Dr. Berna BRIDGE
Doğu akdeniz, Hidrokarbon ve kıta sahanlığı sorunları, çözümleri
12 Aralık 2020 Cumartesi

Hidrokarbon konusunu ilk defa Oxford Üniversitesindeki Türkiye hakkında tam günlük bir seminerde Kıbrıs Rum’u bir konuşmacının adeta Türkiye ile alay ederek anlattığı, “Biz atı aldık, Üsküdar’ı geçtik bile” benzeri ifadesiyle duydum. Dört konuşmacının birincisi ve organize edeni ne dediği bile net olmayan, anlatmak yerine ucu açık sorular soran ve yanıtını vermeyen, Bilgi Üniversitesinde 20 yıl hocalık yapmış bir İngiliz’di. Diğeri bu Kıbrıslı Rum’du ve son iki konuşmacı Kürt kökenli kişilerdi.  

Kıbrıslı Rum ve Kürt kökenli olan konuşmacılar alenen Türkiye’yi kötüledi. Seminerin sonuna kadar bekleyip, sonunda söz aldım ve bu son derece taraflı, Türkiye düşmanı, gri değil “kara propaganda” kokan sunumların Oxford Üniversitesinin bir organizasyonuna hiç yakışmadığını belirtip bu üç konuşmacının sözlerinin içeriğine ayrıntılı yanıtlar verdim. Bu yaşadığım deneyimle o gün fark ettim ki istinasız tüm Batı ülkeleri ülkemizle ilgili bilinçli, düşmanca bir kara propaganda içindeler…

Bu koşullarda kendi halkımızı doğru bilgilendirip doğruyu ve gerekeni bilmek, yeri geldiğinde anlatmak her zamankinden önem kazandı. Bu amaçla, hiç durmadan çalışan, Balyoz mağduru emekli Amiral, öğretim üyesi Dr. A. Deniz Kutluk’a aşağıdaki iki soruyu yönelttim.

Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları gerginliğinin özü nedir, ne gibi çatışma riskleri taşıyor?

Konu aslında tipik bir kıta sahanlığı sorunudur ki esaslarını ilk kez, 1945 yılında dönemin ABD Başkanı Harry Truman ortaya atmıştı. Kıta sahanlığı (KS) hakları, kıyıdaşa ait kıyı açığındaki deniz dibi ve altındaki petrol ve gaz hakları üzerinde egemen yetkiler sağlamakla kalmayıp bunların sahildarlarca ilan edilmesini de gereksiz kılan nitelikteki haklar[1] olarak tanımlanmıştı.

BM’de ise ilk kez 1958 yılında Cenevre’de toplanan BM (I.) Deniz Hukuku Konferansı’nda sahildarın bu hakkı kıyılarından 200 metrelik derinliklerin geçtiği eşit derinlik hattı mesafesine kadar uzatabilir olduğu kararlaştırılmıştı. Sonradan deniz ve okyanuslardaki düzeni büyük ölçüde yeniden yapılandıran ve bugünkü 1982 tarihli (III. ve son) Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde ise kıta sahanlığı hakkı denize cephesi olan kıyılardan 200 deniz miline, bazı durumlarda Okyanusa açık cepheli kıyılardan ise 350 deniz miline kadar sahildarın kıta sahanlığı hakkını uzatılabilmesine imkân sağlamıştır. Günümüzde geçerli olan uzlaşmazlık bu haklara dairdir.

Burada asıl konu, son yıllarda keşfedilen hidrokarbon kaynakları nedeniyle en büyük rekabet alanlarından biri haline gelen Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanları (ki Mavi Vatan’da bunların içindedir) tartışmasıdır. Türkiye zaten son 14 yıldır egemen kıta sahanlığı yetkilerini Birleşmiş Milletleröin ilgili DOALOS birimine bildiriyordu, yani Yunanistan’ın bir gece (06 Ağustos 2020)  ansızın Mısır ile MEB/EEZ anlaşması parafe ettiğinden iki hafta önce, 22 Temmuz 2020’de, Akdeniz’de sismik çalışma programı açıklanan Oruç Reis’in bir Türk-Yunan gerginliği yaratması için herhangi bir neden yoktu. Ama Alman Basını “savaşı önledik” şeklinde başlık atarak hepimizi şaşırtmış idi. Türkiye zaten mecbur kalıp satın aldığı ya da imal ettiği sismik araştırma ve sondaj gemilerini 2017’den bu yana Akdeniz’e gönderiyordu ki bu yöndeki hamlelerini de GKRY’nin tek yanlı adımlarını durdurmak için BM’de ve diğer diplomatik kanallarda yaptığı girişimlerin sonuçsuz kalmasından itibaren başlatmıştı.  

6-7 Ağustos’ta gerginleşen durum, 9/10 Ağustos gecesi donanmaların Akdeniz’de karşılıklı savaş düzenine geçmeleri ile tırmanması süren bir kriz yönetimi evresine geçti. İşin tuhaf yanı, o ana kadar yapılmış veya BM’nin ilgili birimine duyurulmuş bir Yunan MEB iddiasının da bulunmuyor olmasıydı! Halbuki Türkiye, Yunan-Mısır MEB sınırının da kısmen içinde yer aldığı aynı sahalar için o güne dek altı defa BM’ye duyuruda bulunmuştu. Fakat Yunanistan, iddiasını da tam ortaya koymadan, üstelik daha sınırları dahi belirli değilken, üstünde hak iddia ettiği deniz sahasını koruması için donanmasını “tüm unsurları ile” birlikte Doğu Akdeniz’e gönderiverdi. Bu aşamada Yunan basını, muhalefeti ve parlamenterleri henüz nerede bir uzlaşmazlık olduğunu kestirebilmiş de değillerdi….

Uluslararası hukuk yönünden bakıldığında da Yunan iddiaları temel dayanak yoksunudur. Çünkü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi “deniz yetki alanlarını” sahildarlara bir hak olarak sağlıyor, halbuki Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e cephesi bulunan bir kıtası yoktur[2].

Adaları ile kıtaları arasında Yunan iddiasında olan bir entegrasyon düşüncesi uluslararası hukukta sadece Adalar Devletleri (Arşipeller) için tanınmış bir haktır, fakat Yunanistan bir Arşipel Devleti hiç değildir. Bu yönde çok çabaları olmuşsa da BM Deniz Hukuku Konferanslarında kabul görmemiştir. Bu bağlamda, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz hakkında Türkiye ile “görüşmelerde” bulunmak istemesinin de sağlam zemininin olmadığı da açıktır.

Yunanistan’ın politik anlayışı ‘Ege’yi tartışmam, her şey benimdir, senin olan D. Akdeniz’i krizler yaşatıp sahiplenirim’dir. Bunun kabulü ise Türkiye için mümkün olamaz. Diğer bir çözüm tıkayıcı husus ise Doğu Akdeniz’in jeopolitiğinden ortaya çıkmaktadır. Bu coğrafyada deniz yetki alanları tartışmasını olarak batıda Ege denizi, doğuda ise Kıbrıs sınırlandırıyor. O halde bu iki sorun çözülmeden Doğu Akdeniz’de kalıcı çözüm sağlanması da mümkün değildir. O ana kadar gerginlikler yaşanması da kaçınılmaz olacaktır.

Esasında konunun arka planında ABD müdahalesi bulunuyor. ABD’yi ikna eden ise Washington’daki Yahudi Örgütü önde gelenlerinden Jinsa. Temmuz ayında bir 20 sayfalık analiz yayınlayarak ABD’nin müdahalesini istiyor. Jinsa bunu neden yapıyor? Hem Türkiye’nin İsrail ile iyi ilişkilerini terk etmiş olmasından hem de Yunanistan’a harp gemisi satıyor olmasından, bunun diyeti denebilir. Eskiden biz de Jinsa’yı ve bu örgütleri ABD Lobi grupları aleyhinde kullanıyor idik, şimdi aynı silah bize döndü.

Bu sorun nasıl çözülebilir?
Dünya üzerinde sadece D. Akdeniz’de değil pek çok diğer alanlarda deniz yetki çatışmaları yaşanıyor.  Toplamda 400 kadar olan bu uzlaşmazlıkların 180’inin çözümlenme yolunda olduğuna dair bilgiler de var. B.M. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kabul edilen ve Sözleşmenin taraftarlarını bağlayan zorunlu yargısal çözüm mekanizmaları da bulunuyor[3].

Ege Denizi uzlaşmazlığında da çok önemli olan “adalara” ilişkin B.M. Deniz Hukuku Sözleşmesi 121’inci maddesine Çin-Filipinler uzlaşmazlığının çözüm kararında 5 ilave kriter daha getirildi ve adaların kıta sahanlığı veya ekonomik bölgelere sahibi olması oldukça sağlam esaslara bağlandı. Kurulan yargı mekanizmaları ile bir yandan sayıları gittikçe artan uzlaşmazlık dosyaları çözümlenirken diğer yandan da ikili devlet müzakereleri sonucunda çözüme ulaştırılmış deniz uzlaşmazlıkları da bulunuyor.

Konu Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması olduğunda bu denizde kıyıları uzun olanların, daha uzun hak sahibi olmaları beklenmelidir. Bu coğrafyada ise karşılıklı kıyıları en uzun olan devletler de Mısır ve Türkiye’dir ki aralarında süregelen siyasi uyumsuzluk nedeni ile henüz bir sınırlandırma anlaşma yapamamış olmaları Doğu Akdeniz’deki diğer devletlerin yetki alanı iddialarını serbestçe ileri sürebilmelerin imkân sağlıyor durumdadır.

Sorunun batıdaki bloklayıcısı Ege sorunlarının çözümü, Lozan Barış Antlaşması’nda öngörülen ve hukuken de geçerliliğini koruyan Ege dengesinin uygulanmasında aranabilir. Bu dengeye göre 1923’de üç deniz mili genişliğindeki karasuları geçerliydi ki bu durum hem Anadolu’nun üç mil içindeki adaların Türkiye’ye bırakılmasını hem de Ege açık deniz alanlarının %75’inin diğer devletlerle ortak kullanılmasını sağlıyordu. Bugün yine sağlamalıdır.

Ege’de, Lozan ve Paris Barış Anlaşmaları ile toplam 24 adanın egemenlikleri, silahsızlandırılmak kaydıyla yani “şartlı” olarak Yunanistan’a devredildi. Yunanistan ise bu adaların 16’sını alenen silahlandırdı ve geçmişte de olduğu gibi Türkiye’nin haklarını ihlal eden ve tehdit yaratır yapıda askerîleştirdi. Buna son vermediği taktirde bu adaların egemenliklerinin geri isteneceğinin Yunanistan’ın açıkça farkında olması diplomatik taleplerle sağlanmalıdır. Ege sorunu bu şartlar altında sürdürülebilir bir denge içinde çözülebilir.

Lozan dengeli bu çözümün Yunan iç kamuoyunda kabul görmesi zorlukları karşısında, bir dönem mesela 50 yıl beklenebilir. Bu dönem içindeyse Ege’deki Kıta Sahanlığı hakları “ortak işletim” yapacak bir petrol şirketine, şirketin kendi payı düşüldükten sonra kazançları eşit paylaştıracak şekilde pay etmek kaydıyla devredilebilir.

Bu 50 yıl içinde şunlar olabilir: Ege’de petrol ve gaz olmadığı anlaşılabilir veya tükenebilir ve mesele ortadan kalkarak kendiliğinden çözülmüş olur. Diğer yandan 50 yıl sonunda petrol ve gazın önemi de azalabilir veya kalmayabilir, yerini yenilenebilir enerji, hidrojen, füzyon veya diğer enerji şekillerine devredebilir, sorun odağı yine kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Bu arada nesillerin birbirine de nefreti azalmış olacağından sonraki dönemler daha kolay etkileşim ve iyi komşuluk yapılabilir hale gelir. Çözümler buralarda saklıdır. Bu çözüm önerisi, dünyada en az 20 bölgede benzer sorunlarda işe yaradı, Ege’de neden yaramasın?

Kıbrıs’ta da iki ayrı kurulu devlet birbirlerini “tanıyabilir” ve iki bağımsız devlet olarak ilişkilerini sürdürebilirler. Bu arada 1974 savaşı koşullarını yaratıp bu savaşı kaybedenler “savaş tazminatı ödemelerini” de içerecek bir “Barış Anlaşması” ile ucu açık sayısız konularını sonuçlandırabilirler. Sonrasında her iki kıyıdaş devlet kendi kıyıları açıklarında bulunan deniz yetki alanlarında istedikleri tasarrufları bağımsızca yerine getirebilir, bu da deniz yetki alanı çatışmasını sona erdirebilir.

Amiral Ali Deniz Kutluk’a emekleri için teşekkürlerimle…

 


[1] Bu durum Latince “ipso facto” ve “ab initio” terimleri ile özdeş açıklanmaktadır ki ipso facto: kendiliğinden, otomatik olarak ve ab initio: başlangıçtan itibaren anlamlarını taşımaktadır. Yani sahildarın Kıta Sahanlığı hakları fiili veya diğer şekillerde işgal edilmiş oluşlarına, ilan edilmiş olup/olmadıklarına bağımlı olmaksızın her zaman için sahildarın yetkisindedir.

[2] Bazı Ege adalarının Doğu Akdeniz ile sınırları varsa da bunların “bağımsız birer devlet olmadıkça” deniz yetki alanları ürettiklerini iddia etmek çok garip idi.

[3] Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS), Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Daimî Hakem (La Haye) Mahkemeleri ile Arabuluculuk (Conciliation) mekanizmaları.

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Tayyar Önder 12 Aralık 2020 Cumartesi 12:36

Bu Bilgiler İçin Teşekkürler Sayın Berna Bridge...

Yorumu oyla      2      3  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Erken seçim hangisine yarar?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Endüstriyel futbol öğütüp yutuyor!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva