RÖPORTAJLAR
15 Temmuz 2015 Çarşamba

Terim için de, korkan, sinen insanlar için de üzülüyorum!

Gönül Soyoğul sordu, Fatih Terim yazısı nedeniyle Vatan Gazetesi'ndeki işine son verilen İzmirli gazeteci anlattı...

Terim için de, korkan, sinen insanlar için de üzülüyorum!

Konunun üzerinden zaman geçti, yazıldı çizildi, tweetler atıldı, retweetler yapıldı, küfürler beddualar edildi, kısmen rahatlandı. Gündem dediğin ‘oyun hamuru’, mıncıklandı, yoğruldu da ortaya çıkan şekil ne? Ben söyleyeyim, işsiz bir gazeteci daha! Neden, hepinizin malumu… ‘Devletin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif etmek/vatan hainliği/Sosyal bir sınıfın diğer sosyal bir sınıf üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya bir sosyal sınıfı devirmek veya ortadan kaldırmak’ falan değil. Neden, ‘antrenör Fatih Terim beyefendinin Alaçatı’daki kızının villası çevresindeki sokak köpeklerine karşı duyduğu rahatsızlığa hoştunuz demek!’ Onun da kalkıp aynı havuzlarda yüzdüğü gazete sahibi kankisinden ‘sokak köpeciklerini attıramadım Alaçatı’dan, bari bu kızı atın Vatan’dan’ ricası/emri üzere, önce yazısının ardından kendisinin buharlaştırılması… Sebep trajikomik olsa da sonuç komik değil, trajik elbet. Ve o kız 20 yıllık gazeteci. İşini iyi yapan, düzgün yapan fevkalade bir gazeteci. Magazin camiasında güvenilen ender isimlerden biri. Benim arkadaşım. Dünyanın en sahici, en kalp sahibi insanlarından. Evde Golden beslediği için kendini hayvansever sananlardan değil, sahipsiz canların canı gerçekten. 20 yıl önce onu tanıdığımda da öyleydi, bugün de öyle. Dün de hayvan hakları için yazardı, bugün de. Moda olduğu için değil, dilsiz canların dili/sesi olmak adına, gerçekten öyle hissettiği için hem de.

Başına gelene inanamadım sahiden. Paraya para, pula pul demeyen, yoksulluk günlerini kanırta kanırta aşmış bir adamın, sırf canını sıktığı için can yakmasına, ‘atın bu kızı işten’ demesine… (ki dememiş olsa düzeltirdi durumu, saçmalamayın ben kızdım diye insan işten mi atılırmış der, hatalı bulduğu kararın telafisini sağlardı ama yapmadı) İnanamıyorum, kabullenemiyorum.
Kalktım gittim Alaçatı’ya. Yıllar önce yerleştiği baba evine onu görmeye/hasret gidermeye. Derdine derman olamasam da ‘yanındayım’ demeye. Aslanlar gibi dik durduğu için sarılıp öpmeye, kucaklamaya…

Gerçek dostluklar araya zaman/mesafe girse de, yıllarca görüşülmemiş olsa da kaldığı yerden anında başlar ya. Bizimki de öyle oldu. Öğle sıcağında girdiğim evden, akşam karanlığında döndüm evime. Yarım saati işti/söyleşiydi, kalanı bizdik. 6 yıldır biriktirdiğimiz cümlelerimizdi, dostluğumuz, geçmişimiz, birbirimize duyduğumuz sevgimiz saygımızdı. Hoyrat ve nobran zamanların buluşturmasa da araya giremediği/dağıtamadığı arkadaşlığımızdı.

Uzun saatler bize kalsın, yarım saatlik söyleşi size derken, fotoğrafları çeken ve konuşmalarımıza tanıklık eden genç meslektaşım Mehmet İşler’in dönüş yolunda söylediği ‘bu mesleğe sizin zamanınızda başlamayı isterdim, her şey ne kadar farklıymış’ sözlerini de not düşmüş olayım…  
 
GÖNÜL SOYOĞUL: Geçmiş olsun diyenlere anlattığını saymazsak, www.sacitaslan.com’daki yazında da anlattın, Birgün’deki röportajda da. Biliyorum sıkıldın ama velev ki ilk kez duyanlar için baştan alsak…


ÖNCEL ÖZİÇER:
6 senedir yaz kış burada yaşıyorum. Burada kışın hayat el ayak çekildiği için sen ben bizim oğlan kalıyorsun. Çok da samimi oluyorsun. Şehirdeki arkadaşlıktan daha samimi oluyor buradaki ilişkiler. Dolayısıyla daha da çabuk bozulabiliyor aslında. Aslında çok eskiden tanıdığım ama burada samimi olduğum arkadaşlarımın her zaman gittiğim mekanlarına gittim bir gün, sohbet ederken ‘başımıza bir şey geldi. Fatih Terim bizim yan komşumuz oldu’ dediler. Bu arkadaşlarımın da bahçelerinde baktıkları 8-9 tane sokak köpeği var, ayrıca sokaklarında da çok köpek var.

- Bu arada ev Fatih Terim’in evi değilmiş, değil mi?

ÖZİÇER:
Değil. Kızı Merve’ye hediye almış diye biliyorum. Ama bütün Alaçatı’da ‘Fatih Terim’in evi’ diye biliniyor. Arkadaşlarım, ‘Köpeklerden rahatsız olup bizi eve çağırttı’ dediler. Bunu böyle gülerek söylediler ama güçlerine de gitmiş. Hem bozulmuşlar ama gülerek de anlatıyorlar, ‘‘ayağına çağırdı bizi. Dedi ki ‘köpekleriniz koku yapıyor’’ Merve’nin bebeği de prematüre doğmuş. İhtimam gösteriyorlar doğal olarak. ‘Mikrop saçar falan. Alın köpeklerinizi buradan. Siz alamıyorsanız ben onlara bir yer bulayım’ bunu söylemiş adam Allah var. Arkadaşlarım da “Gerçekten bizim köpekler pis kokuyor. Adam haklı’ deyip kendi başlarına halletmek için yer arayışına girmişler. Tam sezon başı kendi işleriyle uğraşırken bir yer bulmuşlar orayı çitle kapatmışlar. Köpekleri oraya tek tek taşımışlar. Çok güçlerine de gitmiş köpeklerinden ayrılmak ama üstüne basa basa söylüyorum Fatih Terim’e hak vermişler. Fakat ne zaman Terim bir daha ayağa çağırıp ‘bu sokaktakileri de alın götürün buradan’ deyince o zaman çok sinirlenmişler ‘ona da biz bir şey yapamayız’ demişler. Bende arkadaş koruyup kollama duygusu fazlaca gelişmiş olduğundan, hem onların anlatış şekillerinden, huzura çağrılmak güçlerine gittiğinden, hem de konuya üzüldüğümden içimdeki cengaver ortaya çıktı, bir anda Jan Dark oldum! Zaten köpeklere karşı hassasız. Nasıl olmayalım, kışın burada kimse kalmıyor. O köpekler bize kalıyor. O köpeklerin neler çektiğini biz biliyoruz. Burada ÇESAL diye bir dernek var ve o dernek haricinde kışın da burada yaşayan insanlar var. Gözlerinin içine bakılıyor o hayvanların. Biz de bayıldığımızdan ‘aman ne olsun sokaklar köpek dolsun’ diye beklemiyoruz burada! Ne yazık ki sokaklar köpekler dolu. Her gelen tatilci arkasında 2-3 köpek bırakıp gidiyor. O köpeklerin hepsine bakılıyor, kısırlaştırılıyor, aşıları yapılıyor. Kışın soğukta yağmurda çamurda mamaları önlerine konuluyor. Çünkü barınak ağzına kadar dolu ve çok kötü şartlarda. Çeşme barınağına köpek konulamıyor şu anda. Çeşme belediyesinin veterinerliği de gerçekten ÇESAL’a çok yardımcı oluyor.

- Bahçedeki köpeklerinden Terim’i rahat ettirmek için ayrılan konu sokak köpeklerine gelince bir şey yapamayız diyen komşuna dönersek…

ÖZİÇER:
‘Çok korkuyorum. Götürecekler hayvanları’ dedi. Çünkü Terim’in yanında Malik diye bir adam çalışıyormuş, o Malik herkese ‘ya bunları alın. Ya da biz bunları kamyonlara koyup ya barınağa götüreceğiz ya da otoyola bırakacağız. İcabına bakacağız’ diyormuş. Şimdi bu laf Alaçatı’da çok döndü. Otoyola bırakmak dedi mi demedi mi? Ben komşudan, denildiğini duydum. Ama şöyle de denmedi, ‘Bunları otoyola bırakalım gebersinler gitsinler’ yok. ‘Bunları siz almazsanız biz kendi yöntemlerimizle kamyona koyup götüreceğiz. Artık barınağa mı otoyola mı götürürüz. Götüreceğiz bunları buradan’ lafı denmiş; benim komşuya da ÇESAL’ın görevlisi Baha Bey’e de. Baha Bey de zaten şahitlik yapacak. Komşulara ‘ben bunu yazacağım. Bu önemli bir haber dedim. Ben yazacağım dedikten sonra ‘yaz ama isim verme’ dediler. ‘Vermem’ dedim. Masada da iki tane arkadaşımız var.

-Vatan’daki yazın buharlaşmadan önce ben okumuştum, orada isim falan yoktu zaten.

ÖZİÇER:
İsim de vermedim ‘komşudan duyduğuma göre’ falan da demedim. Ben gazeteciyim Alaçatı küçük yer. Duymuş olabilirim bir yerden. Bunlar o kadar korktular ki, kendi kendilerini ihbar ettiler. Ellerinde bir kağıt parçası ‘Öncel kusura bakma. Bu adam çok güçlü. Kapısında mafyatik tipler dolaşıyor. Biz bunlardan çok korkuyoruz. Bunlar bizim mekanımıza ceza yazdırmaya niyetleri olsun yeter ki. Bizim cezalık bir şeyimiz yok ama çerden çöpten her şeyden ceza yazarlar. Zabıta yollar bizim işletmemizi batırırlar. Biz buradan taşınmak zorunda kalırız. Köpeklere o zaman kim bakar?’ dediler.

- Nasıl bir korkudur bu, anlayamıyorum…

ÖZİÇER:
Onu bilemem ya da öyle bir algı yaratmış adam yani. Ama şunu da biliyorum, o yanındaki adamlar belediyeyi sürekli arayıp, ‘alın bu köpekleri. Yoksa biz alacağız’ dediğinde belediye veterineri her seferinde aynı cevabı vermiş ‘bizim böyle bir yetkimiz yok. O hayvanları biz kısırlaştırdık. Aşıları tamam. Onlar bulundukları yerde yaşamak zorundalar. Kanun da bunu gerektiriyor’ demiş. Fatih Terim emretti diye almadılar köpekleri. Fakat bunlar çok korktu. Dedim ki ‘siz niye korkuyorsunuz. Atacaklarsa beni işten atarlar. Yazıyı yazan benim. Niye geri adım atıyorsunuz?’

- Ama attılar…



ÖZİÇER:
Evet, dediklerini gerçekten yaptılar, yazdılar bir kağıt parçasına uyduruk bir şey ‘biz Fatih Terim’in komşuluğundan gerçekten memnunuz’ gibi saçma sapan bir şey, peçete gibi bir şeye. Rezil rüsva bir olay yani. Bu karşı tarafın elini güçlendirdi. Bir anda ‘bak gördün mü bu kadın yalan yazıyor’ oldu. Ondan sonra benim için çok zorlu bir süreç başladı. Çok zor bir durumda kaldım. Ben elimde ses kayıt cihazıyla dolaşmıyorum. Ben köşe yazarıyım. Ben haberci değilim ki, bir kanıtım olsun. Ben bir duyum aldım, birileri bir şey anlattı. Birkaç kişiden daha aynı şeyi duydum ve yazdım. Bu arada yazımı gazeteye yolladığımda çok beğendiler, ‘Öncel biz bunu manşet yapacağız’ dediler. Dedim ‘yapın ama ÇESAL’la da konuşun. Bakın onlar size başka ayrıntılar da verecek. Madem haber yapacaksınız sadece benim yazımdan yapmayın’ dedim. Gerçekten de ÇESAL’ı aradılar. ÇESAL beni doğrulayan şeyler söyledi. Fakat sanki o haberi ben yapmışım, o başlığı ben atmışım, o fotoğrafları ben basmışım gibi bütün oklar bana döndü. Yazı o gün kaldırıldı. Kaldırıldığında anladım zaten kovulacağımı.

- Sana telefon açıp yazını kaldırıyoruz diye haber verdiler mi?

ÖZİÇER:
Hiç kimse bir şey demedi..

- Sen de açıp sormadın?

ÖZİÇER:
Sordum canım. Editör kızları aradım, ‘kızlar yazım yok’ dedim, ‘yukarıdan kaldırıldı’ dediler. O yukarısı neresi bir türlü bilemedim. Bir isim yok. Yukarısı kim; diyorum. Çıt çıkmıyor. ‘Yukarıdan emir’ diye bir şey var gazetede. Kim yani? İnsan kendisini savunmak da istiyor.

- Yazını uçurdular ama yazma falan da demediler, öyle mi?

ÖZİÇER:
Demediler, ben yazılarımı yollamaya devam ettim. O haftaki yazılarım çıktı fakat o sırada sürekli telefon geliyor yazı işlerindeki arkadaşlardan, ‘Öncel çok baskı var. Fatih Terim arıyor yukarıyı. Baskı var. Biz birkaç gün senin yazılarını yayınlamayalım. Belki unutur’ dediler. Terim, benim için ‘kızımın düğünüyle de ilgili dalga geçen yazı yazmıştı. O bizim aileye taktı’ diyormuş. ‘Olur mu öyle yazılarını birkaç gün yayınlamalım, belki unutur seni! Ne saçma şey. Belli yani çıkarılmışım’ dedim editörlere; ‘Sen de hemen celallenme. Pazartesiyi bekleyelim. Belki bir yol bulunur’ dediler. Onlar da istemiyorlar. Yazı işleri de biliyor benim doğru yazdığımı. Herkes biliyor yani.

-Pazartesi günü?

ÖZİÇER:
“Pazartesi aradılar binbir özür dileyerek ‘kusura bakma biz dayanamayacağız. Kesinlikle yazmanı istemiyorlar artık. Çok mahcubuz sana karşı’ dediler. Zaten yazı işlerine bir kızgınlığım yok. Öyle ayrıldım işte. Zoruma gitti tabii. Beni çıkardıklarına dair bir yazı istedim, çünkü hakikaten zoruma gitti. Böyle mahkemelerle uğraşmayı sevmem ben ama o kadar zoruma gitti ki… Ortada bu kadar doğru bir şey var, beni destekleyen şahitler var. Böyle bir olay var. Allah aşkına herkes bunu anlasın. Bu adam bu köpekleri istemedi. O ve yanındakiler ‘ya siz bunları alın ya da biz kendi yöntemlerimizle kamyona koyup götüreceğiz’ dediler. Bunun bir sürü şahidi var. Artık neyin üstüne gidiyorsunuz? Yanlış anlaşıldık deseydi, bir şey deseydi ama beni yalan haber yapmakla ve kovmakla…(sinirden dudaklarını kemiriyor)

- Bu arada bir de açıklama yaptı…


Kapısının önünden hiç ayrılmayan, bahçeye giriş çıkış izni olan bir sokak köpeğini saymazsak eğer, sevgili Öncel’in evinde 3 kedi (Cacık, Muşko, Mehmet) ve bir köpek (Ayşe) yaşıyor. Hepsi de birbirleriyle canciğer kuzu sarması olmasalar da birbirlerinin yaşam hakkına saygılılar kimi insanlardan farklı olarak…

ÖZİÇER:
‘Ben barınak yaptırmak istedim. Acıdım o hayvanlara’ demiş. O hayvanların bir kere acınacak bir tarafı yok. Hepsi topaç gibi. Herkes gitsin baksın. İzmir CHP Milletvekilli Zeynep Altıok geldi. O da gitti kendi gözüyle gördü. Hepsi de bakımlı, kulakları küpeli, kısırlaştırılmışlar, bütün mahalleli onları besliyor. Kimseye saldırdıkları yok. Onlar orada doğal olarak ecellerini bekleyen zavallı hayvanlar. Zavallı derken de hakikaten çok açlarmış çok bakımsızlarmış çok aç oldukları için havlıyorlarmış değil! O seni korumak için havlıyor geceleri. Açlıktan havlamıyor. Aç olsa havlayacak hali kalmaz.

-Açıklaması da gülümsetti zaten, ‘Ben köpekleri severim. Benim evde bir tane Golden var…’

ÖZİÇER:
İşte bir tane Golden bakmakla hayvan sever olunmuyor ne yazık ki. Golden’a bakıcı bakıyor, yemeğini suyunu koyuyor. Adam gezdiriyor. Öyle olmuyor. Ayrıca herkes hayvan sever olmak zorunda da değil. Köpek sevmek, beslemek zorunda değil. Korkabilir ama besleyene karışma bari zarar vermiyorsa.

-Ben şuna takıldım. Yazı işlerinden senin kelleni isteyen Terim miydi, yoksa onun kızdığını görüp durumdan vazife çıkaranlar mı, kraldan çok kralcı olanlar mı?

ÖZİÇER:
Terim’in istediğine eminim. ‘Benim kızımla da dalga geçti’ lafını duyunca anladım gerçekten kendisi. Çünkü bundan daha önce de rahatsız olduğunu ortak bir arkadaşımız dolayısıyla öğrenmiştim ben. Ortak arkadaşlarımızı arayıp ‘sen nasıl izin verdin? Hani Öncel senin en yakın arkadaşındı. Nasıl izin verirsin kızımızla dalga geçmesine’ demişler. Çünkü ben izin alacağım ya bir şey yazarken! Ortak arkadaşlarımızı arayacağım diyeceğim ki ‘senin arkadaşın ama…’ Allah Allah yani. Ve o ortak arkadaşlarım da gerçekten bana küsmüşlerdi o zaman. Şimdi daha çok küstüler ‘sen nasıl yazarsın bilmiyor musun benim en yakın arkadaşım’ diye bana fırça atmaya kalktı.

- Senin işten çıkarılmanı isteyen Terim, bunu yerine getiren de yazı işleri. Sonuçta sen bir köşe yazısı yazdın ve içinde hakaret içeren bir cümle de yok. Senin yazını manşete taşıyan yazı işleri. Yazına/sana sahip çıkılmamasını nasıl değerlendiriyorsun?

ÖZİÇER:
Çünkü gazetecilik yapılamıyormuş. Bunu görmezden gelmeye çalışıp kendimi kandırmaya çalışıyormuşum ama gerçekten gazetecilik yapılmıyormuş. Bunu kabul ettim. Birilerinin hoşuna giden şeyi yazacaksın, birilerinin hoşuna gitmeyen şeyi yazmayacaksın. Böyle sürecekmiş, devran buymuş…

- Sen böyle bir haberi geçmişte yapmış olsaydın?

ÖZİÇER:
Prim almıştım, ödül almıştım. Özel haber bu. Vatan’daki arkadaşlarımız ‘çok üzgünüz. İlk defa Makaron’un bir haberi bu kadar konuşuldu’ diyorlar. Ve yapan kovuldu! Güler misin ağlar mısın yani. Ağlamıyorum da pek gülünecek tarafı da yok. Yani bana bu zamana kadar çok hakaret davası açıldı, dilimin kemiği olmayabilir, bazen gerçekten ayarımın kaçtığı oluyor. Ben de kabul ediyorum ama ne muhabirliğimde ne de 20 senedir kimse bana ‘yalan haber yapıyorsun’ dememişti. Yalan haberden kimse bana dava açmadı. İthamda bulunmadı. Bana karşı kazanılan davalarda karşı tarafa hak veriyorum. Evet kardeşim ben senin yerinde olsam ben de kendime dava açardım bile dedim ama bu konuda çok zoruma gidiyor, çünkü ben çok haklıyım. Yalan yazmadım. Şimdi Fatih Terim’e karşı bir linç var. Benim üzerimden herkes nefretini kusmaya başladı. Bu da bana karşı dönüyor. Bütün sorumlusu olarak beni görüyorlar. Ben değilim. Sen demek ki böyle bir şey yaratmışsın bu ülkede. Sen ne kadar sevilmeyen bir adammışsın… Bana kızma sen, kendine kız. Ben bir basamak oldum. Benim sırtıma basıp herkes adama saldırmaya başladı. Benim Fatih Terim’le hiçbir derdim yok, zorum yok. Ben duyduğum bir şeyi yazdım. Bunun üstünden her kesimden kadını erkeği, futbol severi sevmeyeni, Terim’e karşı o kadar öfkeliymiş ki. Bu ülkede artık haksızlığa, nobran kaba tavra o kadar tepkili ki herkes. Bu olay bir simge oldu. Bu alikıran başkesen tavırlara halkın tahammülü yok.

-Bu arada kovulmak kelimesi de bazılarına pek kaba geliyor, kızdırıyor ama…

ÖZİÇER:
Ben ağzım dolu dolu söylüyorum yine kovuldum diye.

- Sen basın camiasında ilk kovulan insan değilsin, yazık ki son kovulan da olmayacaksın ve bu işten çıkarmaları çoğu insan duymaz, bazen bizim bile sonradan haberimiz olur. Ama senin işten atıldığını neredeyse duymayan kalmadı. Bu olayın bu kadar büyüme sebebi, insanların bu kadar tepki göstermesi, sana destek yağması… Az önce söylediğin gibi Terim’e duyulan öfkenin…


ÖZİÇER:
(sözümü keserek) Sürekli aba altında sopayla dolaşan adamlar var bu ülkede artık. Sürekli sopaları elinde ve sindirmeye çalışan insanlar var. İnsanlar hakikaten buna tahammül edemiyor. Yeter, yeter be kardeşim çek şu sopanı. Bu adam doğru dürüst konuşsaydı… Adamlarını aratacağına kendin ara ‘ne yapabilirim’ de. Dünya kadar paran var. ‘Meğer burada ne kadar büyük bir problem varmış. Ben buna bir yardımcı olayım’ de. Hayır, ‘bunları alın götürün!’ Oldu. Soma bile bu kadar uzamadı. İki haftadır durmuyor bu olay. Ama olay artık ne sokak köpeği, ne de benim kovulmam. O tavır tam bir RTE tavrı. O tip insanlara olan tepki. O tip insanların mazluma yaptığı zulümlere olan tepki. Ona döndü iş. Dün BirGün’e de söyledim, beni her arayan gazeteci lafa şöyle başlıyor ‘Fatih Terim’in Mehmet Ağar’la olan…’ Abi ne diyorsunuz ya? Sokak köpeklerinden konuşuyorduk, ne ara Mehmet Ağar’a geçtik biz? Memlekete bak. Hakikaten sirk gibi ülke oldu

- Magazinin bu ülkede güvenli sulardan olduğu düşünülür. Siyaset yazanlar, iş dünyasıyla ilgili haber yapanların riski fazladır. Ama sen bu güvenli(!) sularda bile üç kere (Yeni Asır, Sabah, Vatan) kovulmayı başardın! Orası da güvenli değilmiş demek ki…

ÖZİÇER:
Değilmiş. Sokak köpeği dedik Mehmet Ağar’dan çıktık. Ne biçim iş anlamadım. Siyaset dünyasından mühim birisi bana diyor ki, ‘lütfen dikkat et, bu adam (Terim) çok tehlikeli. Etrafında silahlı adamlar var.’ Ne yapacaklar beni vuracaklar mı? Bunu düşünebiliyorsunuz, söyleyebiliyorsunuz, ben de korkacağım. Dikkat et kendine diyorlar bana.

- Senin yüzünde/sözlerinde hayal kırıklıkları da var, sana yönelik yalnız olmadığın hissi yaratan destek mesajlarından dolayı memnuniyet de… Destek beklediklerinden destek gelmemesi, öte yandan hiç tanımadığın insanların seni korumaya çalışması… Nasıl bir duygu?


ÖZİÇER:
Evet suya sabuna dokunmayan, çıtı çıkmayan çok küçük bir kesim var. Ben onlara da kızmıyorum. Beni satan arkadaşlara kızmıyorum. Korktular. Korkuyorlar. Keşke korkmasalar ama onlar da öyle. Onlar için sadece üzülüyorum. Fatih Terim’e de üzülüyorum. Ne kadar acı bir şey, bir insanın bu kadar sevilmemesi. Üzülüyorum. Bu konu kapansın istiyorum. Ben artık sosyal medya hesaplarımda Fatih Terim’e edilmiş hakaretler küfürler görmek istemiyorum. Buna sebep olmak da istemiyorum. Hakikaten ağır bir yük. Bunu ben yapmadım ama hakikaten üzülüyorum. Korkan, sinen insanlar için de üzülüyorum. Vatan'da bir adam var, adı İbrahim Seten. İşte bu İbo, benim yazımın çıkıp da apar topar internet sitesinden kaldırıldığı gün hiç utanmadan arlanmadan bir tweet attı: "Gazetemde çıkan haber külliyen yalandır" dedi. Herhalde bu Türk basın tarihinde ilk defa gerçekleşmiştir. O da bana denk geldi. Hiç utanmadı, sıkılmadı. Fatih Terim'e yaranacak diye kendi gazetesini ve kendi gazetesinin yazarını itin gözüne sokmayı göze aldı. Gerçi bunu yapamadı, çünkü kendisini ciddiye alan olmadı.

-Basının durumu diyeceğim… 

ÖZİÇER:
Tabii ki utanç verici. Bak sana ne diyorum ya, adam kendi gazetesini sattı, Terim yanağını şap şap okşayacak 'aferin oğlum' diyecek diye.. Böyle gazeteci mi olur yahu? Böyle bir ortamda gazetecilik nasıl yapılır? Eskiden, ki o zaman basın yeteri kadar özgür değil diye sızlanırdık. Meğer Lale Devri'ni yaşamışız. İşte o eskiden, ben bu yazıyı yazsam, yazı işleri de yazıyı manşetten haber olarak görse ve haber bu kadar ses getirse, biz ekip olarak bir hafta  kıçımız havada gezerdik gururdan, pozdan. Şimdi kovuluyoruz! Basının durumu bu… İlk gün yazım kaldırılınca ve İbrahim Seten de o tweet'e atınca sınavdan 100 aldığı için aferin beklerken şamarı yemiş çocuk gibi gözlerimi açtım, telefonu kapadım. çünkü arayan arayana ve ben konuşursam ilk ağzımı açtığımda ağlayacağım. Çok zoruma gitti. Bu kadar şahidi olan bir konu, benimle alakası olmayan ÇESAL gibi resmi bir sivil toplum örgütü tarafından desteklenmiş haber çöpe atıldı ve ben yalancılıkla suçlandım. Ha bir de araya giren 'hatırlı bir ortak dost var ki... Onun tavrı ve yaptığı ayrı bir yazı konusu... İnsanların böyle durumlarda nasıl haklının değil de güçlünün yanında olduklarını görmüş oldum. Yazıklar olsun... Ama çok kısa sürdü toparlanmam. İnsan haklılığına yüzde yüz inanıyorsa, savunması ister istemez hayvan gibi sağlam oluyor, bu da müthiş bir güç veriyor.
(Bu arada Öncel’in dost dediği kişi, tüm Türkiye’nin tanıdığı şöhretli bir isim, bir sanatçı. Ama asla adını kullanmadığı için, bildiğim halde ben de yazmadım. İnşallah bir gün yazar da siz de öğrenirsiniz rollerindeki gibi bir kişi olmadığını, sinikliğini, kofluğunu, samimiyetsizliğini, güçlü budalası olduğunu…O zaman gelsin, bir portre de onun için yazarız elbet…)

-Aldığın destekler de güç vermiştir sana…

ÖZİÇER:
Tabii ki. Çok güzel. Bu kadar destek göreceğimi bilmiyordum. Olmasa bile ben yine kendimle gurur duyacaktım. Gazeteciysen bunu duyduysan yazacaksın. Kanı çekilir insanın. Bu çok güzel bir haber. Tabii ki kovulacağımı tahmin ediyordum bu şartlarda. Ama kanım çekilirdi yazmasaydım. İçimde hiç ölmeyen bir gazetecilik aşkı var. Hiç de ölmeyecek. İşsiz de kalsam ben gazeteciyim. Ben bunu gösterdim, kendimle gurur duyuyorum. Beni Gönül Soyoğul yetiştirdi. 

- Estağfurullah, sen Dinç Bilgin’in keşfettiği bir yazarsın. Bak herkes bunu bilmez, anlatsana…

ÖZİÇER:
Muhabirdim, bu işe muhabirlikten başladım. 1989’da Fotospor’da. Orada bizi ilkokullara voleybol, hentbol maçlarına yolluyorlardı. Sonra oradan Yeni Asır’a geçtim 91-92’de. 95’e kadar çalıştım. Sonra evlendim 95’te. Evcilik oynayasım geldi. Ona 2-3 sene kadar tahammül edebildim. 3 senenin sonunda Hamdi Türkmen’i aradım. Hamdi abi o zaman Egeli Sabah’ı çıkaracaktı. Çok da kızgındı bana gazeteciliği bıraktığım için. Ben aradım ezik ezik ‘Hamdi abi gazete çıkarıyormuşsun. Ben de çalışmak istemiyorum. Editörlük yaparım’ diye. Aklımdan geçmiyor yazarlık, ‘gel bir görüşelim’ dedi. Gittim ‘Köşe yazabilir misin? Birkaç örnek hazırla bana’ dedi. Hazırladım götürdüm ‘Tamam haftada bir yaz. Sonra editörlük yaparsın’ dedi. İlk yazı çıktı. O kadar güzel tepki aldı ki, yazı işlerinden haftada üç kere yazmamı söylediler. O hafta bitti, o kadar güzel geri dönüş gelmiş ki, her gün yazacaksın dediler. Önce Egeli Sabah, sonra Yeni Asır. Yeni Asır’da haftanın 7 günü köşe yazdım. Sonra Dinç Bilgin ‘bu kız güzel yazıyor. Bunu İstanbul’a ana gazeteye alın. Kendisi de buraya taşınsın’ diyor. Hamdi abi çağırdı beni ‘Dinç bey seni İstanbul’a istiyor’ dedi. Böyle suratsız bir yüzle söylüyor ama sesini de çıkarmıyor, ‘gitmeyeceğim ben’ dedim, ‘Nasıl gitmezsin. Patron çağırıyor’ dedi, ‘ben İzmir’den ayrılmam. Gitmeyeceğim. İsterlerse buradan yazarım’ dedim. Birden gülmeye başladı ‘Aferin kız sana. Taş yerinde ağır’ dedi. O ana kadar bir şey dememişti, ben fikrimi söyleyince destek verdi. Söylemişler İstanbul’a gelmediğimi, Dinç Bey ‘tamam oradan yazsın’ demiş. Ben buradan başladım yazmaya. Hem Egeli Sabah’ta hem ana gazetede yazılarım çıkıyordu. Sonra Yeni Asır-Sabah, sonra Cosmopolitan eklendi. Sonra beni Yeni Asır’dan kovdular.

- Sen o zaman da köşende sık sık hayvanlarla ilgili yazıyordun. Bazen köşe yazarlarıyla polemiklerin oluyordu.

ÖZİÇER:
Tabii, Hıncal Uluç ile çok kapışmışlımız var, öyle yalancıktan değil, sahiden.

- Sonra Yeni Asır’dan kovuldun.

ÖZİÇER:
Evet. Onun sebebini hala bilmiyorum. Şebnem Bursalı kovdu beni. Kovulduğum gün Hıncal Uluç duymuş aradı ‘Seni kovmaları için geri zekalı olmaları lazım. Sabah’tan da mı kovdular?’ dedi, ‘Herhalde oradan da kovmuşlardır’ dedim.

- O zaman Dinç Bilgin yok…

ÖZİÇER:
Hayır yok. Sene 2010 galiba. O zaman Sabah’a sadece haftada bir Pazar günleri yazıyordum. ‘sen kapat şu telefonu’ dedi, sonra beni Sabah’tan aradılar ‘Öncel sen Sabah’ta haftanın üç günü yaz’ dediler. Yeni Asır’dan kovuldum Sabah’ta terfi ettim. (gülüyor) Patron aynı patron. Küçük bir zam da yaptılar. Sonra Cosmopolitan’da yaz dediler, üstüne o eklendi. Aynı grup yine… Sonra işte bir buçuk sene önce Araplarla ilgili bir tweet atınca oradan da kovdular. 

- Üç kovulma hikayen var. Yeni Asır’dan kovulma sebebini sen bilmediğin için biz de bilemedik. Sabah’tan çıkarılmana bir tweet mi sebep gerçekten?

ÖZİÇER:
Ben Gezi zamanı çok yazı yazmıştım. Ben o zaman kovulacağımı bekliyordum Sabah’tan. Gezi’yle ilgili bir ben yazı yazıyordum çünkü. Kovarlarsa kovsunlar diyordum. Nasıl yazmam? Memleket tarihi günler yaşıyor, ben orada Gülben Ergen’in selülitini yazacağım! Olacak iş değil. Sabah’ta çıkabilecek şekilde ama günlerce Gezi’yle ilgili yazdım. En son yazdığım çok sert geldi, editörler aradılar ‘biz bunu koyarsak hakikaten bugün kovulacaksın. Artık bunu da koymayalım’ dediler. O gün o yazımı koymamışlardı, sonra da yazmadım bir daha . Ama 9 gün sadece Gezi’yle ilgili yazınca, fırsat bekleniyordu kovulmam için. Ben de bekliyordum.

-Ve en büyük gürültü üçüncüde koptu…



ÖZİÇER:
Gene patron kızsaydı, anlardım da… Ne bileyim patronun yakın arkadaşı bir teknik direktör tarafından kovulmak... Ben gazeteciyim, beni teknik direktör kovdu!

-O gazetedeki arkadaşlar Erdoğan Demirören’le Fatih Terim’in nasıl bir kanka olduğunu nasıl bir işbirliği içinde olduğunu çok iyi biliyorlardı…Bilmelerine rağmen senin yazını nasıl manşete taşıdılar? Otosansür çoktur yazı işlerinde, nasıl oldu da attılar o manşeti sence?

ÖZİÇER:
Nasıl bir hıçkırık var insanların boğazında, anla! Tutamamışlar kendini insanlar. O kadar bastırılmışlar ki. Sen zannediyor musun ki hükümetle çok sıkı ilişkisi olan gazetelerin altında çalışanların yönetimde aynı fikirde olduğunu? Hayır, herkes çalışmak zorunda. Herkes yuta yuta yapıyor o haberleri. Bu benim haberimi yutamadılar. Hıçkırık gibi fırladı. O kadar keyifle yaptı ki yazı işleri o haberi. Enerjiyle yaptılar. Arıyorlar beni ‘Öncel çok güzel haber oldu. Çok güzel’ dediler. Enerji geldi insanların üstüne. Ne olacaksa olsun dediler, manşete koydular. Olan bana oldu da pişman değilim. Onlar da çok üzülmüşler, ‘bizden kovun o zaman, biz yaptık manşet’ demişler. Sonra da ‘10 kişiyi de kovsak bu adam rahatlamayacak Öncel çıkmadıktan sonra’ demişler.

- Senin yalnız olmadığını, güçlüye rağmen senin yanında duran insanlar olduğunu gördün ki bu çok güzel, çok değerli. Çünkü o kadar çok işlerinden sessiz sedasız kovulan insan var ki. Bunu da biliyoruz, yaşıyoruz. Zaten ilk iki kovulman sessiz sedasız geçti. Üçüncüsü de az önce anlattığın nedenlerle gürültü kopardı. Manevi destek çok güzel, çok değerli elbet de… Manevi olarak doysan da bu destekler senin karnını doyurmayacak. Ne olacak şimdi?

ÖZİÇER:
Şimdi sağ olsun okurlar, ‘Öncel sen taşa yaz duvara yaz biz yine okuruz’ diyorlar. Yazacağım ama e kardeşim sen mi vereceksin paramı? Yazayım duvara, göster hangi duvara yazacaksam yazayım da para nerede? Şu klişe vardır ya ‘bilmem kaç bin tane takipçim var. Herkes 1 lira verse’ diye… Ben de diyorum şimdi hepiniz 1’er lira verseniz ben her gün yazarım. (gülüyor) Bu da havaya girdi zannetmesinler şimdi. Hiç öyle bir havam yok. Ay sonuna 15 gün var. Ben şimdi kara kara düşünüyorum. Çünkü benim tek gelir kaynağım var. Benim ne zengin kocam, ne zengin sevgilim, ne de zengin ailem var. Sadece gazetecilik yapıyorum. Gazetecilikten başka hiçbir işten anlamıyorum. Tek gelirim o gazeteden gelen maaş. Bir miktar da  Sacit Aslan'dan alıyorum. Birikmiş param yok, bir şeyim yok. Babamın 25 senelik evinde oturuyorum. Tek gelirimden oldum. Allah büyük.

- www.sacitaslan.com’da yazmaya devam ediyorsun, anlaşılan Terim’in sözü orada geçmiyor?

ÖZİÇER:
Evet orada yazıyorum para da alıyorum bir miktar ve Sacit Abi’ye bu konuda minnettarlığımı sunuyorum. Sabah’tan kovulduğum gün 5 dakika sonra beni aradı ‘kızım bende yazarsan gurur duyarım’ dedi. Dedim ‘Abi bu Araplar çok delirdi. Çok tehditler geliyor. Seni de rahatsız ederler’ dedim. ‘Kim beni tehdit edermiş. Sıkıyorsa arasınlar. Hemen yarın bende başlıyorsun’ deni. Allah ondan bin kere razı olsun. Beni Sacit Aslan 5 dakika yalnız bırakmadı. Sabah’tan kovuldum, o gün bana kendisi iş teklif etti. Orada da çok özgür yazıyorum. Bu olayda da çok üzüldü. O da sokak hayvanlarını çok sever. Dedim ‘Abi seni de arayabilirler’ , ‘İnşallah ararlar’ dedi. O hep arkamda duran bir adam. Aslan gibi arkamda duruyor. Bana iş teklif ettiği gün ‘ben dahil herkes hakkında yazı yazabilirsin. Benim de bir şey yaptığımı gördüğünde eğer yazının satırına dokunursam Allah belamı versin’ dedi. Şimdi Sacit Abi’den aldığım mütevazı bir maaş var.

- Emekli misin?

ÖZİÇER:
2 buçuk senem var. Onu da dışarıdan ödüyorum. Çünkü telifliydim. Kendim ödüyorum. Daha doğrusu bir süredir ödeyemedim, 4-5 aydır ödüyordum. Ama işin o kısmında değilim şu an. İş paniğinde değilim şu an. Ama olacak o panik. Panik olacak ama pişmanlık hiçbir zaman olmayacak. Panik var, pişmanlık yok. Ben gazetecilik yaptım. Bu kadar.

- Bir adamın canı sıkıldı diye işten atıldın, yalan yazmadın, düzmece haber yapmadın ve işinden oldun. Hakkını mahkeme kanalıyla aramayı düşünmüyor musun?

ÖZİÇER:
Onu istiyorum. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nden de aradılar, hukuki konularda yardımcı olabiliriz dediler. Hakkımı arayacağım. Beni yalan haber yapmakla suçladılar. Kötü yola düşmedim ama düşürülmeye çalışıldım. Ekmeğimden oldum ve bunun bir sonucunun olması lazım. Çünkü ortada o kadar bariz bir haksızlık var ki. Kimse dönüp arkasını gidemedi. 

-Sokak köpeklerini korumaya çalışırken işinden oldun, birkaç cümle etmezsek onlara ayıp olur! Bu konu aslında her yerleşim bölgesinde tartışmalı. Birisi diyor, böyle yaşasınlar bizim aramızda, birileri de diyor ki ‘biz sokaklarda köpek görmek istemiyoruz.’

ÖZİÇER:
Biz de istemiyoruz.

ÖZİÇER: Bazıları zarar verdiğini söylüyor ki olabilir. Geceleri çete gibi dolaşıyorlar. İnsanlar bundan korkabilir...

ÖZİÇER:
Çok doğal.

- Ama yasa da belediyelerin elini bağlıyor. Ancak aşısını yapıp kısırlaştırıp küpelerini takıp kulaklarına, yolluyorlar sokaklara. Ne yapılabilir bu konuda sence?

Öncel’in evinin çevresinde de bol miktarda sokak köpeği yaşıyor. Hepsi de hayvanseverler sayesinde aşılı, bakımlı, kısırlaştırılmış. Fotoğraf için dolaşıyoruz aralarında, çıtları bile çıkmıyor. Bekir Coşkun haklı, hayvanlar kime havlayıp havlamayacaklarını iyi biliyorlar, seziyorlar, hissediyorlar…
ÖZİÇER:
Barınakların ıslah edilmesi lazım. Barınağın; etrafı telle çevrilmiş, hayvanların önüne kirli bir kapta suyla ekmek verilen yer olmaması lazım. Seferihisar yaptı bak şahane bir yer. Çeşme’de bu kadar zengin insan yaşıyor. Bahçenize yaptığın masrafın her ay yarısını verseniz buraya da şahane bir barınak yapılabilir. Funda Arkas’ın bu konuda planları vardı. ÇESAL ve onun başındaki Solmaz hanım hakikaten çok iyi çalışıyorlar ama güç yetmiyor. Barınak sefil durumda. Hayvanları kapatamıyorsak, yapacak bir şey yok. Hayvanları al, aşılarını yap, kısırlaştır, bulunduğun yere bırak, belediyeler de bunu yapıyor. Sokak hayvanları zaten çok yaşamıyor. 1-2 sene, en fazla 5 yıl ömürleri var. Onlarla yaşamak zorundayız. Öldüremeyiz. Barınağı 5 yıldızlı otel zannediyorlar. Gidin o barınakları görün içiniz kaldırıyorsa. Birbirlerini yiyorlar açlıktan sefaletten. Günah günah. Bayramda barınağın çalışanları tatile çıkıyor. 9 gün o hayvanlardan ölen ölüyor, birbirini yiyen yiyor. Her bayramda aynı sefalet oluyor. Her bayramda hayvan severler panik halinde. İnsanlara da kızamıyorum. Orada barınak diye bir yer var, böyle o hayvanlar orada özgürce koşuyor, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında zannediyorlar. Öyle değil. 


- Sokaklardaki hayvanlar 1-2 senede, en fazla 5 yılda ölüyorlar ama her sene buraya binlerce tatilci geliyor ve arkalarında yüzlerce hayvan bırakıp gidiyorlar. O ölenlerin yeri hemen doldurulunca da sokaklarda yaşayan köpek sayısı azalmıyor.

ÖZİÇER:
Sahiplenilmiyor. İnsanlar istemiyor… petshoplardan köpek almaktan vazgeçsinler. Barınaklar terkedilmiş cins hayvanlarla dolu. Git onların hayatını kurtar. O sana nasıl minnettar kalacak. Oraya gittiğimde ‘beni al beni al’ diye bakıyorlar. Hayırsız Ada’dan beri öğrenemediniz mi? Bu hayvanları öldürerek yok edemiyorsunuz. Öğrenin bunu. Ben inançlıyım biliyorsun Kuran’da EN'ÂM Suresi’nde ‘gökteki kanatlıyla yerdeki dört ayaklı sizin gibi ümmettir benim için’ diyor. Sizden bir farkı yok benim için diyor. Öldüremezsin yani. Bu bilinç çok yayıldı. Barınakları gerçekten insanlar bilmiyor. Bir kere git gör, ondan sonra barınak lafı çıkabilecek mi ağzından bak. Onlarla yaşamayı öğreneceğiz.

Fotoğraflar: Mehmet İşler

 
Babamı şimdi anlıyorum...
 
Tekere çomak soktum
YORUMLAR
Toplam 6 yorum var, 10 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
imer Aylanc 17 Temmuz 2015 Cuma 00:45

Siz hala Terim barinak yaptiralim dedi diye aciklma yapti diyosunuz bunda samimimi saniyorsunuz?Acin o gozlerinizi.Kadin herseyi en ince ayrintisina kdr anlatmis.yazik kořkup arkasinda durmayan zavallilara aciyorum.Barinaga gidip kendiniz yasayin!!!!

Yorumu oyla      16      5  
Nedim Atilla 16 Temmuz 2015 Perşembe 15:43

İki eskimeyen arkadaşımın söyleşisi... Çok mutlu oldum, sanki aralarında gibiydim okurken... Gönül Soyoğul'dan "son dönem işsizi gazeteciler" söyleşi dizisi bekliyorum. Kendisine yüzyüze de söylerim ama buraya yazıyorum ki kayda geçsin...

Yorumu oyla      17      6  
insan 16 Temmuz 2015 Perşembe 14:53

Hayvanlara karşı işlenen suçlar daha fazla cezalandırılması için yasa değişikliği yapılmalı. Giderek ortadoğunun ilkel topluluklarına dönüyoruz... Önce insan mı ona bakmak gerekli.

Yorumu oyla      19      5  
ali gül 16 Temmuz 2015 Perşembe 11:29

izmirin her yerinde başı boş köpekler kaç kişiyi ısırdı hatta ölümle biten olaylar da oldu hala önlem alınmıyor barınak en doğrusu

Yorumu oyla      19      15  
oğuz 16 Temmuz 2015 Perşembe 10:10

terim barınak yaptıralım dedi açıklama yaptı gazetecilerin her yaptığı haber doğrumu

Yorumu oyla      17      20  
why ? 15 Temmuz 2015 Çarşamba 22:54

Maaret Müslüman olmakta degil, asil maharet Insan olmakta. Helal size Öncel hanim.

Yorumu oyla      31      11  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Babamı şimdi anlıyorum...
Buca Belediye Başkanı Levent Piriştina, Gazeteciler Ümit Yaldız, Fahrettin ...
Yamanlar riske değer mi?
Jeoloji Mühendisleri Oda Başkanı Alim Murathan, Başkan Kocaoğlu’nun “Amacınız ...
Popülist olmadım, olmayacağım
Ege’de Sonsöz Sohbetleri’ne konuk olan Başkan Aziz Kocaoğlu gazeteciler ...
 
Millet AKP'ye 'dur' dedi!
Hanzade Ünuz, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile 7 Haziran ...
'Kazanan' bir avukatım
Hanzade Ünuz, CHP İzmir 1. Bölge milletvekili adayı avukat Murat Bakan ile konuştu...
Başbakanımızın talebesiyim
Hanzade Ünuz, AK Parti İzmir 2. Bölge milletvekili adayı İbrahim Turhan ...
 
Bir basamak sonrasını düşünmem...
Hanzade Ünuz, MHP Grup Başkan Vekili ve İzmir milletvekili adayı Dr. Oktay ...
Soma bende yara oldu, kalbimde bir yara…
Facianın ilk gününden itibaren Soma’da olan, bir yıldır gazetesi ile Soma ...
İzmir değil, bölge milliyetçiliği!
7 Mayıs’ta başlayacak büyük iş zirvesi öncesi Gönül Soyoğul sordu, BASİFED ...
 
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva