Mehmet KARABEL
Görülmemiş bir intikam!
24 Eylül 2019 Salı

Bugün, “Sanat Güneşi”nin ölüm yıldönümü…

O’nun efsane şarkılarını…

23 yıldır O’nsuz dinliyor, efkarlanıyoruz…

Son nefesini 65 yaşında çok sevdiği İzmir’de verdi…

Tek bi’sanatçıya bile el uzatmadı; veliaht bırakmadı…

Yaşasaydı…

Bugün, 88 yaşında “tatlı / şirin” ama hala egosu yüksek…

Bir ihtiyar olarak…

Batmayan bir “sanat güneş” unvanıyla aramızda dolaşacaktı…

Ve, büyük olasılıkla…

Hala şarkı söylemeye devam edecekti…

Biz Zeki Müren’e özlemin artarak çoğaldığı…

Bu süreçte…

O’nun özel hayatından hiç duyulmamış…

Hatta “güneş yüzü görmemiş” bir özelliğinden söz edelim…

***

Bu garip “intikam hikayesi”, virgülüne kadar gerçektir…

1960’lı yılların sonlarına doğru geçiyor…

Zeki Müren, İzmir’de başına gelen bu olayı…

Bizzat…

Beni yetiştiren, meslek büyüğüm Tayfur Göçmenoğlu’na anlatmıştır…

Hatırası büyüktür…

***

Gelelim…

Neden, “İntikam neden soğuk yenen yemektir!” sözünü açmaya…

Aslında, bu bir İspanyol atasözü…

Neden böyle demişler?

Şundan demişler…

İntikam ateşi ile yanıp tutuşurken…

Sıcağı sıcağına bir eyleme girişmek kişiye daha çok zarar verir…

Bunun yerine zamana bırakıp daha mantıklı…

Ve küpüne zarar vermeyen bir intikam şekli bulursan…

İşte, bu “yemeği soğuk yemek” anlamına gelir…

***

Zeki Müren…

Üsküp’ten Bursa’ya göç etmiş ailenin tek çocuğuydu…

Babası Kaya Müren inşaat mühendisi ve kereste tüccarıydı…

Annesi Hayriye Hanım da ev kadını…

El bebek, gül bebek büyüttüler Zeki’yi…

Ufak - tefek, çelimsiz bir çocuktu…

Ayrıca fazlasıyla da duygusaldı…

Büyüdükçe bu duygusallığını daha abartılı hissettirdi herkese…

Musikiye yeteneği vardı ve babası bunun farkındaydı…

Kaya Müren, 1960'lı yılların sonlarına doğru vefat ettiğinde…

Tek evladı Zeki Müren'in adeta dünya başına yıkılmıştı…

Babası, O’nun her şeyi idi…

O’nu kaybetmeyi asla kabul edemiyordu…

İnançlıydı…

Bütün duaları bilirdi ve sırasında namazını da kılardı…

Bursa'da babası için evde sürekli Kur'an okutmaya başladı…

En değerli hafızlar, içli ve duygulu sesleriyle Kur'an okurken…

O, avuçları açık, gözleri kapalı, içinden kimbilir neler geçiriyordu…

Bir ara telefon çaldı...

Evin giriş bölümünde…

Bir büyük etajerin üzerinde duruyordu telefon…

Karşı taraftan gelen ses şöyle diyordu:

“İyi günler… Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nden arıyorum… Sayın Genel Sekreterimiz, Zeki Beyefendi ile konuşacaklar…”

Sanat Güneşi, bi’an duraksadı…

Hemen toparlandı ve “Zeki Müren benim…” dedi…

Karşı tarafta konuşmaya başlayan…

Dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mehmet Cihat Alpan’dı…

Başsağlığı diledi mi, dilemedi mi; Zeki Müren onu hatırlamıyor…

Ancak Mehmet Cihat Bey'in şu sözleri beynini adeta yerinden oynatmıştı:

“Zeki Bey, Hürriyet Gazetesi'ne babanız için tam sayfa vefat ilanı vermişsiniz… Şimdi sayın Cumhurbaşkanımız, (Cevdet Sunay’ı kastediyor…) soruyor; (Hak vaki olduğunda nasıl bir yol izleriz? Devlet’in en büyüğü olarak değerli sanatçımız için ne yapabiliriz?"

Zeki Müren, derin acı yaşıyordu…

Kendisinden hiç beklenmeyen bir cevap verdi:

“O sizin sorununuz… Benim acım bana yeter… Ne yaparsanız yapın!”

Ve, “küüüüt” diye telefonu kapadı…

Belki o sırada büyük bir hata yaptığını anladı ama…

İş işten geçmişti…

***

Şu işe bakın ki…

O telefon olayından…

Bir yıl sonra CENTO Başkanlar Konseyi…

İzmir’de toplandı…

Bu toplantı Türkiye için çok önemliydi; çünkü…

CENTO, Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında…

Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu’da…

Nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan…

Karşılıklı güvenlik ve savunma örgütüydü…

Konseye…

Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüb Han ve İran Şahı Rıza Pehlevi katılıyordu…

Cumhurbaşkanlığı, üs olarak Büyük Efes Oteli’ni seçmişti…

(Zaten o toplantıyı kaldıracak başka otel yoktu…)

İzmir’deki güvenlik (o yıllara göre) en üst seviyede idi…

Zeki Müren ile acılı günde telefonda konuşan…

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Alpan da İzmir’deydi…

Fuar'ın bir ay açık kaldığı günlerden biriydi…

Zeki Müren, her zamanki gibi…

Sekizinci kattaki Kral Dairesi'nde kalıyordu…

***

O gün, hiç olmayacak bi’şi oldu…

Büyük Efes’in Resepsiyon Müdürü Selami Bey…

Zarif bir şekilde Zeki Müren'in önünü lobide kesti…

Konuşurken zorlanıyordu…

Kendisine geçici olarak odasını boşaltması için talimat aldığını söyledi…

Odasına konuk devlet başkanlarından biri geçecekti…

Zeki Müren’in başından aşağı kaynar sular dökülmüştü…

Çok öfkelendi…

Aylar öncesinden planlanan bu toplantı için…

Kendisi daha önce uyarılabilir ve o da bunu kabul edebilirdi…

Son dakikada “Sanat Güneşi”ne bu yapılacak iş miydi?

Babasının vefatından sonra…

Cumhurbaşkanlığından eve gelen telefonu hatırladı…

Tek kelime etmedi…

Otel yönetiminin istediğini yaptı, odasını boşalttı…

Ve o zamanki adıyla Taner Otel'e geçti…

Devlet Baba, “yemeği soğuk yemeyi” tercih etmiş ve…

“Sanat Güneşi”nden garip bir şekilde intikam almıştı!

***

Bitiriyoruz…

Neyle?

Zeki Müren’le ilgili…

“Doğru bilinen yanlışlarla…”

Doğrudur; Zeki Bey…

Sahnede ilk kez İzmir’de “minik etek” giydi…

Hayatında “kahvaltı” diye bi’şi yoktu…

Çay-kahve filan da içmezdi…

İzmir’in buzlu bademine bayılırdı…

Viski içerken, mutlaka buzlu badem isterdi…

Kahvaltıyı değil ama yemek yemeyi severdi…

Günde iki öğün O’nun için yeterliydi…

Bir akşam, bir de uyumadan önce…

Bi’oturuşta 10 adet biber dolması yediğini gören var…

Dini inancı derindi…

Dua etmeden sahneye çıkmazdı…

Sureleri ezbere bilir, mevlit okurdu…

Sabaha karşı hemen uykuya dalmak için gözlerine maske takardı…

Nazara, şansa ve uğura çok inanırdı…

Boğazında mavi bir taş taşırdı…

Nazarın o taşı çatlattığına söylerdi…

***

Bu dünyadan bir Zeki Müren geçti…

Aynen…

Seslendirdiği o ölümsüz şarkıda olduğu gibi…

Hep, “alkışlarla” yaşadı…

Ve yine o şarkıdaki gibi “alkışlarla” veda etti…

Hatırlayalım, gözlerimiz nemlensin:

“Kimsesizlerin kimsesiyim, kimsesizim…

Yalnızların yalnızıyım, yalnızım…

Dertlilerin dertlisiyim, dertliyim…

Aşıkların aşkıyım, aşağım…

İsmim Mesut, göbek adım Bahtiyar…

Yıllarca hep böyle bildiniz siz…

Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz…”

Nokta…

Sonsöz: “Her insan bir yağmur tanesi gibidir; kimi çamura kimi gül yaprağına düşer… / Hz. Mevlana…”

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Giritli... 24 Eylül 2019 Salı 12:03

Eşsiz yorumuyla hayatımıza güzellikler katan efsane sanatçı, paşamız zeki Müren'i saygı ve rahmetle anıyorum, ışıklarda uyusun...

Yorumu oyla      7      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva