Deniz sütliman… Yaprak kımıldamıyor… limanda kayıklar sıra sıra dizilmiş… Ağları onaran balıkçılara birkaç kedi eşlik ediyor, köpekler ise ortalıkta miskin miskin dolaşıyor…
Eğri boynu, kocaman kırmızı gagasıyla bembeyaz bir pelikan, yeni gelin edasıyla denizin üstünde resmi- geçit yapıyor. Her zaman çığlık çığlığa olan martılar bugün garip bir suskunluk içinde…
Gazeteler yine şehit haberleri ve Suriyeli mültecilerin dramlarıyla dolu. Kanayan yaramız, bitmeyen çilemiz devam ediyor…
-O da ne?..
Cumhurbaşkanımız, Dünya Sigarayı Bırakma gününde, “Şiir ve roman, sigara ve alkol gibi bağımlılık yapıyor.” deyince, saray şarkıcısı da anında patlatmış besteyi:
“Gece hayatım bitti
Kadehi yere attım
Beni kutlar mısın
Sigarayı bıraktım.”
Nağmeleriyle mest olan protokolün, Fazıl Say dinleyecek hali yok ya!..
Offf… Efkar bastı…Gel de içme…Gel de iki dize şiir okuma şimdi…
Güneş battı, batmak üzere. Akşamın kızıllığı denizin üstüne vuruyor. Oturduğum barın camından uçsuz bucaksız denize bakıyorum. Akşam karanlığı yavaş yavaş çöküyor. Motorlu kayıklar keyifli keyifli; arkalarında bembeyaz köpükler çıkartarak limana dönüyor. Denize açılan tahta iskelenin ucunda iki sevgili öpüşüyor…
Barmenlerde bir telaş, bir telaş… Bardaklar bir kez daha parlatılıp, akşama hazır hale getiriliyor. Bara erken tünemiş bir iki kişi ağız dolusu kahkahalarla akşamı karşılıyor. Gökyüzünde tek tük yıldızlar beliriyor.
“Artık akşam vaktidir
Haydi Abbas, vakit tamam
Akşam diyordun, işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı” fermanını buyuran üstat Cahit’e (Sıtkı Tarancı) uymamak olmaz…
Ne yapsam… “Rakı şişesinde balık mı olsam” Yoksa, “Bu akşam bütün meyhanelerini mi dolaşsam” Foça’nın?..
Yoksa…Yoksa… “Öyle sarhoş olsam ki, her şeyi unutsam mı” Tanju Okan’ın şarkılarında…
Yoksa…İnceden bir Müzeyyen mi çalsın, Bülent Arınç’a inat…
“Vardar Ovası, Vardar Ovası
Kazanamadım rakı parası”…
Zaten “Kim Kaldı” eskilerden, Atila İlhan bile gitti:
“Kadehlerde rakı
nazlı beyaz
Vaniköy Koru’sunun teşrinlerdeki sisi
Gramofonda incesaz
meyhane musikisi
o şenliklerden heyhat kim kaldı”
Ne Can Baba, ne Cemal Süreya, ne de Özdemir Asaf …
“ Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize karanfil düşüyor gibi”
diyen Edip Cansever de yok…
Beyaz deyip, rakı deyip , sonra da Yonca Tokbaş’ı anmamak olmaz. Hani “Rakı balık ve kadın” başlığıyla o müthiş güzellemeyi yazan kadını unutursak, “Kadının adı yok” deyip bütün kadın okurlarımızı karşımıza alırız:
“Herkes rakıyı erkekler içer zanneder
Oysa bence rakıyı en güzel kadınlar içer,
……..
Kadının içindeki beyazdır rakı
Buğudur, dumandır
…………….
Bu toprakların parçasıdır rakı.
Dil, din, ırk, köken bakmaz, tanımaz,ayrımlarla uğraşmaz.
Uhudur rakı, birleştirir.
Sarı Zeybektir,Yeşil Efe’dir, eskiden kalma ama Yeni’dir rakı.
Beyaz leblebimizdir,
Geçmişten bugüne, bugünden geleceğimize mirastır.
Gelenektir.
Yasak tanımaz.
Özgürdür.
Hicazdır, nihaventtir, “Makberdir”, “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” diyerek hayata avaz avaz tutturandır.
Deşarjdır, “İkinci bahar”ımızdır bizim.
“Kalamış”tır.
Anasondur.
Bizimdir, bizdendir. Eskimiz, yenimiz, tarihimizdir.
Yadigardır.” dedikten sonra, isteyen:
“Kadehi yere attım, Sigarayı bıraktım”ın arabesk sığlığında boğulsun kalsın;
Biz roman da okuruz, şiir de söyleriz, rakı da içeriz…
Bilmem anlatabildim mi?..
Ama o bile gelmiyor içimizden…
………………………..
“Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış Pazar yerlerine benziyor şimdi
İstasyonlar
Ve dağılmış Pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri. (Edip Cansever)