Kemal ARI
Atatürk’ün mal varlığı!
20 Şubat 2020 Perşembe

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, İş Bankası’ndaki hisseler nedeniyle mal varlığı yeniden gündemde…

Bu gündeme gelmişken, konuyu pek bilmeyenlerin Atatürk’ün mal varlığını yeniden yargılamaya kalktığı da gözlerden kaçmıyor…

***

Sav şu:

Atatürk, nasıl bu kadar önemli gelirleri olan hisseler alabilmiş ve bankaya ortak olabilmiş!

Kafalarda karışıklık olmamalı, her şey açıkça bilinmeli.

Ama amaç, “üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek” olunca, dayanaksız biçimde akıl almaz yorumlar yapılabiliyor…

Kimilerine bakıyorum da şaşırıyorum:

Utanmak yok, sıkılmak yok:

Kişi bir şeyi bilmiyor olabilir; bilmiyorsa susar; ama ya “kasıt”?

Yıllar önce biri çıktı, Mustafa Kemal Atatürk’ün haşa huzurdan, “Zimmetçi” olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti.

Vay! Kendini bilmeze bakın:

Atatürk ve “zimmetçilik” ha!

İnsanın, “Zimmetçi arıyorsan, git başka yerlere gözlerini dik!” diyesi geliyor da hadi neyse; biz kendimize yakışanı yapalım.

Ama adam susmuyor:

Atatürk, o kadar mal varlığını nasıl edinmiş?

Bu nasıl kafa bilinmez:

Büyük Gazi’nin onca zorluklarla geçen, yaşamını ulusa adayan yaşantısına değil de bambaşka konulara odaklanıyor gözler.

Sanıyorlar ki, Atatürk, para içinde yüzdü hep; onca mal, mülk, sayısız köşk sahibi olarak tantanalı bir yaşamın içindeydi.

Allah Allah…

Bu nasıl kafa; nasıl bir akıl ve izan, bilinmez…

***

Takmışlar Hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı’nda gönderdikleri paraya…

Bu para, Atatürk’ün nasıl olurmuş da hesabında yer alırmış!

Aman iftira atmayın da sorun, biz de anlatalım:

Gereksiz hamasetlere, akıl almaz, izan ermez suçlamalara gerek ne?

Efendim konu şudur:

Savaş yıllarında Hint Müslümanları, emperyalizme karşı tam bağımsızlık savaşı veren Anadolu’ya yardım ettiler.

Yaklaşık 500.000 lira paranın üzerinde bir parayı emperyalizme karşı savaşta kullanmak için Atatürk’e gönderdiler

Atatürk de bu parayı Osmanlı Bankası’nda bir hesaba yatırdı.

Ancak Atatürk daha o yıllarda Hilafet’in geleceğin Türkiyesi’nde yer olmadığına karar verdiği için, ileride Halifelik’le ilgili karar verildiğinde, Hint Müslümanları’nın bu parayı geri isteyebileceği olasılığı da vardı.

O nedenle bu paranın kullanılmasında son derece ihtiyatlı davranıldı.

Para geri istenirse, gönderilecekti.

Hem, bu para yeni doğmakta olan Türkiye’nin kefen parası gibi bir şeydi…

Günümüzde, örtülü ödenek diye bir şey yok mu?

Var!

İşte Atatürk de, savaş günlerinde hızlı karar verip, gereken harcamayı yapabilmek için kendi adına gönderilen paranın, üzerinde kalmasında sakınca görmedi.

Ve savaş sürerken; bunun 350.000 lirasını, Batı Cephesi Komutanlığı’nın emrine verdi.

Eğer çok zor anlar ortaya çıkarsa, ölüm parası gibi bu para da kullanılacaktı, buna hiç kuşkunuz olmasın…

Ama gerek kalmadı; Türkler o ölüm kalım savaşından galiple çıktılar ve emperyalist orduları Anadolu’nun bozkırında yendiler…

Hay Maşallah!

Derken, savaş bitti.

Bu paranın önemli bir kısmı harcanmamıştı; daha doğrusu harcamaya gerek kalmamıştı…

***

Ülke kurtulmuştu.

Ekonomide bütün sektörlerde yabancılar egemendi.

Silahla ülkemizi kurtarmıştık ama ekonomik sömürge sürüyordu.

Ancak yabancılar, Lozan’da kapitülasyonları da kaldırmış olan Türkler’in, milli bir ekonomi yaratamayacaklarını, hele bankacılık konusunda hiç başarılı olamayacaklarını ileri sürüyorlardı.

Atatürk bu kısır döngüyü kırmaya kararlıydı.

Milli bir banka kurmaya karar verdi.

O dönemde İktisat Vekilliği yapan Celal Bayar’ı yanına çağırarak, bu parayla bir milli banka kurulmasını, bu işleri de kendisinin yürütmesini istedi.

Celal Bey, bakanlık görevinden istifa ederek, Atatürk’ün isteğini yerine getirmek amacıyla banka kurulmasına çalıştı.

Böylece Hint Müslümanlarından gelen para, Türkiye İş Bankası’nın öz sermayesi yapıldı.

Anımsatalım, banka devlet bankasıydı…

***

Bir başka şey daha yaptı Atatürk:

Ülkenin varlıklı insanlarını bu banka için sermaye koymaya çağırdı. Kendisi de Savaş yıllarında aldığı ve harcama imkanı bulamadığı maaşlarındın birikmiş parasıyla da İş Bankası’ndan tahviller aldı.

Derken, İş Bankası çok başarılı bir verim gösterdi.

Tahviller değerlendi.

Bu parayı; 1927’de büyük Nutuk okunurken, kendi çocuğu gibi gördüğü ve devlet partisi niteliğinde olan CHF’na (Cumhuriyet Halk Fırkası) bağışlayacağını açıkladı…

Bunu da yaptı.

Ancak bir engel görüyordu:

Kendinden sonra varisçileri medeni yasaya göre bu paradan pay isteyebilirlerdi.

Bunu ise hiç istemiyordu.

Bu nedenle “Büyük Gazi’ye Mahsus” olmak üzere özel bir yasa çıkarıldı ve varisçilerinin ileride, ölümünden sonra böyle bir girişimde bulunmalarına engel olundu. Bir ölüm olduğunda bu para Atatürk’ün kan bağı olan varisçilerine değil, büyük Türk Milleti’ne kalacaktı…

***

Sonra; çiftlikler…

Ülke tarım toplumuydu güya ama ürettiği kendine bile yetmiyordu.

Modern bir tarımın nasıl yapılacağını göstermek istedi.

Ankara’da, içinden üç dört derenin aktığı geniş bir bataklık ve sazlığı parasını ödeyip, satın alarak; yerli ve yabancı ziraat mühendislerini devreye soktu. Hiç birisi, burada tarım yapılabilir demiyor; “Olmaz bu iş!” deyip kestirip atıyorlardı.

O yılmadı.

Bir ekip kurarak; bataklığın kurutulmasını sağladı.

Su çekilince; kum ve kireç yığını bir alan ortaya çıktı.

Bu kez toprak ıslah çalışmaları başladı. Çiftlikte iki çadır kurdurdu.

Birinde mühendisler ve diğer çalışanlar; ötekinde kendisi kalıyordu.

Beyler, çadırda kalan bir cumhurbaşkanından söz ediyoruz.

Ve sonra, Söğütözü’nde bir bekçi kulübesi gibi yere geçti.

Olmadı; devlet başkanına ayıptır deyip hükümet, bir geniş kulübe inşa etti. Ve Atatürk Orman Çiftliği yapılırken bu kulübede geçirdi zamanının bir kısmını…

Temel amacı; Ankara’da, çöl ortasında bir cennet yaratılabileceğini göstermekti.

Halk burada rahatça gezip dinlenebilmeli, yine burada üretilen katıksız, hilesiz gıdaya ulaşabileceği bir çiftlik yaratmaktı.

Ve bunu başardı.

Traktörde çift sürdü.

Ektirdi, biçtirdi.

Ve modern çiftlikler kurup, tavuk ve diğer hayvan türlerinin yetiştiriciliği sıhhi ve modern yöntemlerle nasıl yapılır, bunu öğretmeye çalıştı.

Kaliteli tohum üretiliyor, çevre köylere ücretsiz dağıtılıyordu.

Ve üretilen ürünler, para etti, çarşıda pazarda…

Bu gelirle, gazoz fabrikası, peynir ve süt atölyeleri, hatta çiftlik işlerini yapmak üzere demir atölyesi bile kurdurdu…

***

Artık başarmıştı.

Birkaç yerde daha çiftlik kurup; o yörenin köylüsüne modern tarım tekniklerini öğreten birer okul yaratmaya çalışıyordu.

O günler; “Köylü milletin efendisidir!” dediği yıllardı.

Ve günün birinde kararını açıkladı:

Bu eserini ve başka yerlerde, örneğin Adana’da kurdurduğu çiftliği; yurt gezileri sırasında kendine armağan olarak sunulan ve ulusal savaşın önemli bir evresinde kaldığı kimi evleri; hazineye verecekti.

Bunun karşısında hükümet ve meclis, kendisine minnet duygularını açıklayan bir telgraf çekti.

O, bu telgrafa şu karşılığı verdi:

“Benim milletime yaptığım bu armağanların bir önemi yoktur. Ben, günü geldiğinde bu millet için en değerli şey olarak, canımı vereceğim!”

Bu bağışın tarihi, 1937’dir.

***

Ve kalan diğer varlığı:

1938’de vasiyeti:

Manevi çocukları Ulkü, Afet ve Makbule’ye iş bankası hisselerinden ömürleri boyunca geçinebilecekleri kadar maaş (200 lira gibi); öteki manevi kızı Sabiha Gökçen’e bir ev ve yine ötekiler gibi maaş…

Kız kardeşi Makbule’ye ölümüne kadar geçinebileceği maaş!

Ya gerisi?

Bu da Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu arasında paylaşılacaktır..

Evet, devletinin ona sağladığı maaş, o günün koşullarına göre yüksekti...

Ancak o kendini hiç devletinden ayrı bir varlık olarak görmüyordu ki...

Türkiye O, O Türkiye'ydi...

Aldığı maaşı, yine bütünüyle bir şekilde devlete dönecek kanalları o günün uygulamalarında buluyordu...

Devlet işleri kadar; o günün yoksul Türkiyesi'nde kimsesiz ve başarılı çocuklarının eğitimi için harcıyordu maaşını...

Daha da ötesi, köşkte yemek içmek gibi bütün harcamalar; gelen heyetlerin ağırlanması, köşkte görev yapanların maaşları, yurt gezilerindeki harcamalar; verilen yemekler bütünüyle o tek maaştan karşılanıyordu.

Öldüğünde, hiçbir varlığı yoktu Atatürk’ün…

Beyler:

Yaptıkları olağanüstü hizmetleri “vatan ve namus görevi” olarak gören bir kuşaktan söz ediyoruz…

Bir söz söylemeden önce kırk düşünün, bir söyleyin…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Baba Muhalefet 20 Şubat 2020 Perşembe 15:17

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ün yaşamının en kısa/en küçük bir evresinde dahi şaibe ya da gebelik olsaydı ve dolayısıyla şu veya bu nedenle dizginleri kaptırmış olsaydı Batı'nın emperyalist devletlerinin üstü kapalı veya açık tehditleri/mektupları karşısında kılını kıpırdatamazdı, pısardı ve Kurtuluş Savaşını veremezdi. (Lafım meclisten dışarı!)

Yorumu oyla      2      3  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Fenerbahçe ne istiyor?
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Yarattı... Veda ederken ağlattı!
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Memleketin birinde insan manzaraları(!)
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Tükeniş!
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Kara kaplı defter!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Nereden nereye?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Çanakkale artık barışın merkezidir!
Kemal ARI
Kemal ARI
'Cehennem savaşı'nda ne yediler ne içtiler?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bölgecilik, mezhepçilik ve inşaatçılık...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Unutulmazlar...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva