Cumhur BULUT
Niye ürperdin? Anlattığım senin hikayen
20 Mayıs 2020 Çarşamba

(Tayfun Maro Üstadımıza)

Ne düşünüyorsun?

Zamanda bir parantez açmayı…

Zor bir işe girdiğinin fakındasındır umarım, zira bu konuda ben sana yardım edemem, biliyorsun değil mi?

Evet bütün bunların farkındayım. Fakat imkânsız olmadığını da kanıtlamak istiyorum…

Fizik üstü ilimlere de ihtiyacın olacak sanırım, bir Kuantum uzmanına veya zaman makinasınaa ne dersin? Bari onları tedarik edeyim...

Yok, hayır.  

Öyleyse simülasyon platosuna hazırlıyayım senin için, hem şu an elimde var…

Bak buna ‘hayır’ diyemem… Bugün ve gelecek hakkında gizlenen hakikate ulaşmak istiyorum. Bunun için insanoğlunun şu anda kullandığı yani maddeler dünyasından ötesinde bir tarike ihtiyacım var, bunu sağlayabilir misin?

Sakın bana Ashab-ı Kehf ya da Hazreti Süleyman kıssalarında kullanılan bir mekân mefruşatından bahsediyor olmayasın?

Evet, tam da o….

Tamam, halledebileceğimi düşünüyorum. Beyazıd-ı Bestami’nin yükselişi gibi bir yükseliş ya da Eflatun’un Mağara tasviri gibi bir sahne hazırlıyorum senin için…

…..

“Zaman paramparça,

Ve un ufak edilmiş bir mekân…”

Ürkek adımlarla yürüyorum… Az önce; sanki benden hemen önce dünyanın en barbar ve en zalim orduları buradan geçmiş. Etrafta can çekişen bir sürü mahlûk, akıl zayi bir şekilde oradan oraya koşuşturuyorlar…

Heyhat! Neredeyse bütün yaratıklar son nefesini vermek üzere ya da İsrafil (a.s) sûruna üflemek üzere… Elden hiçbir şey gelmiyor. Mahşer yerini andıran bir görüntü. Yaraları yüzünden can çekişenler kıyamda bekliyor; Ürperiyorum!

Fakat bir şey var, bu kıyamet tasviri mekâna uymayan, bu savaş meydanına hiç mi hiç yakışmayan terkip dışı emsalsiz bir şey… Fazlaca celalli, epeyce heybetli ve biraz da hüzünlü… Yaraları derin olmayanlar medet umarak O’na doğru yaklaşıyor, fakat dokunamıyorlar bile, imdat istiyorlar O’ndan, fakat nafile… Kılını bile kıpırdatmıyor onlar için!

Olan bitene aldırmadan hakimane bir belagat ile birkaç cümleyi aşmayan tesirli konuşmalar yapıyor, bütün hiddet ve celadetiyle haykırıyor, sözlerini de ekseriyetle “tecrim ediliyorsunuz” diyerek tamamlıyor…

İçimde tarifsiz merak, cazibesine kapılıyorum. Yine tedirgin adımlarla, korkarak ben de O’na doğru yürüyorum. Üzerimde bıraktığı ilk etki; bildiğim bütün hendese kaidelerini alt üst eden bir yapıya sahip olması…

Yaklaşıyorum. Çevresinde herkesin kendini değil de kendinden bakanı gördüğü aynalar… Aynaların üzerinde silik, ancak büyük bir dikkatle bakıldığında görülebilen yazılar…

Şimdi tüm cesaretimi toplayarak, önümde duran bu emsalsiz bu buutsuz ve asil büyüklükle hasbihale başlıyorum…

Ürkek ve de cüretkâr bir edayla;

“Siz bugüne kadar hiçbir yerde rastlamadığım muktedir büyüklük, niçin bu kıyamet tasviri zemine hapsolmuş ve sizden yardım bekleyen insancıklara (nedense insan diyemiyorum!) yardım etmiyor ve deva olmuyorsunuz da onlara bu acıları reva görüyorsunuz?  Oysa ne kadar da kuvvetlisiniz ve onlar bir tek sizden yardım bekliyorlar, bu insafsızlığınızın sebebi nedir?”

Tereddüt etmeden cevap veriyor;

“Ey buraların ve bu mücrimlerin yabancısı! Ben bu insancıkların ne taptığı bir mabut, ne de onların düştüğü bu duruma dahledebilecek bir kuvvetim. Ben sadece bugün ceza gören bu insancıkların Cevher-i Aslisiyim! Ve onlar ne kadar acı çekiyorsa ben de o kadar acı çekiyorum.  Refakatim sadece acılarında değil, sevinçlerinde de geçerli… En azından bundan önceki zamanlarda böyleydi.”…

Sonra hafifçe yutkundu. Daha birçok şey söylemek istiyordu fakat geçmiş zamandan bahis açınca sustu. Zamanın değer biçemediği bir vakit öylece kala kaldı.

İnsancıklardan yükselen feryatlar git gide bir uğultu halini alıp çevreyi sarıyor, müzice bir hal alıyordu! Dayanamayıp bu defa haykırdım;

“Peki ala!… Mademki cevher ve asli olan sensin, mademki bu mazlumların yoldaşısın, neden ikazda bulunmadın, neden bu hale düşmelerine engel olmadın?” Bu sorulardan hoşlandığını sanmıyorum fakat yapacağı muhasebenin kendini rahatlatacağına, hiç olmazsa vicdan azabından kurtulacağına inanarak uzun süren sessizliğini bozdu:

“Sana tarih dersi vermek istemiyorum yabancı! Şimdilerde emsalsiz bir medeniyetin mirasını adeta israf ederek yok eden bu insancıklar belki de hemcinslerinin hiçbirine sahip olamayan bir hazineye sahiptiler. Ta ki kıymetleri kendilerinden menkul sanana kadar! Bilmezsin, ne kadar da güzel hayatları vardı. Şu etrafımda gördüğün aynalara her gün nazar ederler ve sadece kendilerini görürlerdi(!). İçleri de dışları gibiydi yani… O ilk bakışta seçemediğin yazıları bile kendileri yazmışlardı. Bütün bir medeniyetin, irfanın, kültürün ve kısacası tabiat karşısındaki duruşlarının beyan edildiği o yazılar ne kadar da değerliydi önceleri…  Böylece asırlar geldi geçti… Sahip oldukları ihtişam sebebiyle önce şükrü unuttular, sonra da çalışkanlıklarını… İşte şimdi tedavisi pek de mümkün olmayan bu hastalık bu ülkeye böyle yerleşti. Beni, yani kendilerini, yani hakikati dahi göremez oldular!  Ne yapabilirdim ki? Her geçen gün yeni silahlar keşfeden düşman sanki başka bir yer bulamamış gibi hep bana taarruz ediyordu. Bu haldeyken bulundukları kıtanın her daim savaş alanı olduğunu unutan aynı zamanda gerçekleşen taarruzları da önemsemeyen bu insancıklar bilerek ve bilmeyerek kendi sonlarını hazırladı…”

“İşte senin şimdi şahit olduğun bu durum ne benim suçum ne de bir başkasının… Vaki sonuçların tesirinin daha ne kadar süreceğini bilmiyorum. Lakin şu meydana bakıp beni suçlama n’olur yabancı!” dedi ve sonra tekrar sustu…

Ben de Onunla birlikte susmak istedim. Ebedi! Lakin ne mümkün? Bu defa boynumu çaresizce bükerek son kez seslendim; “Peki bu insancıklar tekrar sana dönse yine de kurtulamayacaklar mı?”

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 9 yorum var, 9 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Oğuz Kaan 22 Mayıs 2020 Cuma 00:29

Çok güzel bir yazı. İnsanoğlu doğaya karşı savaşında kazanırken kaybediyor. Ne acı ki ‘yalnız ve güzel ülkemde’ insanları bir de acımasızca birbirleriyle savaştırabilmek için oyun içinde oyunlar oynanıyor. Alladh’tan Türk Milletinin feraseti yönetim kademesindekilerden üstün oyunu görüyor ve Cumhuriyetin Değerlerine sarılıp tuzağa gelmiyor.

Yorumu oyla      3      4  
Tayfun Maro 20 Mayıs 2020 Çarşamba 23:59

Bu kadar güzel ve içten kaleme alınmış bir metne vesile olmak beni tarifsiz mutlu etti. Kendi ellerimizle kurduğumuz barikatları yine kendi ellerimizle yıkacağız.

Yorumu oyla      2      5  
Filezof 20 Mayıs 2020 Çarşamba 22:27

Alman felsefesiyle Gazali arasında bir mantıkla yazılmış. Yazının itaf edildiği Tayfun Beyin yazdıkları insanlığın kapitalizmle bütün birikimlerini tükettiğini vebkendi sonunun geldiğini anlatır. Bu yazı da Tayfun Beyin yazılarının seneryolaltırılmış hali. Başarılı kabul ediyorum. Yani 3ealist sol Maro Romantik Türkçü Cumhuru karşılıklı konuşturmak lazım

Yorumu oyla      3      4  
Namık Tunçer 20 Mayıs 2020 Çarşamba 21:28

“Peki bu insancıklar tekrar sana dönse yine de kurtulamayacaklar mı?” Muhteşem bir kalemsiniz son söz''ünüz beni derinden etkiledi bu kadar anlamlı bir kelime uzun zamandır duymamıştım....

Yorumu oyla      3      4  
Akil Adam 20 Mayıs 2020 Çarşamba 19:51

İlk iki paragrafta sonra tahammül edemedim bıraktım, çok sıkıcıydı,, geçen haftaki yazı gibi akıcı olmalı, hatta birde örnek verdim, Rauf Tamer üslubu gibi sıkmayan, bunaltmayan..

Yorumu oyla      3      3  
Bülent ışık 20 Mayıs 2020 Çarşamba 14:15

Beni,yani kendilerini,yani hakikati dahi göremez oldular derken ne kadar kendinden emin ve mütevazi bir tekçi.

Yorumu oyla      3      3  
Ayşegül Coşar 20 Mayıs 2020 Çarşamba 14:06

Yorumlarınız anlatımınızın akıcılığı yüreğinize kaleminize sağlık sizi takipdeyiz

Yorumu oyla      3      6  
Ender EKŞİOĞLU 20 Mayıs 2020 Çarşamba 13:34

Harika bir yazı kesinlikle okuyunuz.

Yorumu oyla      3      7  
Kemal BARUT 20 Mayıs 2020 Çarşamba 13:08

Akıcı bir kalem, efsane bir yazı. Teşekkürler.

Yorumu oyla      3      7  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Fenerbahçe ne istiyor?
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Yarattı... Veda ederken ağlattı!
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Memleketin birinde insan manzaraları(!)
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Tükeniş!
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Kara kaplı defter!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Nereden nereye?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Çanakkale artık barışın merkezidir!
Kemal ARI
Kemal ARI
'Cehennem savaşı'nda ne yediler ne içtiler?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bölgecilik, mezhepçilik ve inşaatçılık...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Unutulmazlar...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva