Gönül Soyoğul
Siyasetin giyotini, şebekler, Sırrı Süreyya’nın yemini…
6 Mayıs 2016 Cuma

Hissettiklerimi tanımlamaya çalışırken sözümü kesip ‘zihnin duygusal aşure gibi’ demişti bir arkadaş.

Bir tutam öfke, biraz isyan, çokça hayal kırıklığı/endişe/bıkkınlık, keder vs.

Aşure gibi kaşıklamaya gönüllü olacağınız bir toplam, 41 çeşit bakliyat/baharatın bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış damak çatlatan bir lezzet değil bu harman yazık ki . Yürek çatlatan/kafa patlatan ‘evlerden ırak’ bir karışım…

Her gün ‘yok artık, bu kadarı da olmaz’ dedikçe, ‘hayret ve dehşet çıtası’nı yükselten bir iktidar altında… Kavga siyasetinde ‘kendi gölgesini’ dahi ayırmayan ‘tek kişilik bir güç’ ve o güce hayran, sorgusuz sualsiz boyun eğmiş, ötekinin hakkını hukukunu aramak ne kelime, dile getirmekten bile tırsmış kalabalıklar arasında boğulduğunu hissetmemek ne mümkün oysa…

Dostumuz Haluk Tekeli, ‘Siyasetin Giyotini Çalışıyor’ başlığıyla güzel özetlemiş.

“Bütün monolitik yapıların en tepesinde yer alan egemen, ittifak alanı daraldıkça, kaçınılmaz biçimde en yakınlarının başı üzerinden elindeki giyotin bıçağını bırakmak zorunda kalıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, içine girmiş olduğu yolda 17/25 Aralık'tan bu yana pedal çevirmeyi bıraktığı anda düşeceğini bilerek davrandı. Bu yolun gerektirdiği senkronizasyonu yakalayamayan kim varsa, tasfiye etti, yolda önündeki taşları temizleyen kim varsa da yanına aldı. Yaşadığımız zamanın ruhu "elindeki gücü bıraktığın anda bitersin" mottosu değil mi zaten? Bu ister cep telefonu, tabletinizin şarjı olsun, isterse internet paketi veya kontörünüz olsun, "biterse hiç olursun".

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bildiği bu durumu, "hoca" diye hitap ettiği Davutoğlu'nun bilmemesi olası mıdır? Davutoğlu daha ötesinin de farkında olmalı. Varlığını besleyen enerji merkezinin bir süre sonra bu hattını keseceğini de biliyordur mutlaka. Onu, Avrupa Birliği, İsrail ve ABD ile biraz daha yakınlaşmaya yönelten bu bilgi olsa gerek. Yoksa kumarhaneden servis edilen görüntüler, bürokraside Cumhurbaşkanı'nın iradesini ağırlaştırma çabaları, ordu ve istihbarat ile iddia edilen yakınlaşmalar başka neyi gösterir ki?

Davutoğlu'nun yanaştığı/onu destekleyen dış güçler belli ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çevirdiği pedalı ağırlaştırmakta ve hızını kesmektedir. Sonuçta AKP içindeki statüko kırılmış, cin şişeden çıkmıştır. Bunun içinden partinin son kullanma tarihi dolmuş "ağır topları" ile ‘yeni ikbal'e yelken açanların bakacakları tek yön "lider" olacaktır. "Lider"in durumu çok açık ki içler acısı ve bu da ülkenin talihsizliği.

Durum şöyle özetlenebilir. Memleket bulutların üzerindeki bir uçağa benziyor. Hostesler servis yapıyor, yolcular film izliyor, kitap, gazete okuyor. Büyük bir çoğunluk ise uyuyor. Kokpit'te ise uçağı kumanda edecek olanlar ne yöne gideceklerini bilmiyorlar. Otomatik pilotun bağlandığı başkanlık sistemi ise gerçekte bu uçağı yönetenlere kapalı.

Burada temel sorun artık gideceği belli olan ‘eski'yi, gönderecek ‘yeni'nin henüz siyaset sahnesinde yerini almamış olması. HDP'li vekilleri meclis dışına itmek, MHP'ye kongre yaptırmamak, CHP'nin akıllara zarar durumu, uçak yönetiminin tek güvencesi! Mevcut seçeneksizlikle yola çıkanlar her durumda kaybedeceklerdir.

Trajik olan, onlarla birlikte uçaktaki yolcular da kaybediyor…”

*

“Kuşları seviyorum. Çünkü işler kötüye gittiğinde uçup kaçabiliyorlar..” diyordu American Horror Story’de. Yeni nesil bir korku dizisinin (korkarım ki) ortasındayız henüz. Uçak henüz havada, yükseldiklerini zannedenler de var, irtifa kaydedildiğini, böyle giderse eninde sonunda çakılacağını bilenler de var aynı uçağın içinde. Öyle ya da böyle, hiçbir uçağın sonsuza kadar havada kalamayacağını, ya ineceğini ya düşeceğini görenler..

Çok avam, çok acımasız, çok nobran, çok zalim var, insan şaşıyor bu kadar çok, nasıl yetişti bu topraklarda ‘hudayi-nabit’ otları gibi diye.  

Daha 6 ay önce % 50 oy almış, 317 milletvekili çıkarmış genel başkanlarını devirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi teşekkür etmelerine, hoca muhabbeti yapmalarına…

Doğrudan bir şahsın siyasi planları doğrultusunda devirdikleri "hoca" için, "biz şahıslara bağlı bir parti değiliz" demelerine.

Gidişinden "benim tercihim değildi" diye bahseden "hoca" için "nöbet devri" haberleri/manşetleri çakmalarına...

“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” misali, “Binali Yıldırım Başbakan olsun, İzmir makus talihini onunla yener” diye muzaffer komutan edalarıyla beyanatlar saçmalarına… Matah bir şey söylüyormuş gibi “düşük profil başbakan adayı” tahminlerine… Dehşetle bakakalıyor insan.. “Onlar insansa ben neyim o zaman” diye sordurtuyorlar sana elinde olmadan! Bu ortamda, ‘kendilerinden olana bile’ zerre acımayan/üzülmeyen, üstüne bi de tekme atanların ortasında, adına muhalefet bile denemeyeceklerin arasında, bu fırtınada ‘annecimmmm, imdat!’ demek geçiyor aklından. Bir de kuş olup kaçmak…

*

Savaş ilanı yapılmadığı, iktidarın ve destekleyicilerinin ‘barış güvercini’ olduğu günlerde  Nevruz Bildirgesi’ni okuduğu 2013 yılında tüm devlet erkanı, bakan, milletvekillerince alkışlanan/olumlanan… Savaş baltaları kuşanıldıktan sonra okuduğu bildirge için bu kez hakkında ‘müebbet hapis’ istenen HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin görüşmelerin yapıldığı Anayasa Komisyonu'nda müthiş bir konuşma yapmıştı. Tutanaklara yansıyan konuşmasında şöyle diyordu Önder:

 

“Ben cezaevine ilk 16 yaşında girdim, Adıyaman’da bir hak mücadelesinde. Sonra, 18 yaşında, 12 Eylül faşizmine karşı direndiğim için tekrar girdim, on iki yıl ağır hapse mahkûm edildim. Cezaevinde elli günden fazla ölüm orucu direnişi gerçekleştirdim. Anayasal düzeni tağyir, tebdil ve ilgaya tam teşebbüsten ceza aldım. Sonra, çıktıktan sonra, bu memleketin yeni anayasasının yazım komisyonunda yer aldım. Hep birlikte o eski anayasayı mahkûm ettik. Çıktıktan sonra, 12 Eylül faşizmini berhava eden, onları şebek eden 2 tane film yazdım, birinin de yönetmenliğini yaptım, “Beynelmilel”, muhtemelen izlemişsinizdir ya da izleyenler vardır.

Sonra barış süreci başladı. Sayın Bakan da dâhil olmak üzere, bakanlarla, istihbarat örgütüyle, Millî Güvenlik Kurulu temsilcileriyle, PKK’yle, Sayın Öcalan’la, üç buçuk sene süren düzenli görüşmeler yaptık. Devletin, sayın bakanların, başbakanların özel ricalarını, önerilerini, itirazlarını PKK’ye götürdük, onlarla günlerce aynı sığınaklarda kaldım, günlerce tartıştık, değerlendirdik bu ülkeye barışı getirmek için. Şimdi, hepinizin olumlayarak bahsettiği 2013 “Nevroz” Bildirgesi’ni okumuş olduğum için hakkımda müebbet hapis cezası isteniyor. Umurunda olanı Allah şu merdivenlerden aşağıya indirmesin. Bugüne kadar yaptığım, yazdığım, çizdiğim, çektiğim her şey şeref madalyamdır, bir şeref madalyası da siz takacaksınız, hepinize müteşekkir olacağım. Bu şükran borcumu… Bu dönemi de şebek eden bir film çekmezsem bütün emeğim, bütün hünerim bana haram olsun. Kimse kendini orada görmek istemeyecek. Niye? Ben bu Mecliste bir şerefli iş daha yaptım, bana bu da nasip oldu, darbeleri araştırma komisyonunda görev aldım. Bana bizzat işkence yapan albayı sorguladım, çıra gibi titriyordu. Yazdım da, arşivlerde var. Hepsi geldiğinde “Ben yapmadım, fifi yaptı” modundalardı, hepsi. Uzaktan şahit göstermeyeyim; Sayın Bakanla düzenli, Sayın Beşir Atalay, Sayın Efkan Ala, varken Sayın Sadullah Ergin ve bizim İmralı heyeti üyelerimizle Başbakanlıkta -gizli saklı yerlerde değil, burada bir kısım temsilciler sürekli “Şöyle, böyle” diyorlar- bu mahkeme kararlarının, bu çifte standartlı yaklaşımların fütursuzluğu üzerine saatlerce hasbıhal ettik. Şimdi bundan dolayı müebbet isteniyor. Bundan korkan dünyanın en alçak adamıdır. Fakat bu ülkeye toplumsal faturası büyük olacaktır. Biz çocuklarımıza, ben çocuğuma işte böyle bir şeref miras bırakacağım. Size evlatlarınız inşallah “Baba, onun içinde sizin de dahliniz var mıydı?” diye sormaz.”

Geçmişi yok etmekle yetinmeyip gelecek düşünü de yok eden, binlerce bireyle birlikte toplumda/demokratik hayatta ölümcül hasarlara yol açan 12 Eylül darbesi, doğrudan ya da dolaylı, şiddetli veya mizahi 30’un üzerinde filme konu oldu. Sırrı Süreyya Önder’in ‘O… Çocukları’ ve ‘Beynelmilel’ filmleri de bunlardan ikisiydi. 12 Eylül’ü, onun burunlarından kıl aldırmayan, ‘dünyayı biz yarattık/bu ülkeye kazık çaktık’ diyen muktedirlerini ‘şebek’ eden filmler…

Biliyoruz, yaşadık ve gördük ki, 12 Eylül gibi bir zulüm dahi bitti gitti, o zulmü yaratanlar ve yaşatanların pek çoğu toprak oldu.

O 12 Eylül ki… Hatırlayın. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği, 230 bin kişinin yargılandığı, 300 kişinin kuşkulu şekilde öldüğü, 50 kişinin idam edildiği, 171 kişinin işkenceden öldüğünün belgelendiği, milyonlarca kitabın yakıldığı o alacakaranlık dönem… Demokrasiyi sekteye uğratan müdahalelerinin en şiddetlisi, en acısı, bu toplumun karşılaştığı en ağır baskı dönemiydi.

Cuntanın ülkede “huzur ve güven ortamının tesisi içün” meydana getirdiği bu tabloda listeye… 388 bin kişiye pasaport verilmeyişini,.. 14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarılışını, 30 binden fazla kişinin siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçışını… 23 bin 667 derneğin faaliyetinin durdurulduğunu, basına yönelik kısıtlamaları, gazeteciler hakkında açılan davalarda binlerce yıla varan hapis cezalarını, 1402 sayılı yasa ile sakıncalı görülen binlerce kamu görevlisinin ve üniversitelerde görevli öğretim üyelerinin meslekten uzaklaştırılmalarını da ekleyin. Hasılı… Parlamentonun lağvı, siyasal partilerin, sendikaların kapatılması, inanılmaz ağır ve haksız cezaları (Erdal Eren) ile askeri diktatörlük tanımının özelliklerini fazlasıyla dolduran 12 Eylül dönemi kapandıysa eğer… Bu da geçecek. Delip geçse de geçecek..

Ve bir gün… Biz gör(e)mesek de çocuklarımız, torunlarımız, onların çocukları bir perdenin/bir ekranın önünde ‘şebeklere/şebekliklere’ gülecek. Gözlerinden yaş gelene kadar, yaşatılanlara ağlayarak, yaşatanların zavallılıklarına/acizliklerine gülerek… Film gibi izleyecek.

Aslolan hayattır. Dal kırıldı/gül soldu diye bahar gelmekten vazgeçmez… Hiç vazgeçmedi.

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 3 yorum var, 3 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Karşıyakalı 7 8 Mayıs 2016 Pazar 12:11

Bü ülkede büyük en büyük örgüt nedir? Halktır C.başkanı başbakan muhalefet lideri asker rektör olamayınca kızan hoca ben ülkenin gerçek hakimiyim diyen yargıç devleti ben teslim ediyorum diyen memur ben aydınlandım makamlar benim diyen çorbacı cumhuriyetçiler. İşten atılınca kızıp önüne gelene giydiren gazeteciler bunların karşısında ülkenin yüzde yetmişi var kalan yüzde otuz zaten her toplumda var bizde bunlarda hata yaptıkça magazin olarak seyrediyoruz.

Yorumu oyla      11      5  
Lombak 7 Mayıs 2016 Cumartesi 11:01

Tarih 1980'de donup kalmadı. PKK ve bağlantılı olanlar sosyalizmden ayrıldı. Etnik milliyetçiliğe döndü. AKP(Tayyip) bir gün mutlaka gidecek ve biz bu (dört parçalı) ırk milliyetçilerine karşı ülke bütünlüğünü nasıl koruyacağız. Asgari müştereklerden birinin ülke bütünlüğü olduğunu nasıl belleteceğiz. Asıl planlanması gereken gelecek bu bence. Yoksa sürekli geçmişe bakacak olsak, 100 tane farklı cumhuriyet tarihi yazılmış durumda zaten. Herkesin geçmişi mensubu olduğu bakış açısından hatırlaması için gereğinden fazla tarihsel/sanatsal çalışma var bence. Bu ülkede asgari müşterekler her vatandaşın ülkeye bağlanma noktasını oluşturmadığı sürece, böyle kendi at gözlüklerimizden yazmaya devam edeceğiz. Yani boşa kürek çekmeye...

Yorumu oyla      11      5  
muhalif 6 Mayıs 2016 Cuma 22:44

valla helal olsun sn.soyoğul müthiş ve arşivlik bir yazı, sadece bugün için değil, her dönem için geçerli bir yazı.iktidarlar ve muktedir olmak sonsuz değil, bu ülke bir çok muktedir devirler geçirdi,bertaraf edilen nesiller,tarih bugünkü muktedirleri de yarın yazacak,hemde karşılaştırmalı yazacak!!

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Papi Mehmet
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Manisa bir 'olmaz'ı nasıl 'olur' yaptı?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva