Neşe ÖNEN
Savaşın çocukları
7 Nisan 2017 Cuma

Suriye’de ve dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, çocukların öldürülmesi, taciz edilmesi ve onlara kötü muamele yapılması kabul edilemez. Çocuklara yapılan bunca zulme ve işkenceye karşı, herbirimiz sesimizi şimdi yükseltmezsek, ebediyete kadar susmalıyız... Yaşanan bunca trajediye rağmen, çocuklar için şarkılar söylemeli, çocuklarımıza dinlenesi hikayeler bırakmalıyız...

Ben de hikayelerimden birini dünyanın tüm mazlum çocuklarına hediye etmek istedim... Lütfen siz de kendi hikayenizi onlarla paylaşın... Ya da onların hikayesinin bir parçası olun...

İçimdeki yaban güvercinleri

Babamın, balığı -mevsimine göre istavrit, palamut ya da kalkandı- rakı sofrasına meze yaptığı yıllardı. Apartman binamızın en alt katında oturan yedi çocuklu ailenin ise her günkü öğün yemeği... Evin babası bir fabrikada işçi olarak çalışıyordu. Patronu, kiracı bulamadığı boş dairesi giriş katında olduğundan,  ayyaşlar ve kediler girmesin diye, bu adamcağazın ailesiyle birlikte oturmasına izin vermişti. Çocukların yedisi de yaşları bir ile on bir arası değişen erkek çocuklarıydı. Tam bir yıl apartman binamızda komşumuz olarak kaldılar. Neden bir yıl? Bilmiyorum... Evin hanımı yani çocukların annesi, başı kapalı bir köylü kadınıydı. Yüzü Balkanlar’dan göç eden Boşnak kadınlarının yüzüne benziyordu. Sanırım o sıralar on bir yaşındaydım. En alt kattaki bu komşu ailenin en büyük oğlu da benimle aynı yaştaydı. Adını şimdi hatırlayamıyorum...

Apartman dairemizin arka yüzü bahçeye bakıyordu. Bu aile apartman binamıza taşınana kadar, kardeşlerimle ben, diğer komşu çocuklarıyla beraber bahçemizde oyunlar oynar, kapıcının kümesteki tavuklarını kovalayıp, eğlenir dururduk. Ancak, sabah kahvaltısı da dahil üç öğün balık yiyen bu aile apartıman binamıza taşındıktan sonra bizim bahçeye çıkmamıza imkan kalmadı. Nedenine gelince; bahçemizdeki ağaçlar yaban güvercinlerinin çok sık uğradıkları bir yerdi. Ailenin en büyük oğlu, yaban güvercinlerini avlamayı kendine iş edinmiş ve bunun için ise tüm bahçeyi adeta bir av alanına çevirmişti. Bunu şöyle yapıyordu; bahçenin ortasına, önceden ehlileştirdiği güvercinleri salıyor ve onların önüne yem atttıktan sonra, diğer yaban güvercinlerinin gelmesini bekliyordu. Yaban güvercinleri yemlenmek için bahçeye konunca da onları elleriyle yakalıyordu. Eline geçirdiği yaban güvercinlerini öyle bir eğitiyordu ki artık bu kuşlar adeta muhabbet kuşları gibi evcimen oluyordu. Onları eğittikten sonra ise dilediği zaman göğe geri salıyor ve bir ıslık öttürmesiyle kuşlar tekrar bahçeye geri dönüyordu.

Babamın mevsimine göre her türden balığı rakı sofrasına meze ettiği bu yıllarda, İstanbul’da yani Marmara’da balık hala çok bol ve ucuzdu. Babam alt kattaki yedi çocuklu ailenin, çok ucuz olduğu için istavrit aldıklarını ve böylece karınlarını doyurabildiklerini söylemişti. Aslında ailedeki çocukların ya da evin hanımının bundan şikayet ettiklerini hiç duymamıştık. Bazen istavrit çorbasi içtik, bazen tavada kızarttık, bazen de buğulamasını yapıp yedik diyorlardı. Bir keresinde, yaban güvercini avlayan çocuk, kendisi ve kardeşlerinin henüz deniz görmediklerini ve denizin nasıl bir şey olduğunu bilmediklerini itiraf edince, apışıp kalmıştım...

İlkbaşlarda, yaban güvercini avlayan çocuğa pek bozulmuştuk! Çünkü avlayacağı yaban güvercinlerini ürkütmemek için bahçeye uğrayamaz olmuştuk. Benden bir yaş küçük erkek kardeşim ve ben, bahçe şamatalarımızın bu yüzden sekteye uğramasına içerlemiş olsak da zamanla, bu duruma alışmaya başladık. Hatta arka bahçeye bakan balkonumuzdan, yaban güvercinlerinin tuzağa düşmesini izlemek, keyifli bir hal almaya başlamıştı... Aynı zamanda, yaban güvercini avlayan çocuğa gizli gizli hayranlık duymaya başladığımı da hissediyordum. Üstelik bir yandan, kendimi onunla kıyaslıyor ve onu küçümsemeye çalışıyordum! Hayranlık duyuyordum; çünkü yaban kuşlarını bu kadar kolay yakalayıp, nasıl ustaca eğitiyordu, aklım almıyordu. Küçük görüyordum; çünkü maddi imkansızlıklar nedeni ile o ve kardeşleri okula bile gidemiyorlardi. Oysa ben sınıfımın en çalışkan öğrencilerinden biriydim. Öyleyse ondan daha yetenekli ve bilgili olmam gerekmiyor muydu! Gel gör ki o hiç okula gitmemiş olmasına rağmen yaban güvercinlerini tanıyor, onların dilini anlıyor ve onlarla konuşuyordu. Okula bile gitmiyordu ama yine de benden daha üstün bir yanı vardı. İşte buna dayanamıyordum! Benimkisi; acıma ve küçümsemeyle karışık bir hayranlıktı...

Yaban güvercini avlayıcısı çocuk, avladığı ve eğittiği her kuşa ayrı bir ad takmıştı. Bazen onları ıslıkla değil adlarıyla çağırırdı. Yaban güvercinleri, adları haykırılınca, nerede olurlarsa olsun, hemen pırrrrr diye kanatlanır, bahçenin ortasına konarlardı. Bir gün, yaban güvercini avlayan çocuğa  bu işi nasıl öğrendiğini sordum. Özel bir eğitim falan aldığını düşünüyordum. Ona bu soruyu sorduğum gün ondan beni şaşırtacak, koskocaman bir yanıt bekliyordum. Büyük bir yanıt vermek yerine, yaşından beklenilmeyecek olgunlukta, büyük bir adam gibi, son derece mütavazi bir şekilde açıklamaya çalıştı.

‘’Buraya taşındıktan sonra, bahçeye ne kadar çok yaban güvercini geldiğini gördüm. Onlara ıslık çalmaya ve toprağa ekmek atmaya başladım. Baktım benden ürkmüyorlar. Usulca yanlarına yaklaştım. Okşamak ister gibi avuçlarıma alıp tuttum. Önce ayaklarına çok uzun bir ip bağlayıp saldım. Yakın mesafedeki evlerin damlarına konmalarına yetecek kadar ipte mesafe payı bıraktım ve tekrar uçmalarına izin verdim. Islık çalınca ve acıkınca yine geldiler. Gitmek istediklerinde ben onları yine serbest bıraktım. Sürekli yem bulabilmek için bahçe yakınından öteye uzaklaşmıyorlardı zaten. Bu yüzden ayaklarına bağlanan ipi farketmediler. Gitmek istedikleri zaman gidiyor, acıkınca yine geliyorlardı. Onlar bana, ben de onlara güvenmeye başladıktan sonra ipleri çozdum. İpe gerek kalmadı’’, dedi. Bu yöntemi deneme yanılma yoluyla ve içgüdüsel bir şekilde bulmayı başarmıştı...

Bahçemizi hergün onlarca yaban güvercini ziyaret ediyordu. Zamanla ben ve diğer komşu çocukları, bu durumu o kadar kanıksar hale gelmiştik ki artık biz de yaban güvercini avlayabiliriz sanmaya başladık. Ancak, yaban güvercinleri biz ıslık öttürünce ya da adlarını çağırınca bahçeye gelmiyorlardı. Bizi hiç tınmıyorlardı. Bir tek yaban güvercini avcısı çocuğu duyuyor, onu dinliyor, onunla konuşuyorlardı. Bir yıl boyunca, ben ve komşu çocukları ne yaptıysak nafile! Bir tek yaban güvercinini bile bahçeye indirmeyi ve yakalamayı  becerememiştik... Bir keresinde ona ‘’Neden yaban güvercini satmıyorsun? Böylece para kazanırsın’’, diye sormuştum. Hüzünlü bir bulut geçmisti gözlerinden... Sanki bu soru onu yaralamıstı. ‘’Ben onları para kazanmak için değil, beslemek icin yakalıyorum’’, diye cevaplamıştı. Çok utanmıştım. Sanırım ona, fakir oldukları için küçük gördüğümü hissettirmiştim.

Aslında, yaban güvercinleri ile birlikte çocukluğumuzun neşeli oyunlarına ve sevinçlerine yeni bir renk daha karışmıştı. Kardeşimle beraber, önümüzde uzanan gelecekten habersiz ve bir o kadar da kaygısız, evimizin balkonuna çıkıp, yaban güvercini avcısı çocuğun ıslıklarıyla ıslığımızı yarıştırıyorduk. Hayatın, bize ne sürprizler hazırladiğını bilmeden... Bir ıslık duyunca pıırrrrr diye kanatlanıp bahçemize konan yaban güvercinleri kadar bonkör davranacağını umarak…

Nedense, yaban güvercini avcısı çocugu hep soğuk kış günlerinden hatırlarım. Karlı havalarda bile, ceketi olmadığı için üstünde yılın 365 günü giydiği hep aynı gömleği... Soğuktan üşüyen elleri ceplerinde…Yumuşak, nağmeli bir ıslık dudağında. Yaban güvercinleri birer birer gökyüzünden süzülürken... O günleri düşününce, şimdi anlıyorum ki yaban güvercinleri ile birlikte, yaban güvercini avcısı komşu çocuğuna da farketmeden çok bağlanmışım...

Yazları, Kumburgaz sahil beldesindeki yazlığımıza gidiyorduk. O yaz da öyle yaptık. Döndüğümüzde, yaban güvercini avlayıcısı çocuk ve ailesi yoktu. Onunla birlikte yaban güvercinleri de terketmişti... Önce bahçemizi… Sonra çocuk kahkahalarına karışan çığlıklarımızı… Neler neler yapmadık yaban güvercinleri tekrar gelsin diye. Ben sanıyordum ki onun yaban güvercinlerinden bir tanesini bile geri döndürmeyi başarırsak, o da geri gelecek! Bana sık sık ‘’Onlar hiç kaybolmazlar. Ben nereye gidersem oraya gelirler, beni takip ederler, beni bulurlar’’, derdi. Bunu defalarca denemiş. Bir süre, her yaban güvercinin peşine takılıp, onu bulmayı düşledimse de kendimde buna yetecek cesareti ve gücü bulamadım! Bıraktım yaban güvercinleri içimden geçsin ve beni ona götürsün…

Not: Neredeysen ve nasılsan, mutlu ol yaban güvercini avcısı küçük çocuk…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Gönül Firdevs Çakmak 7 Nisan 2017 Cuma 23:58

Çok güzel bir dil ve anlatım.Yüreğine sağlık Neşe Gönen.

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Erken seçim hangisine yarar?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Endüstriyel futbol öğütüp yutuyor!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva