Tayfun MARO
Hayatlarımızın yabancısı olduk
27 Şubat 2017 Pazartesi

Gündelik hayatın bütün parametreleri, siyasetin sığ sularında zuhur eden ve sürekli kendini tekrarlayan bezdirici bir gösteriyi işaret ediyor.
Öyle bir gösteri ki yaşamın bütün zenginliğini, bütün değerlerini, bütün renklerini tek boyuta, siyasete indirgiyor.
Siyaset, bir avuç muktedirin ülke yönetmek için ihtiyaç duyduğu imkân ve şartları sağlamanın yolu olarak evde, işyerinde, okulda, sokakta, bir şekilde hayatı kuşatıyor.
Sorun şu ki, takım elbiseli ve asık suratlı illaki mühim âdemlerin emanet akılla yönettiği dünyamızda, gündelik hayatın beti bereketi iyice kaçtı. İşgal altındaki hayatlarımız günbegün çoraklaşıyor. Yaşanılası bütün anlarımızın üstünden sanki silindir geçmiş…

Belli ki yönetilmeyi içimize sindirdiğimiz sürece varlığımız bir avuç muktedirin yüksek iradesine tabi olacak ve özgürlüklerimiz salt birer sorun olarak gündelik hayatımızda var olacak.
“Kelle hesabına dayalı demokrasi” ile yönetilen toplumlarda demokratik yönetim gerçekleşmiyor. Dolayısıyla çoğunluğun kısıtlı ve kontrollü hak ve özgürlüklerinden ötesi hayat alanı bulamıyor. 

Yönetmek için muktedirlerin ihtiyaç duyduğu bütün kurallar ve kurumlar aslında gündelik hayatı kuşatarak insanı itaatkâr kılıyor. Çünkü toplumsal alanda kişinin kuşatılarak hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması, muktedirlerin toplumu yönetmesinin temel koşullarındandır 
Ve bu şartın gereği olarak insanı kurum ve kurallara kendi iradesiyle hapsetmek için geliştirilen disipline siyaset bilimi diyoruz, yönetim biçimine de demokrasi... 
Bir diğer deyişle, kapitalist sistem içinde, demokratik yönetimden daha iyisi henüz gerçekleşebilmiş değil. İnsanlık kötünün iyisine razı…

Özgürlüklerinin sınırlarını genişletmek için yaptığı siyaset aslında insanın özgürlüklerini sınırlıyor. Bu paradoksu tolere etmek için demokrasiye ihtiyaç var. 
Siyaset-siyasetçi-birey ilişkisi ha keza tam olarak toplumsal alanı kuşatmak, hak ve özgürlükleri sınırlamak arzusunun tezahürüdür. Bu netameli ilişkiden en az zarar görmenin yolu ise, demokrasi ve parlamenter sistemden geçiyor.

Toplum, kötünün iyisi olmakla birlikte nispeten adil bir temsil ve demokrasi ile yönetilmeye razı iken, buna razı olmayan muktedirler, bütün erki ve temsili kendinde görmek arzusuna sık sık yenik düşüyor. Daha kolay ve daha çok yönetmek arzusunun tezahürü…
Zorun bu denli öne çıktığı dönemlerde, tarihin de yazdığı gibi, olağan zamanlardakinden çok daha fazla baskı ve zulüm oluyor, çekilen acı katlanıyor.
Geçen yüzyılda yaşanan iki Dünya Savaşı, muktedirlerin iktidar olmak ve dünyayı paylaşmak konusunda ne kadar acımasız olabildiklerini bütün çıplaklığıyla anlatır; anlamak isteyene…

Hazin ama gerçek, yeryüzü yaşamı bir kere daha muktedirlerin paylaşım savaşlarının en yıkıcı etkilerine açık duruma gelmiş bulunuyor. Derinleşen ekonomik kriz ve artan yoksulluğun yanı sıra, toplumsal alanı sarsan yönetim zafiyeti, dünya ölçeğinde bir tükenişin bütün belirtilerini taşıyor.
Dünya sistemi, yeryüzü ölçeğinde alarm veriyor. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye bütün taşlar yerinden oynamış vaziyette…
İnsanlık böylesi zor zamanlarda, kendi toplumsal gücüne güvenmekten ziyade bir muktedire, bir zorbaya, bir diktatöre güvenmeyi ve sığınmayı tercih ediyor.
Ve Türkiye, tam da bu altüst oluşun orta yerinde, yeni bir sistem ve akabinde rejim değişikliği arayışına girdi. 
Ve İslamcıların öncülüğünde ortaya çıkan değişim talebi nihayet halkoyuna sunuluyor; 16 Nisan’da referandum var.

Kaderini bir muktedirin iki dudağının arasına bırakmak isteyenler ile hayatı üzerinde, sınırlı da olsa, söz sahibi olmak isteyenler arasında süren mücadele, yeni sosyal sözleşmeye imkân verecek mi? 
Yüzyıllık hesaplaşma belki de son aşamasına geldi; toplum yeni bir sosyal mutabakatın koşullarını yaratacak veya tarihi uzlaşma son bulacak.
Tebaasını bir arada tutmaya İslami normlar yetseydi, Abdülhamit, hanedanın tahtını kurtarır ve İmparatorluğu ilelebet payidar kılardı… Osmanlıcılığa sığınan islamcılar bunu anlamak istemiyor.

Sonuç olarak, eşit olmayan koşullarda referanduma giderken; ülkenin bölünme ihtimali ve uluslararası sistemde girilen angajmanların olası bedelleri, hepimizin sorunudur.
Sünniler, Aleviler, Kürtler ve benzeri etnisite, din grupları üzerinden yürütülen kimlik siyaseti, toplumu tehlikeli biçimde ayrıştırdı; Ortadoğu denen Gayya kuyusunda hep birlikte ateşe düşmek, ihtimal olarak hafife alınmamalı.
Tehlikeli bir savrulmanın sınırlarında dolaşıyoruz…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva