Gönül Soyoğul
Cenderedeki medya...
1 Ekim 2015 Perşembe

GEN: Gazeteciler için ‘gerçeğin bekçi köpeği’ derler. Bu havalı cümle, ne zaman birileri gerçeklerin üzerini örtmeye kalksa, gazetecilerin toplumu alarma geçirdikleri savına dayanır. Bu kuyruklu bir yalan ama aynı metafordan yola çıkıp, medyanın ‘köpek’ olduğunu ispatlayabilirim. Sadece bu ülkede değil, dünyanın her yerinde, tasmasını elinde tutanın önünde kuyruk sallarken sahibinin ‘tut’ dediğine fena halde saldıran bir köpek…
Medyanın tanımı üzerine yazılmış bütün kitaplarda ve bilimsel tebliğlerde iki tespit ön planda. Biri, medyanın dünyada olup bitenleri öğrenmemizi sağlayan önemli bir araç olduğuna ilişkin. Bu yaklaşıma göre, insanlar hiç ulaşamadıkları yerlere ancak medya sayesinde ulaşıp ‘haberdar’ olma şansına sahipler. Diğeri ise, ideolojik bir yönlendirme aracı olarak medyanın topluma en sıradan olayları aktarırken bile arkasına aldığı güç odaklarının toplumu şekillendirme çabasında eşsiz bir güç olduğu.
Aslında her ikisi de doğru ama eksik. Yani dünyanın birbirinden uzak köşelerinde yaşayan milyarlarca insanın maruz kaldıklarını, evlerimize kadar girmeye muktedir iletişim araçları sayesinde biliyoruz. Buna mukabil, yine medya olmasaydı yeryüzündeki milyarlarca insanın maruz kaldığı olaylarla ilgili bu kadar fazla ön yargı biriktirebilir miydik? Görünen o ki medya, bizi haberdar edip bilgilendirdiği kadar, bilinçaltımıza mayınlar döşemeyi de iyi beceriyor.
Bu mayın döşeme ‘sanatı’na ‘toplum mühendisliği’ deniliyor. İktidarlar, bu uğraşta ellerindeki en güçlü aracın medya olduğunun farkındalar. Dolayısıyla bütün güç odakları, medyayı tasmasından tutmayı pek seviyor ve asla ellerinden bırakmak istemiyorlar. Toplumsal bilincin çarpıtılmasını sağlayacak bu müthiş silah. Onların ömürlerini uzattığı kadar hükmetme kabiliyetlerini de artırıyor. O nedenle de medyayı ele geçirmek için çok fazla kafa yorup uzun mesailer harcıyor, türlü çeşit strateji üretiyorlar. Ölçülüp biçilmiş, ince ince hesaplanmış, hedefleri ve ittifakları belirlenmiş, derin medya stratejileri bunlar. Bu stratejiler sayesindedir ki köpek, sahibinin işaret parmağını takip edip gösterdiği herkesi ısırıyor.
 
STRATEJİ: Günümüzde bu köpeği yönlendirme stratejisini gören gözler için AKP iktidarının “şecaat arz ederken sirkatini belli ettiği” konudur. İktidar özgürlük ve demokrasi söylemini vaaz edip vesayeti kaldırıyoruz derken aynı silahları kullanmaktan geri durmadı. Çünkü aslen ne demokrattı ne de liberal.(…)
 
KRİPTO: WikiLeaks belgelerinden çıkan ve Türkiye’yi yakından ilgilendirdiği halde ancak 2011 sonunda kamuoyuna mal olan Haziran 2003 tarihli bir kripto, hükümet yanlısı medyanın güçlendirilmesine ilişkindi. ABD Büyükelçisi Robert Pearson tarafından ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen kriptoda, “Güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup, gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır” denilmesini, yaşadığımız gelişmeler ışığında AKP iktidarına yönelik basit bir akıl hocalığı olarak görmek büyük bir saflık olur.
Ve şimdi soralım! Acaba iktidar destekçisi güçlü bir medya grubunun oluşturulması konusunda ABD’li yetkililerin Başbakan Erdoğan ile vardıkları anlaşmanın gereği yerine getirildi mi? Eğer yerine getirildiyse bunun için neler yapıldı? AKP iktidarı sonrasında medyanın genlerinde ne değişti, ne aynı kaldı? Darbe karşıtlığı gibi çok haklı bir zeminden yola çıkan AKP, zamanla ‘muarız’ gördüğü herkesi hedef haline getirirken, medyaya nasıl bir rol biçildi? İşte bu sorular ve daha fazlasının yanıtları için sayfaları çevirmeye başlayın. 2002 sonrası bu saldırgan yaratığın genleriyle oynanması sonucu ortaya çıkanı; belgeler ve yaşanmış olaylar eşliğinde keşfedin” diyordu gazeteci Ertuğrul Mavioğlu; “Cenderedeki Medya, Tenceredeki Gazeteci” kitabının önsözünde.
AKP iktidarının başladığı 2002’den, kitabın yazılış tarihi olan 2012’ye kadar olan süreci, geçmişteki kimi ‘köpek’lik örneklerini de hatırlatarak yakın basın tarihimize ışık tutan, aslında nasıl bir karanlık içinde olduğumuz gösteren usta gazetecinin önsözüyle açılışı yapmamın nedeni belli. Uzun süredir sahiplerinin işaret parmaklarını takip eden, pervasız bir arsızlıkla ısırılacağını sözlü ve yazılı olarak beyan eden güruhun hedefinde olan Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın, evinin önünde burnu ve kaburga kemikleri kırılana dek dövülmesi.
Dövenler yakalansa da bu maşaları/tetikçileri kimlerin kiraladığı henüz aydınlatılmadı ama sözlü/yazılı sürekli ölüm tehditleri alan, devletin en tepesindeki isim dahil muktedirler ve onların işaret parmaklarını takip edenlerce uzun süredir hedef tahtasına oturtulmuş bir gazetenin, hedef seçilmiş yazarının ‘korunma talebi’ne rağmen Emniyet’in/Valiliğin gösterdiği isteksizlik/vurdumduymazlığı ‘iktidar hanesine’ yazmayacağız da nereye konuşlandıracağız?
2002 yılından itibaren medyanın kontrolünü ele geçirme planını oya gibi işleyen… 2011’den sonra ise ‘tığ’dan ‘çuvaldız’a geçip ‘sahip’liği pervasızca yapmaktan hiç çekinmeyen AKP iktidarı döneminde yüzlerce gazeteci hapishanelerle tanıştı (hala tanışıyor),
Yüzlercesi mahkemelere taşınıp durdu (hala da taşınıyor),
Ünlü-ünsüz yüzlerce gazeteci, basın emekçisi işinden oldu (hala oluyor).
Basın özgürlüğü ihlalleri ve tutuklamalarda Türkiye, Çin’in ardından dünya ikinciliğine oturdu.
İktidarı eleştirenlere yapıştırılan ‘vatan haini/bölücü/terörist’ yaftası ise sıradan sıfatlardan oldu.
Ama yazık ki medya, daha ilk günden belli olan sonuca karşı etkili bir birliktelik/meslek cephesi oluşturup dik duramadı; tek tek karşı duranlar da kısa sürede piyasadan buharlaştırıldı.
‘Cenderedeki Medya, Tenceredeki Gazeteci’ye dönersek…
Kitabın son sayfasında, mesleğin hem tozunu yutmuş, hem akademisyen olan basının saygın isimlerinden Tuğrul Eryılmaz’la yapılmış röportajda, Ertuğrul Mavioğlu soruyor:
“Dünün gazeteciliği ile bugünün gazeteciliğini kıyaslarsak, en temel fark hangi noktada?”
Eryılmaz yanıtlıyor:
“Eskiden de sansür, manipülasyon vardı. Ama eskiden kavgası çıkardı bunun. Şimdi kavga da yok. Bütün gazeteler neredeyse aynı başlıklarla çıkıyor. Bunu gösteriyorsun ama kimse umursamıyor. Türkiye’nin basın tarihini yazanlar, özellikle 1980-2015’e kadar çok kötü şeyler yazacaklar meslek adına. Hem de birer birer, isim isim yazacaklar, onlar açısından utanç olacak bu.”
 
AKP iktidarında en büyük yazar kıyımının yaşandığı Hürriyet Gazetesi’nin ses getiren ilk ‘sarı öküz’ü Emin Çölaşan olmuştu; sonrası Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Ferai Tınç,Uğur Dündar, Seçkin Türesay, Özdemir İnce, Rahmi Turan ve dahasıyla devam etmişti hatırlarsınız.
26 Şubat 2010’da AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yaptığı konuşmada gazete sahiplerini köşe yazarları konusunda uyaran ve ‘Ne yapayım köşe yazarına hakim olamıyorum diyemezsin. O insanlara o kalemleri teslim edenler der ki, ‘Kusura bakma kardeşim, bizim dükkanda sana yer yok. Çünkü herkes vitrinine layık olanı koyar..’ diyen dönemin Başbakanı Erdoğan’ın basına, özellikle de Hürriyet’e yönelik engin sevgisi (!) ‘tarafsızlık yemini’ ederek oturduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğunda da sürüyor.
Erdoğan Aydın Doğan’a yönelik sevgi sözcüklerini kürsülerden dile getirirken, Doğan da gazete sütunlarından Cumhurbaşkanı’na açık mektuplar yazıyor. Mehmet Metiner gibi ölümüne bağlılık yemini etmiş vekiller de “Haddi bilecek Aydın Doğan. Onun tırnaklarını da dişlerini de sökmesini biliriz” cümleleriyle Erdoğan’ın doğal sözcülüğünü yapıyor.
‘Her iktidarın amentüsü olan zorbalığı özgürlük gibi yutturma becerisini AKP kadar başarılı yürüten başka bir iktidar olmadığı’ içindir ki, 13 yıllık basın karnesi bir köşeye, hatta bir kitaba sığmayacak boyutta. Bu karneye, iktidarın iktidar kalmak uğruna tırnak/diş sökme dahil her tür işlemi devreye sokacağını görmek için ‘ileri görüşlü’ olmaya hacet yok.
Her kesimden her görüşten insan okuduğu için iktidarın şimşeklerini fazlasıyla üzerine çeken Hürriyet’e yönelik maddi/manevi ağır baskının süreceği de aşikar. Ahmet Hakan’a yapılan iğrenç saldırıyı/şiddeti, şiddetle kınarken, bunun bir son olmasını isterken… Yazının sonunu da girişteki kitaptan, ‘Cenderedeki Medya, Tenceredeki Gazeteci’nin arka kapağında yer alan ‘Fransız Devrimi’nin o ünlü sloganı ile noktalayalım:
Onlar, dizlerinizin üzerine çökmüş olduğunuz için size büyük görünüyorlar; ayağa kalkın!

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
muhalif 1 Ekim 2015 Perşembe 21:50

sn.soyoğul valla tebrikler, başka söze hacet kalmamış, kaleminize sağlık....

Yorumu oyla      13      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
N'oluyor o balkonda?
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Kazanan yok, kaybedenler Gazze’deki Müslümanlar
Tayfun MARO
Tayfun MARO
İki yüzlü ahlak her yerde…
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Koltuklar devredilirken!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva