az yazmak da böyle bir şey benim için. Kaçış… İçten gelen bir tepkisellik, hakikaten memlekette olup bitenlerin fiziken de midemi bulandırması. Ve sözcüklerimin bu bulantıyı anlatmaya yetmemesi. Ağlaşmaktan hiç haz etmeyen bünyemin bu topyekûn çözümsüzlüğe isyan etmesi… Sadece ‘durum’u ortaya koyan hissiyatın, bazen bana da ağır gelmesi…

Hisler fazla gelince, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi yapmak, yazmamak…

Böyle durumlarda izlenecek en iyi yol sakinleşmeyi beklemek. Sevgili İşler’in dediği gibi, ‘Hayat güzel. Dostlarım, sevdiğim insanlar var. İyiyim yani. İyiyiz…”

Kişinin kendi fikirlerini edinebilmesi ve ilkelerini oluşturması konusunda Sokrates’e, mutluluk konusunda Epiküros’a, beklentilerle baş etme konusunda Seneca’ya, acıların bizi nasıl geliştireceği konusunda Nietzsche’ye ve özgürlük ve sorumluluk konularında da Sartre’a başvurmaya… Ruhtaki ‘virüs’e deva olacak ‘antibiyotiği’ aramaya devam…

“Vücudun 3/1 suysa, geri kalanı depresyon” sözüne gülmeye de…

 

* * *

Muhteşem Oz Büyücüsü kitaplarından birinde bir masalda, bir prensesin sayısız “kafası” vardı, hepsi de yatak odasındaki bir dolapta duruyordu. Her ruh hali için ayrı bir kafa seçebiliyordu prenses, mesela mutsuz, üzgün veya öfkeli uyandığı o berbat sabahlarda kendine yeni bir kafa seçebiliyordu. ‘Başka biri’ olarak geçirdiği günün sonunda da mutsuzluktan, kederden veya öfkeden iz taşımayan şahane bir uykuya teslim oluyordu. Masalın mesajı açıktı; şu hayatta huzur isteyenin kafayı değiştirmesi gerekti…

Huzur için kafayı değiştirmek gerektiği belli de asıl soru nasıl yapılacak? Adorno’nun meşhur “Evrensel tarih vahşilikten insancıllığa doğru gelişmez, sadece sapandan megaton bombaya doğru ilerleyen bir tarih vardır” saptamasının bu kadar görünür olduğu bir dünyada, bir ülkede… Atatürk’ün yılgınlığa düşmememiz için söylediği “küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurabilir” sözünü ‘itfaiye’ kapısına asmış/asabilmiş kafalar arasında…

Karakter değiştirmeden, kafa nasıl değiştirilecek?

*

Karakter demişken…

“Dünyada kullanılan sisal bitkisinin (kenevire benzer, büyük yapraklı, bol elyaflı, dokumada kullanılan bir bitki) büyük kısmı Yukatan’da (Meksika Körfezi ile Antil Adaları arasında) üretilirmiş. Bu bitki taşlı, sert ve faydalı organik maddesi az toprakta yetişirmiş.

Bir Amerikan şirketi, Florida’da sisal üretmeye karar vermiş. Ve iyi bakılmış, mükemmel açılmış bir araziye tohum atılmış.

Vakti gelmiş, bitki büyümüş. Amerikalılar sevinmiş:

“Yaşasın! Sisal ticaretini Yukatanlıların elinden aldık!”

Mahsulü biçmişler. Ve yaprakların içinde bulunması gereken elyafı aramaya başlamışlar. Fakat o büyük yapraklarda ‘bir gram’ bile ‘elyaf’ bulunmadığını büyük bir hayretle görmüşler.

İşte o zaman mesele anlaşılmış: “Hayatının kolaylaştırılması, bu bitkiyi mahvediyor…”

Yazar Prof. Dr. Herbest N. Gasson, bu gerçek öyküye şu satırları eklemiş:

“Sisal’ı değerli kılan nasıl ‘elyaf’ ise, insanı değerli kılan da ‘karakteri’dir. Hayat yolunda çıkan zorluklar, bizi güçlendiren, olgunlaştıran ve yetiştiren fırsatlardır…”

Bu kadar çok zorluğu, bu kadar çok fırsatı(!), hayatımın hiçbir döneminde bulmamıştım herhalde! Öğrenmenin yaşı yok, güçlenmenin ve olgunlaşmanın da demek ki…

* * *

Genç bir kadın. 17 yaşından beri hayatını adeta felsefeye adamış. Şimdi hem bu konuda doktorasını yapıyor hem de Koç Üniversitesi’nin felsefe bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Bir süredir de Alain de Botton’un The School of Life’ının İstanbul şubesi olan TSOL İstanbul’da, “Hayata Felsefe ile Bakmak” ve “Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz” konulu iki ders veren Elis Şimşon, bir röportajda, mutlulukla ilgili bir soruyu şöyle cevaplıyor:

“Mutluluk artık haz biriktirmekle ilgili gibi, o hazlar ise önceden belirlenmiş durumda. Belirli nesnelere sahip olmak, belirli imajlara uymak, tüketmek… Mutluluk sanki belirli bir hayat tarzının tekelinde ve herkes bu tanım doğrultusunda mutlu olmak zorundaymış gibi bir algı var. Oysa örneğin antik Yunan’daki tanımı bambaşka. Orada mutluluk bir tavır, insanın tüm hayatı boyunca pratik edeceği bir varolma biçimi. Bunun erdemli olmakla da ilişkisi var. İyi insan olmak ve mutluluk arasındaki bağ…”

Öyle mi gerçekten? Sonsuz mutluluk yalan, anlık mutluluklar var ancak. Onu da çoktan beri ‘kötüler’, ‘paradan gözü dönmüşler’ ve ‘banane’ciler kapmadı mı? İçimizi ekşiten/acılaştıran, mutsuzluk ateşini biteviye harlı tutan da bu değil mi zaten? Bu kadar fena bir dünyada, giderek kendini doğru ifade etmekten, aklı başında olgun bir yurt olmaktan uzaklaşan, nezaketsiz, kötücül sırlarla dolu bir ülkede… Mutluluğu yalnız yaşanacak bir duygu değil ‘ancak paylaşarak ulaşılabilecek’ bir olgu olarak benimseyenlerin mutlu olması/olabilmesi ne kadar mümkün? Erdemli insanların, çığ gibi taraftar toplayan erdemsizlik karşısında kederlenmemesi ya da?

Sophokles’in Kral Oidipus adlı oyunu, “Son gününü görmeden hiç kimse mutluluğa erdim demesin” cümlesiyle biter. Bazılarına teselli olabilir. Benim tesellimse hiçbir zaman ‘yaşadım ve çürüdüm’ demeyecek olmamda. Teselli de mutluluğa dahil değil mi zaten…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
merve 1 Haziran 2016 Çarşamba 13:25

Sn Yazar,çok felsefi yorumlarınızdan özetle "yazmak istediğim konuları eskisi gibi içimden geldiği gibi yazamıyorum" dediğinizi çıkarıyorum.

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Papi Mehmet
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Manisa bir 'olmaz'ı nasıl 'olur' yaptı?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva