RÖPORTAJLAR
1 Kasım 2011 Salı

O 35 madde rötarı kapatır, İzmir’i uçurmaz

İzmir’in en önemli sorunları... Ak Parti’nin yaklaşımı… İzmir iş dünyasının Ak Parti’ye yanaşması… Piriştina anekdotları… Kocaoğlu’nun İzmir için nasıl şans olup da yerel seçimlerde şansının olmayışı… İktidarın geleceğine yönelik tahminleri… Gönül Soyoğul sordu, İzmir’in duayen ismi Uğur Yüce uzun uzun yanıtladı.

O 35 madde rötarı kapatır, İzmir’i uçurmaz

Gönül Soyoğul/ Egedesonsöz - Kısa bir süre önce, değerli yazarımız Rıfat Serdaroğlu, köşesinde bir portreye yer vermişti. Demişti ki,
“Bazı insanlar vardır, tüm bilgilerini tüm birikimlerini ülkesinin yararı için kullanırlar. Ülkesini yurt içinde ve yurt dışında gereği gibi temsil etmek için çırpınır dururlar. Maalesef bu insanların sayıları oldukça azdır. İzmir olarak biz şanslı illerden biriyiz. Her biri birer Büyükelçi gibi Türkiye’yi onurlandıran insanlarımız var.
Bunlardan biri Sayın Uğur Yüce’dir.
Uğur Yüce, yaptığı güzel işlerin yanında yıllardır bir karınca gibi, Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi kişilere çok önemli kitapların özetlerini gönderir. Dünyanın en ünlü düşünürlerinin, stratejistlerin eserlerini alır, tercümesini yapar, kitapçık haline getirir ve bu kişilere gönderir. Bununla da yetinmez, www.ozetkitap.com adlı sitede bunları herkesin hizmetine açar. Tek istediği ise, özet olarak gönderilen bu kitapçıkların okunmasıdır. Sadece bu çalışması bile Yüce’yi unutulmazlar arasına sokacaktır…”
Akademik/kültürel donanımı, iş dünyasındaki tecrübesi, sivil topluma katkıları, yaşadığı İzmir için söylediği/yaptığı yol gösterici çalışmalarıyla; naçizane, kafamda/gönlümde hep ‘demirbaş’ listede yer alan Uğur Yüce, bu söyleşide de öyle güzel noktalara değindi, öyle net sözler söyledi ki…
Saygımın/hayranlığımın altını, bir kez daha kalın kalemlerle çizdi.
Bakalım, sizdeki etkisi ne olacak anlattıklarının…
 
GÖNÜL SOYOĞUL: Sıtkı Bey’e de (Şükürer) de söylediğim gibi; bu kadar çok tartışılan kent herhalde olmamıştır diye düşünüyorum. Nedir İzmir’in bu kadar çok tartışılmasının nedeni ve neden bu kent bunca tartışmaya, çabaya, gösterilen ilgiye rağmen… Bir türlü geçmişteki o parlak dönemini yakalayamıyor? Bu noktadan başlayarak, İzmir üzerine bir ufuk turu yapalım, ne dersiniz?
 
UĞUR YÜCE: Şimdi, tartışılmasının arkasında yatan birinci sebep, tartışacak kadar insan olması, şehrin entelektüel kapasitesi. Burada yaşayan insanların hakikaten çok renkli, çok çeşitli, değişik kültür seviyelerinde ama her birinin kente karşı duyarlı insanlar olması. Dolayısıyla bir şehrin tartışılması kötü bir şey değil, bilakis çok iyi bir şey. Ama sizin orada seçtiğiniz kelime çok güzel. Keşke hep tartışsak ama sonra da bir ortak akılda buluşsak…
Bizim problemimiz tartışmak değil, bilakis biz tartışmak istiyoruz, biz konuşmak istiyoruz, biz diyalog istiyoruz. Biz buradan müştereken bir yol haritası çıkartmak istiyoruz. Burada asıl problem, bazı insanların tartışmaya dahi açık olmaması. Bazı insanların fevkalade dogmatik, fevkalade katı düşünceler içinde hareket etmesi. Ve size haber bile vermeden mesela gidip çok rahat bir şekilde herhangi bir, kentin yararına olduğu düşünülen bir konuda dava açması, yasal engellemelere girmesi…
Tabii kentin önündeki yegane engel bu değil, kentin önünde pek çok engeller var. Şöyle söyleyeyim, işleri basite indirgememek lazım. Her şeyin özüne inmek, irdelemek… Bir tek nedene bağlayamazsınız, çeşitli nedenleri bulmak ve onları teker teker halletmek lazım. Ama illa olaya önce makro açıdan bakalım derseniz… Kentin temelde birinci sorunu göç. Yani bu şehir aslında son 30–40 senede aldığı göçü özümseyemedi, hazmedemedi. Onu kendisiyle bütünleştiremedi. Biz on sene evvel EGEV olarak bir araştırma yapmıştık. O araştırmanın sonuçları çok çarpıcıdır. ‘Ben İzmir’de doğdum yüzde 17’, ‘babam İzmir’de doğdu yüzde 8’, ‘kendimi İzmirli hissediyorum yüze 67-68.’ Bu ne diyor? Bu, şunu söylüyor: İzmir’in üçte biri, yani bir milyon iki yüz küsur bin insan. Korkunç bir şey. Türkiye’deki 81 vilayetin çoğunun nüfusundan fazla insan, kendini İzmirli hissetmiyor. İnsanlara soruyorsun, sen nerelisin? Ben Mardinliyim, ben Konyalıyım ben Rizeliyim, neyse… Ama ben İzmirliyim demiyor. Bunun getirdiği İzmir’e çok çeşitli sorunlar var. Bakarsanız ve incelerseniz İzmir’i çok sevdiğini iddia ederek… Aslında buraya parantez açayım.
Meşhur Üç Silahşörler vardır; onlara sonradan Dartanyan gelir, ilave olur. Dartanyan’ın çok iyi kılıç kullandığını bilmeyen Artos, ona kılıç kullanmayı öğretmeye kalkar. Ve Dartanyan’a der ki, ‘Bak o kılıcı elinde bir kuşu tutar gibi tutacaksın. Fazla sıkarsan boğulur ölür, gevşek bırakırsan uçar gider.’ Şimdi bu arkadaşlar İzmir’i o kadar çok seviyorlar ki; neredeyse İzmir’i boğacaklar. (gülüyor) O kadar sıkı sarılıyorlar. Ama bir araştırırsanız ve her birinin kökenine teker teker inerseniz, bunların aslında hiçbiri İzmirli değil. Bunların hepsi sonradan İzmirli olmuş ama kenti aslında belki de bir İzmirliden fazla benimsemiş insanlar.
Şimdi, bu göçle gelen sorunlar çözülmeden, bu insanlar birer hemşerilik bilincine kavuşmadan, bu insanlar kentle bütünleşmeden, bir kere zaten kent adına demokratik bir anlamda hareket etmek, karar vermek veya ‘veriyorum ve yapıyorum’ demek imkansız denecek kadar zor. Yani gerçek İzmirli üç yüz veya bilemediniz dört yüz bin kişi. O İzmirliler de artık açıkçası bu kalabalığın içinde yok oldular, boğuldular. Yani çaya bir şeker atarsınız, bir şey olmaz ama otuz şeker atarsanız, birdenbire sert bir kitle gibi çayın dibine çöker ve katılaşır. İzmir bu göçü hazmedemedi. Şimdi birincisi, bununla ilgili olan sorunların orta vadede bir çözüme kavuşturulması lazım. 



Bu yeni iktidarın İzmir’e bakış açısıyla beraber… İşte iki tane değerli bakanını buradan vekil seçtirmesiyle beraber. Ve özellikle bunlardan bir tanesinin de Türkiye’de siyasi dünyada çok az rastlanan cinsten, iş bitirici bir adam olması sayesinde ki, Sayın Binali Yıldım’ı kastediyorum; bir kent yenileme projesi geliyor. Bu kent yenileme projesi çok önemlidir, çok mühimdir İzmir için ama tek başına son derece yetersizdir. Eğer onun ekonomik, sosyal ve kültürel yönleriyle bir çözüme kavuşturulamazsa, otuz-kırk sene evvel Fransa’nın yaptığı hataları tekrarlamış oluruz. Yirmi-otuz sene sonra bu sefer o apartmanlarda yetişen gençler birer getto oluşturur, bu getto sorunlarıyla bu sefer kent nasıl baş edecek, düşünmeye başlar. Dolayısıyla, İzmir’de 26 tane organize sanayi bölgesi var çevresi dahil. Bir kere bu yeni kentleşmeyi ve küçük uydu kentleri, bu organize sanayi bölgelerinin çevresine yaymak lazım. Diyeceksiniz ki, o çevreye yaydım ama bu adama organize sanayi bölgesinde istihdam olanağı yok. Çok doğru ama buradan ikinci bir konuya geçeyim. İzmir’in yine en büyük sorunlarından bir tanesi de yeteri kadar yabancı sermaye ve yabancı yatırım çekememesidir. Onu da kendi içinde ve altında dikkatli incelerseniz, onun da nedenlerinden en önemlisi de İzmir’de yabancı sermaye yatırımları için, yeteri kadar ekonomik alan bulamazsınız. Yani daha yirmi yıl önce Sayın Kutlu Aktaş’la beraber Peugeot’a 6 bin dönüm arazi aramıştık, bulamadığımız için sonunda Aydın’a gittik. İzmir’de toprak çok değerli, çok pahalı. Dolayısıyla yabancı, getirip işletme sermayesinin çok büyük bir kısmını araziye bağlamak istemiyor. Nedir çözüm? Fevkalade basit. Bu 26 tane organize sanayi bölgesinden devlet gelecek, her birinin üçte birini veya yarısını devlet adına satın alacak, yabancılara kırk dokuz yıllığına makul ve ucuz bir yolla kiraya verecek. Dolayısıyla yabancı geldiğinde siz fabrika mı kurmak istiyorsunuz? Bakın bütün altyapısı hazır. Suyu, elektriği, doğalgazı, ayrıca sosyal tesisleri, kafeteryaları, bankaları ne istiyorsanız hazır bir alan; üstelik de siz buraya sadece şu kadar, makul bir kira ödeyeceksiniz. Ben size bunu kırk dokuz yıllığına kiraya veriyorum, şirketinizin ömrü daha uzunsa sonradan da vaat ediyorum bir kırk dokuz yıl daha yenileyeceğim. Dolayısıyla… Yabancı sermaye bize niye gelsin?
 
SOYOĞUL: Şaşırtıcı ama… Hem bu kadar basit bir çözüm…
 
YÜCE: Basit ama ben bunu otuz yıldır anlatıyorum. (gülüyor)
 
SOYOĞUL: Basit ama neden olmuyor? Hep anlatıyorsunuz, neden anlaşılmıyor? Genel idare, yerel idare, İzmirliler? Suç demeyelim de kimin payı var anlaşılamamasında ve yapılamamasında diyelim?
 
 
YÜCE: Önce Sanayi Bakanlığı, sonra da hükümet. Çok basit şeyler bunlar.
 
SOYOĞUL: Yani yerel idarenin halledeceği şeyler değil mi?
 
YÜCE: Yerel idareyi aşar. Çünkü bunu sadece İzmir için yapamazsınız ki. Bunu İzmir için yaparsanız yine başlarlar, ‘Efendim İzmir iktisaden gelişmiş bir bölgedir, bu bir teşviktir, bu teşviki yalnız İzmir’e niye veriyorsunuz’ falan filan. İzmir için neler yapmak lazım, isterseniz en sonda ona geleyim. Hani çılgın projeler var ya! Bende de bir çılgın proje var. Ama bu konuyu toparlayacak olursak, göçün mutlak suretle sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlarından başlamak lazım. Bunu da sadece iskanla, sadece gecekondusunu elinden alıp apartman katına tıkmakla çözemezsiniz. Bilakis çok daha büyük problemler yaratırsınız.
 
SOYOĞUL: Aynı fikirdeyim sizinle.
 
YÜCE: Dolayısıyla orada da istihdamı yaratmak için yabancı sermaye yatırımlarını cazip hale getireceksiniz. Bunu getirebilmek için de onun önündeki en önemli engellerden bir tanesi, Ege bölgesinde arazidir. Arazi sorununu organizelerle çözeceksiniz; satmak yerine kiraya vereceksiniz. Bu, alt yapının hazır olması çok çekici bir şey. Bir de adama derseniz ki, bak benim İZKA diye bir kuruluşum var, sen gel oraya sadece müracaatını yap, senin ruhsatını bir hafta içinde İZKA alacak. Bu tek adres dedikleri… Tunus’un bile 15–20 yıl önce yaptığını Türkiye’de yapacaksanız, İZKA’ya gerekli yetkiyi vereceksiniz gerekirse Ankara’da İZKA takip edecek. Adama bir haftada ruhsatı vereceksiniz. Adam diyecek ki, bürokrasi yok, altyapı sorunum yok, arazi sorunum yok. Koşa koşa gelecek. O zaman siz onun etrafında oluşturacağınız işte o küçük uydu kentlerle beraber eğer bir de istihdam sağlarsanız, aynı zamanda o organizenin birtakım sosyal imkanlarıyla bu insanları kaynaştırırsanız, bir çeşit eski halkevleri zihniyeti içinde bazı sosyal programlar yapar aynı zamanda bu insanlara bir taraftan Türkçe öğretirken bir taraftan kadınlarına bazı elişleri, el becerileri, çocuklara birtakım sosyal, kültürel imkanlar sağlayacak bir yapı içinde bunları hem birer uygar vatandaş haline getirirsiniz, hem İzmir için yararlı ve değerli hemşeri haline getirirsiniz.
Şimdi birinci konumuz göçtür ve göçle beraber İzmir’e gelmiş olan o ‘bileşik kaplar’ teorisindeki kültür, görgü, bilgi seviyesinin ciddi bir şekilde düşmesidir. Bu tüm Türkiye için geçerlidir ama İzmir için de maalesef çok geçerlidir. Dolayısıyla çok farklı kültür seviyelerindeki insanların birbiriyle olan iletişimi çok zordur. Çünkü frekanslar farklıdır. Onun için zaten gerekli ve yeterli diyalogu sağlayamıyoruz. Onun için yeteri kadar konuşup tartışamıyoruz. Onun için ortak akılda buluşamıyoruz. İlk sualinizin cevabı budur.
Şimdi buradan İzmir’in önündeki temel sorunlar olarak… Çok temel sorunumuz var ama… Bu iktidar getirdi İzmir’in önüne 35 madde koydu. Bu iktidarın İzmir’in önüne koyduğu 35 madde iyidir, önemlidir, gereklidir. 70 tane de Büyükşehir Belediyesi’nin var. Yani demek ki en az 105 tane yapılacak işimiz var. Ama bunları oturup dikkatli bir şekilde incelerseniz, bunların hepsi, ama istisnasız hepsi, bu kentin dünüyle ilgilidir. Hiçbiri bu kentin bugünüyle, hiçbiri bu kentin yarınıyla ilgili değildir. Neye bakarsanız, neyi incelerseniz görürsünüz ki… Bu normal, medeni bir ülkede, bu kadar senelik cumhuriyetimizden, demokrasimizden, Özal’ın getirdiği liberizasyondan sonra, zaten çoktan yapılmalıydı.
 
SOYOĞUL: Hepsi dünle ilgili demeniz, bu yüzden yani… Baştan anlayamamıştım doğrusu…
 
YÜCE: Hepsi dünle ilgili. İçlerinde bazıları yanıltıcıdır. Mesela bakarsanız, Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve etrafında bir uluslar arası teknoloji geliştirme bölgesi kurulması… Aaa… İşte teknoloji! Arge! İnovasyon! İşte bu İzmir’in geleceği.!
17 Nisan 1993. Bir cumartesi günü Sayın Süleyman Demirel Başbakan, Turgut Bey Cumhurbaşkanı. Süleyman Bey Kuşadası’ndan telefon etti ve dedi ki, ‘Uğur, maalesef Turgut Bey’i kaybettik. Ben öğleden sonra Alaçatı-Urla teknoloji koridorunun temel atma törenine katılamayacağım, acilen Ankara’ya dönüyorum.’
18 sene önce Ergun Özakat 2 yıllık bir uğraşıdan sonra bir Amerikalı firmayla bunun altyapısını hazırlamıştı. Turgut Bey öldüğü için o gün öğleden sonra o seronomi yapılamadı, o temel atılamadı ve sonra da o iş kaldı. Şimdi… Üç yıldır bir Fransız firması uğraşıyor. (gülüyor) Şunu anlatmak istiyorum… Yüksek Teknoloji Enstitüsü İzmir için büyük bir şanstır. Gebze’dekini saymazsak, ki o TÜBİTAK’ın bir enstitüsüdür aslında ve daha önce de vardı zaten. Marmara İleri Teknoloji Araştırma Enstitüsü vardı. Ama İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Türkiye’de ilktir ve tektir. Ve onu eğer olması icap eden seviyeye taşıyabilirsek…
 
SOYOĞUL: Nasıl taşınır? 
 
YÜCE: Onun bütün etrafını aslında bir arge cenneti haline getirmekle taşınır. Üniversite ondan beslenir, onlar üniversiteden beslenir. Ve netice itibariyle gelişir, büyür. Amerika’da sadece MIT Boston’daki, Massachusetts Institute of Technology; 2005 senesinde etrafında 6000 şirket vardır, bir milyon kişi doğrudan ve dolaylı olarak oradan ekmek yemektedir. 2005 senesinde bir tek üniversitesinin yarattığı katma değer, Türkiye’nin bütçesine eşittir. Şimdi normal şartlar altında tekrar o 35 maddeye dönersek, o 35 madde iyidir, hoştur ama o 35 madde İzmir’i uçurmaz. İzmir’i ancak çağdaş medeniyetler seviyesine doğru getirir. Diğerleri durmuyor, onlar da yürüyor.
 
SOYOĞUL: Bu arada yine geri kalmış olursunuz yani.
 
YÜCE: Yine geri kamış oluyorsunuz. İşte yok Yunanistan’ın ayağı sürtecek, Portekiz bilmem ne olacak da, İzlanda, İrlanda batacak da biz onları geçmiş olacağız. Bu marifet değil. Çünkü öteki tarafta Kore yürüyor, Hindistan yürüyor, Brezilya yürüyor, Çin yürüyor. Yürüyor herkes… Dolayısıyla sizin; ki, Atatürk ‘muasır medeniyetler seviyesine ulaşın’ dememiş, Atatürk ‘muasır medeniyetler seviyesini aşın’ demiş. Aşmak için önce ulaşacağız, sonra aşacağız. Bunlar iyidir, bunlar önemlidir, bunlar değerlidir, bunlar yapılması icap eder ama bunlar ancak İzmir’in mevcut rötarını kapatır, bir yerlere getirir ama İzmir’i uçurmaz.
 
SOYOĞUL: ‘İzmir’i ne uçurur’a geleceksiniz sanırım….
 
YÜCE: Şimdi bir kenti uçurabilmeniz için onun iki tane şeyine bakacaksınız. Bu kentin rekabet gücü nerede yatıyor? Mukayeseli üstünlükleri nedir? Çünkü 6000 yıllık bir kenti tekrardan icat edemezsiniz, tekrardan yaratamazsınız. 6000 yıllık bir kenti eğer siz uçurmak istiyorsanız onun önce nerede rekabet güçleri var, nerede mukayeseli üstünlükleri var?
Bu kentin kendine özgü, belirli birtakım rekabet gücü olan mukayeseli üstünlükleri var. Bunlardan bir tanesi bu, binlerce yıllık liman kenti… Ve bu şehir aslında dünyanın en güvenli doğal limanlarından bir tanesi. Eğer çevredeki arazi yapısına, iklim koşullarına ve bu körfezde yaşanmış fırtına adedine bakarsanız, kaç metreye kadar dalga çıkar, ne olur diye… Burası dünyanın en güzel, en doğal limanlarından bir tanesi. 50 yıldır bitiremedik. 50 yıldır liman bitmedi. Hala 3’te 1’i tamamlanmamış durumda. Bir kanal açacağız, mevcut sekiz metre derinliği on dört metre derinliğe düşüreceğiz, 8 milyon metreküp kadar çamur çıkacak ama burası büyük konteyner gemilerinin tekrardan girebildiği bir körfez haline gelecek, Larnaka’ya, Pire’ye kaptırmakta olduğumuz üstünlüğümüzü geri kazanacağız. Çünkü bu liman yalnız İzmir’in ekonomisine hizmet etmiyor, 17 ilin ekonomisine hizmet ediyor. Yukardan aşağı bakın, Haydarpaşa’dan. Bandırma’daki limanı saymazsanız Mersin’e kadar başka liman yok. Böyle bir limana sahip olabilmek inanılmaz mukayeseli bir üstünlük. Nitekim bu limanların çok yoğun bir şekilde çalıştığı… Tabii Türkiye’nin toplam ihracatının iki milyar dolar bile olmadığı, bunun beş yüz milyon doları buradan giden tarım ürünleri olduğu yıllarda… Burada sayısız yabancı banka şubesi vardı. Ayrıca bizim kendi bankalarımız vardı. Bağcılar Bankası, Tütüncüler Bankası, Egebank, Yaşarbank… Vardı, vardı… Dolayısıyla liman fevkalade önemli ve değerli. İzmir’e liman önemli. Efendim Çandarlı’ya liman… Yapın beyefendi. Türkiye’nin limana ihtiyacı var. Lütfen yapın ama önce şu limanı bitirin.
 
SOYOĞUL: Hükümetin de öncelikleri arasında değil mi zaten liman?
 
YÜCE: O zaman lütfen bunu yapalım. Öncelikleri arasında da… Gönül Hanım on yıldır öncelikleri arasında. Dört yıl önce özelleştirildi, yine iptal edildi. Yani şu taramayı yapmak, şu kanalı açmak. Bu limanı kuru yük, konteyner ve aynı zamanda kruvaziyerturizmi için… Diğer yükler için diğer limanları kullanın, geliştirin ama bu limanı yok etmeyin. Bu limanı yok ederseniz, İzmir’in eğer üç ayağı varsa, bir tanesini kesersiniz. İzmir ondan sonra iki ayağın üzerinde inanın çok zor durur.
Şimdi, birinci mukayeseli üstünlüğü ve rekabet gücü, İzmir’in limanıdır. Bu çok önemlidir. İkinci mukayeseli üstünlüğü İzmir’in… İzmir aslında çok büyük, çok avantajlara sahiptir. Nedir bunlar? Birincisi müthiş bir kültür hazinesinin üzerinde oturuyoruz. Yani Yunanistan Yunan medeniyetinin beşiği olduğunu iddia eder, ben de Yunanlı dostlarıma diyorum ki, hadi oradan! Yunan medeniyeti bu taraftadır. Burada bizim 26 tane Yunan antik kentimiz var, onlarda beş tane var. Ayrıca Roma imparatorluğunun da gelip sonradan zenginleştirdiği… Ama tarihi iyi incelerseniz ister Ionienne, ister Ionia, ister İyonya  medeniyetleri bu tarafta kurulmuştur. Bu tarafta gelişmiştir. Siz bir şehir düşünün ki, o şehirden sadece 50–60–70 kilometre, 100 kilometre mesafelerde… Buradan çıkıyorsunuz Salihli tarafına giderseniz  Sart’a gidiyorsunuz. Efes, Selçuk tarafına giderseniz, Bergama tarafına giderseniz… Dolayısıyla buna bir terminal derler. Ve bu terminaller dünyada akıllıca kullanıldığı takdirde, müthiş bir turizm potansiyeli sağlar. Türkiye’ye 20 milyon turist geliyor, sadece 1 milyonu İzmir’e geliyor ve yüzde beş pay alıyoruz. Bu kabul edilemeyecek bir şeydir. 

 
SOYOĞUL: Neden böyle oluyor?
 
YÜCE: Çok basit bir sebepten böyle oluyor. Çünkü insan gittiği yerde birkaç gün kalmak ister. O kaldığı birkaç gün içinde o şehirde de bir şeyler arar. Ha, biz o şehirdekileri veremiyoruz. O şehirdekileri veremediğimiz için, en büyük eksikliği yaşıyoruz. Şimdi birincisi, buraya derhal en kısa zamanda ama dünya çapında bir Ege Medeniyetleri Müzesi lazım. Görkemli, çok güzel bir mimariyle yapılmış, büyük ve bütün Ege medeniyetlerinin eserlerini kapsayan. Bizde var bunlar, depolarda çürüyor. Dolayısıyla sergilenebileceği bir müzeye ihtiyaçları var. En azından hiç olmazsa bir tane! Yirmi yıldır diyoruz ki, İzmir’i fuarlar ve kongreler şehri yapacağız. En azından hiç olmazsa bir tane uluslar arası nitelikle bir kongre merkezine ihtiyacımız var. En az beş bin kişiyi ağırlayabilecek, mümkünse on-on iki-on beş binden fala kişiyi barındırabilecek. Aileleriyle gelsinler.
 
SOYOĞUL: Ya Kültürpark?
 
YÜCE: Kültürpark dediniz burada bir parantez açalım. Büyükşehir Belediye Başkanı’na her vesileyle… Artık bıktı usandı benden…  Dostumdur, çok seviyorum ama yakında benden nefret edecek. Bir yeni fuar alanı yapıyor, 90 bin metrekare kapalı alan. 100 milyon dolar para harcayacak. Yalvarıyorum. Sayın başkana diyorum ki, artık fuar alanları diye bir şey kalmadı. Artık bütün dünyada convention center denilen merkezler var. Bunun etrafında fuar ve sergi alanları var. Ama çekirdekte ve merkezde aslında bir kongre merkezi var. O kongre merkezi çok maksatlı. Öyle bir kongre merkezi ki bu, bir bakıyorsunuz o kongre merkezinin içinde dünya kadınlar arası voleybol şampiyonası oynanıyor. O kongre merkezinin içinde kapalı kort tenis oynuyorlar, yirmi bin kişilik konserler yapılıyor.
 
SOYOĞUL: 365 gün yaşayan bir merkez yani.
 
YÜCE: Daha fazla. Çıkarttım bütçesini sayın belediye başkanının önüne koydum. Birmingham’daki convention center geçen sene 410 aktivite yaşamış. 365 günde dört yüz on aktivite yaşamış… Şimdi biz o fuar alanını yapacağız. Üç gün mermer, ben yanıldım diyelim beş gün mermer. Üç gün gelinlik damat; ki gelin damat doksan bin metrekare için müsaade ederseniz yarım fuar olsun. Dolduramayız. Bir buçuk fuarımız var. Geriye kaldı 350 gün. Rica ediyorum ne yapacağız o yatırımı biz? Nasıl rantabilize edeceğiz? Nasıl kullanacağız? Allah rızası için!
Gelelim fuara… Biz diyoruz ki bu fuarın duvarlarını yıkın. Biz diyoruz ki şurası bir park olsun. Allah rızası için, bir tane de 465 dönüm farkımız olsun. Bunun için 30 senedir uğraşıyoruz. O Allahın çirkin, çinko lamarina saçtan yapılmış kenarlarını… Kaldırın, yok edin şunları. Madem fuarı taşıyor. ‘Hayır efendim, onu kongre merkezi yapacağız.’ Yapamazsınız. Basmane’deki oteller canlanacakmış. Basmane’deki otelleri canlandıracağım demek; ‘ben İzmir’in bu konudaki hayallerini, İzmir’in bu konudaki beklentilerini, alacağım Süper lig’den ikinci-üçüncü lige düşüreceğim’ demektir ya.. Allah rızası için, biz diyoruz ki 2030’ların, 2040’ların kongre merkezini yapalım. Her şeyiyle, etrafındaki otelleriyle, restaurantlarıyla, 2000 kişiye, 3000 kişiye aynı anda sıcak yemek verebilecek mutfaklarıyla, altyapı imkanlarıyla… Şurada öğle tatili oluyor catering için geliyorlar. Bir firma yetmediği için ikisi üçü birleşiyorlar, 1000 kişiye zor yemek veriyorlar. Ben 5000 kişiyi aynı anda sıcak yemekle doyurmaktan bahsediyorum. Üç gün kongre boyunca, her öğlen. E bunu sağlayabilecek altyapı var mı orada? Bu gelen insanların eşi, dostu, ahbabı, çocuğu, onların alışverişi, butiği, eğlencesi, dinlencesi… Nasıl sağlayacaksınız bunu? Dolayısıyla, öyle bir şey değil kongre merkezi artık. O kongre merkezi bambaşka bir şey.
Neyse bu parantezi kapatalım. İzmir için hakikaten kongre turizmi önemlidir. Çünkü iyi para bırakır. İzmir bunun için çok caziptir, çünkü çevresi çekicidir. Dolayısıyla hafta sonuyla birleştirilir, uzatılır. Kültür turizmiyle, din turizmiyle çeşitli şeylerle hatta güneş ve denizle. Güneşimiz ve denizimiz de çok değerli ve temiz. Foça’dan tutun Çeşme’sinden Kuşadası’na kadar. Ama bunu bir bütün olarak sunmak lazım. İzmir’in ciddi bir turizm politikası yok, turizm planı yok. Ne olacak yani; deve miyim, kuş muyum? Bununla ilgili ciddi bir planı, programı da yok. Ama zannediyorum turizm konusunda yeteri kadar… Tabii ki bu körfez için üç tane marina lazım. Tabii ki o gelen yük gemileri, yolcu gemileri yüzlerce bembeyaz yelkenlilerin arasından süzülerek geçmeli. Körfeze baktığınızda yelkenlilerle dolu olmalı. Şehirlerin ömrü, insanların ömründen çok uzun. Ne dedik, 6000 yıl dedik. Biz ne kadar yaşıyoruz? 60–70 yıl. Dolayısıyla bu, bir gün olacak. Bizim torunlarımız, onların çocukları inşallah bunları görecekler. Yeter ki siz bunu hayal edin, yeter ki siz kendinize hedef olarak bunları koyun. Bunlara ulaşmaya çalışın.
3T çok iyidir. Turizm, tarım, tekstil. Bunlar çok güzel şeyler fakat bunlar ‘bugün kazan bugün tüket’ demektir. Bunların katma değeri yoktur, bunlar istihdam yaratan sektörlerdir. İstihdam yaratan tüm sektörler, rekabete açıktır. Rekabete açık olan sektörlerde kar marjları düşüktür, birikim yaratmaz, dolayısıyla beraberinde ilave yatırımı, büyümeyi, gelişmeyi getirmez. Sadece o gün kazanır, o gün tüketirsiniz. Ha Türkiye için bu lazım mı, lazım? Çünkü Başbakan diyor ki, üç çocuk yapın. Demek ki gideceğiz 90 milyonlara kadar. Nasıl istihdam edeceğiz bunları? Emek yoğun sektörler gerekiyor. Ama emek yoğun sektörler sizi uçurmaz, kalkındırmaz. Katma değeri yüksek şeyler yapacaksınız. Yani adam işte maliyetini ben biliyorum 8 dolar 75 cente bir iPod yapıyor 275 dolara satıyor. Ha, işte orada inanılmaz bir katma değer var. 8.75’in aslında 3,75’ini sadece Çin’e ödüyor. Çin de bundan 75 cent kazanıyor, çok mutlu. Dolayısıyla arge önemli, inovasyon önemli, yeni teknolojik yatırımlar önemli ama bunun için mutlaka, bu İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve civarını uluslararası nitelikte bir teknoloji araştırma, geliştirme bölgesine döndüreceksiniz. En az on bin kişi çalışacak, bunun en az beş bini yabancı olacak. Onların ailesi, çoluğu çocuğuyla beraber yirmi bin yabancı gelecek, Urla ve çevresine yerleşecek. Onların talepleri, ihtiyaçları doğrultusunda kent gittikçe başka bir boyutta gelişmeye başlayacak.
 
SOYOĞUL: Tekrar çılgın projelere, neden çılgın olmadıklarına dönersek….
 
YÜCE: Siz Konak’tan bilmem ne dağın altından geçtiniz, Yeşildere’ye ulaştınız, 1570 km’lik bir tünel yaptınız. Bu çılgın proje olmaz. Buna çılgın proje diyor basın, ben bakan adına utanıyorum. Bundan otuz küsur sene önce San Remo’dan, Cenova’ya sahilden arabayla gitmiştim, sekiz buçuk saat sürdü. Dönüşte dediler ki, biraz yukarı tırman otoyol var, oradan git. Cenova’dan yukarı çıktım, otoyola girdik, iki saatte döndük Nice’e. Neden? Çünkü tam 57 tane tünelden geçtik. Bunun 45 kilometresi tüneldi. Otuz sene önce oldu bu. 40 sene evvel
Domodossola tünelinden trene bindirdim arabamı, geçtim; dakikalarca trenle gittik tünelin içinden.
Çılgın proje derken dikkat etmek lazım.  İzmir için çılgın proje şudur, bakın. Ben bunu Sayın Özal’a 1991 senesinde söyledim, çok ısrar ettim. Gelmişti, Nemrut’ta mı serbest bölge yapalım, Esbaş mı serbest bölge olsun? O zamanlar yalvardım, dedim ki ‘Sayın başbakanım lütfen İzmir’i serbest şehir yapın. Üç tanecik aksı var. Netice itibariyle İstanbul aksı, Ankara aksı, Çanakkale aksı. Üç aksı keseceksiniz. Diyeceksiniz ki, bu şehir serbest şehirdir.’ Bir Hong Kong yalnız kendi içindeki beş milyonu değil, kendi çevresinde ve Hong Kong’un etrafındaki elli milyon Çinliyi kalkındırdı. Bir Singapur kendisi tek başına bir şehir devlet oldu. Yani uçtu.
Avrupa Birliği’nde artık anlaşılıyor ki siyasi birliğe gitmedikleri taktirde, er veya geç bu Avrupa Birliği çökecek. Bu aşikar gözüküyor. Bunu geçici tedbirlerle engelleyemezsiniz. Mümkün değil. Yunanistan’ın borçlarının yarısını, 150 milyar dolarını silmezseniz Yunanistan ne yaparsa yapsın, bu borcu ödeyemez. Bu sadece Yunanistan hadisesi de değil. Arkasından Portekiz geliyor. Onun arkasından İtalya, İspanya bu çorap söküğü gibi gidecek. Dolayısıyla biz bırakalım artık Avrupa Birliği bizim geleceğimizdir falan filan laflarını… Zaten bu iktidar da Avrupa Birliği’ni kullana kullana, netice itibariyle Türkiye’deki kendi gizli emellerine çoktan ulaştı. Netice itibariyle dolayısıyla biz eğer İzmir’i serbest şehir yaparsak, bugün biz devletten bir alıyoruz, beş veriyoruz. On sene sonra bir alırız, elli veririz. Hatta o biri de istemeyiz. İstemeyiz, Lütfen! Aslında Gönül Hanım, bu da çok basit bir şey.
 
SOYOĞUL: Özal, ne dedi sizin bu serbest şehir önerinize, merak ettim.
 
YÜCE: Özal dedi ki, ‘ben İzmir’i seviyorum ama o kadar değil.’ Demedi ama onu demek istedi. Çünkü biz Özal’a çok yanlış yaptık. Özal partiyi kurarken geldi ,burada çeşitli görüşmeler oldu. Bunun detaylarını Atilla Yurtçu, Aslan Önel, Süha Tanık çok iyi bilirler. Ama netice itibariyle İzmir’deki büyüklerimiz başta rahmetli Raşit Özsaruhan ve Selçuk Arda olmak üzere Özal’a dediler ki ‘siz ikinci adam olarak çok başarılısınız; Bülent Ulusu başbakan olsun, siz ekonomiyi, devleti idare edin. Ama bürokrat kalın.’ Özal da bunu hiçbir zaman unutmadı ve hiçbir zaman da affetmedi. 

 
SOYOĞUL: Ama bu yaklaşım, insanı büyük yapmaz işte. Ben de buna çok şaşırıyorum.
 
YÜCE: (bilgece gülümsüyor) İnsan bu, Gönül Hanım… İnsan bu…
 
SOYOĞUL: Hem büyük düşüneceksin, hem de bu tür ayrıntılarda takılıp kalacaksın. Çok tuhaf geliyor bana.
 
YÜCE: Ben Özal’ın İzmir’le ilgili samimi düşüncelerini… Bir tesadüf yaşadım. METAŞ işçisi Adnan Menderes havalimanında yolu kesmişti. İnanılmaz bir yağış vardı. O yağmur altında işçi bekliyordu. Özal geldi VIP salonuna aldılar. Kimse kalmasın içerde dediler, herkesi boşaltılar. İçeride Işılay Saygın, Işın Çelebi ve İzmir Valisi vardı. Üç kişi. Bir de ben çıkmamıştım, tesadüf! Ama Özal ‘Uğur kalsın’ dediği için değil, domuzluğumdan! Çünkü Metaş beni çok ilgilendiriyordu, aile beni çok ilgilendiriyordu, akrabalığımız var falan falan. Ve Özal’a dediler ki, ‘efendim yolu kestiler, sizin arabanızı durduracaklar şimdi.’ Özal beni fark etmedi ve Işılay Hanım’a, Işın’a dedi ki, (sesini taklit ederek) ‘siz zannediyor musunuz ki ben bunların problemini halletsem, oraya bir sandık koyduğumda, oradan bize bir oy çıkacak.’ İşte bakış açısı. Özal çok büyük adamdı, çok da büyük zaafları oldu. Çok da büyük zaafları… Özal’ı o kadar çok seviyorduk ki, o sevgimizden işte Semra hanımı, Efe’yi, Ahmet’i, Zeynep’i bağrımıza bastık. (gülüyor) Hafızamız o kadar da zayıf değil. Geçmişte neler yaşadığımızı, neler olduğunu hepimiz hatırlıyoruz.
 
SOYOĞUL: Peki, Özal’dan sonra bu çılgın proje önerinizi başkalarına söylediniz mi?
 
YÜCE: Aslında bu çılgın bir proje değil, ben şaka söylüyorum. Mahsus çılgın diyorum. Hayır söylemedim. Özal vefat eder etmez Süleyman Bey cumhurbaşkanı oldu, Tansu Hanım başbakan oldu. Yani Tansu Hanım, Mesut Bey çok sevdiğimiz değerli insanlar ama bu Özal’ın bile bir yerde düşünmediği ve cesaret edemediği bir işi diğerlerine söylemeye gerek yok. Ben bunu geçen cumartesi Sayın Binali Yıldım’a söyledim. Neden söyledim? Şu anda artık ustalık dönemimi yaşıyorum diyen ve İzmir’i de muhakkak isteyen bir başbakan var. Ve gördüğüm kadarıyla da hakikaten kararlı ve iş bitirici bir bakan var. İzmir milletvekili.
 
SOYOĞUL: Ve dinleyen de birisi.
 
YÜCE: Yalnız dinleyen değil, dinlediğini uygulayan birisi. Biz çok dinleyen adamlar gördük. (gülüyor) Binali Bey öyle değil. Bu aynı zamanda dinlediğini realize eden bir insan. Çok büyük bir şans İzmir için. Yani biz eğer Binali Bey’den yeteri kadar istifade edebilirsek, İzmir’in büyük bir şansı diye düşünüyorum.
 
SOYOĞUL: Peki, Binali Bey ne dedi?
 
YÜCE: Binali Bey de ne olursa olsun bir siyasi. Bu seçimlerden altı ay önce İzmir’e gelmeden; Binali Bey’e bazı insanlar, işte Kalkınma Bakanı olan Cevdet Yılmaz, DPT Müsteşarı Kemal Madenoğlu, Türk Telekom’un başında olan arkadaşımız Erkan Bey, İstanbul Sanayi Odası eski meclis başkanı; ‘İzmir’e gidiyorsunuz Uğur Yüce’yi bulun.’ Bu haber bana geldi. Ben de hayatımda Süleyman Bey hariç, bir kişiyi karşılamamışımdır. Tansu Hanım başbakandı. Ben de ona bağlıydım PETKİM yönetim kurulu başkanı olarak. Bir gün gitmedim oraya. Beni emrederse giderim dedim. İl başkanı Ömer Bey de çok yakın dostumdur. O Ömer Bey’e söylesin, Ömer Bey beni arar dedim. Çağırmadı. Sonra EGİAD toplantısında yemekte, ‘Kim bu Uğur Yüce? Bir ayağa kalksın ben tanıyayım’ dedi. Ben de kalktım ‘benim’ dedim. Sizi dedi bizim arkadaşlar… Ne zaman çağırırsanız dedim, çağırmadı. Cumartesi bir başka yerde ben bir panelde konuşmacıydım; o da dinliyordu. Orada bunların hepsini kendine aktardım. Çağırır, çağırmaz. Ben kendim gitmem, kimseye gitmem.
 
SOYOĞUL: Bu söylediğinizle ilgili tepkisi, reaksiyonu?
 
YÜCE: Çok ilgi duydu, kâğıt kalem çıkarıp notlar aldı. Zannediyorum olumlu. Çünkü sonra onun birlikte çalıştığı bazı arkadaşları geldi bana. ‘Sayın Bakan 7’sinde gelecek, sizinle görüşmek istiyor’ filan diye. Demek ki görüşeceğiz. Ama bu, benim söylememle olmaz ki yani. Bir kentin her şeyden evvel bunun kendi geleceği için önemi varsa eğer, değerini anlaması, kavraması ve bütünüyle böyle bir düşünceye sahip çıkması lazım.
 
SOYOĞUL: Peki kentteki çevrelerde? İş dünyasında iş adamlarıyla bu konuyu konuştuğunuzda, aldığınız tepkiler ne? ‘Hadi canım olur mu’ mu diyorlar, yoksa artılarını, eksilerini mi tartışıyorlar sizinle? Oldu mu bunlar?
 
YÜCE: Gönül Hanım, şimdi İzmir’de, sadece İzmir’de değil bu ilkim kuşağında... Yani Yunanistan’da, İtalya’nın güneyinde, İspanya’nın güneyinde, Ekvator’un altına inin aynı iklim kuşağı olan Arjantin’de, Brezilya’da… Bu iklim kuşağında yaşayan insanların ortak bir yaklaşımı vardır. ‘Çok iyi fikir. Yapılsın.’ Ama ‘Aman ha, benim üstüme kalmasın da!’ (gülüyor) Ama mutlaka yapılsın! İzmir’de öyle elini taşın altına koyan insan adedi çok azdır.
 
SOYOĞUL: Aklıma, Sıtkı Şükürer’in ‘İzmir’de ağlama kültürü vardır’ sözü geldi. Katılıyor musunuz buna? Elini taşın altına koymazsan niye ağlıyorsun? Ama kime sorarsanız, elini taşın altına koymaya hazır.
 
YÜCE: Şimdi ağlama kültürünü de analiz etmek lazım. Niçin ağlıyorlar? Ben onun sonucunu söylüyorum. Ağlamıyor aslında. Ondan kaçmak için ağlıyor. Anlayabiliyor muyum? Rahatı seviyoruz, tembeliz, sorumluluk almak istemiyoruz, riske girmek istemiyoruz. Mümkünse komşunun taşıyla komşunun kuşunu vurabilir miyim? Hayat böyle değil. Hayat risk almadan elini taşın altına koymadan olmuyor, yürümüyor. İşte mesela…. Bilmiyorum nerelidir Binali Bey?
 
SOYOĞUL: Erzincanlı.
 
YÜCE: Erzincan’dan bir Binali Yıldırım geliyor, İzmir milletvekili; bir başkası Tokat’tan geliyor belediye başkanı oluyor. Dışardan gelen, elini taşın altına koyan, risk alan, zamanını, mesaisini, hatta sağlığını feda edebilen insanlar yapabiliyorlar bu işleri. İzmirliler de diyor ki, ‘aman ne kadar iyi bir fikir, sakın beni ellemeyin!’ (kahkahalar) Onun için normaldir. 

 
SOYOĞUL: Bir raporunuzu okudum ozetkitap.com’da. Orada İzmir’le ilgili bir raporunuzda ‘yaratıcı sermaye; içinde farklılıkları barındıran, hoşgörülü toplumları, kentleri sever. Burada yaşamayı sever. Çünkü yaratıcı sınıf kendini sınırlamayan, özgür ortamları tercih eder’ demişsiniz. Biz yaratıcı bir kent miyiz?
 
YÜCE: Yaratıcı kent değiliz ama çok daha aydın, çok daha dışarı açık, çok daha yüzünü batıya dönmüş bir kentiz. Türkiye genelinde. Yani İstanbul belki bizden çok daha ilerde ama göç, onu bizden çok daha fazla bitirdi, böldü, parçaladı. Bir İstanbul varken, şimdi on dört tane İstanbul var. Dolayısıyla artık İstanbul bir metropoldür, bambaşka bir olaydır. İzmir hala kent kimliğini koruyabilme şansına sahip ve bu sahip olduğu kimliğinde de yüz yirmi bini aşan üniversite öğrencisiyle, beş yüz bini aşan emeklisiyle, bu emeklisinin daha çok Ankara’dan, devletten, öğretmenlikten emekli olan ama normal, yarı aydın kimliğini aşmış, okuduğunu anlayan, okuryazar insanlar olmasıyla daha çağdaş, daha batılı, Atatürk ilkelerine daha bağlı, laikliği özümsemiş… 81 iliyle mukayese ettiğiniz zaman… Türkiye genelinde düşünmek lazım. Biz bir batı dünyasında, bir dört yüz yılda ancak demokrasiyi özümsemiş Hollanda’yla, bin yılda demokrasiyi özümsemiş bir İngiltere’yle kendimizi kıyas edemeyiz. 85- 87 yılla onların geldiği yerlere gelemeyiz. Biz kendi gerçeklerimize bakacağız. Kendi gerçeklerimizle kendimizi mukayese edeceğiz.
Benim o söylediklerim, Türkiye ile mukayese ettiğimiz zaman İzmir, bu avantajlara sahip bir kenttir. Burası bir zamanlar NATO’dan dolayı hayli yabancı barındıran bir kentti. O dönemde burada yaşayan yabancıların çoğuyla dostluk kurmuş, ahbaplık yapmış bir insan olarak söylüyorum; o insanlar bu şehirde mutlu yaşıyordu. O insanlar bu şehri seviyordu. O insanlar İzmir’de olmaktan dolayı aslında hiç şikayetçi değillerdi. Aileleri değildi. Bilakis severek yaşıyorlardı. Bunu sadece İzmir’in güneşine, denizine falan bağlayamazsınız. Aynı zamanda o insanın yaşadığı toplumda diğer fertlerle olan ilişkileri nedendir. Bu ilişkileri hala Türkiye genelinde en iyi sağlayabilecek, İstanbul’dan sonra gelen ikinci iliz. Bu avantajımız var. Hatta bazıları için daha da avantajlıyız. Çünkü burada yaşam daha kolay, ulaşım daha kolay, daha sakin, daha güvenli bir kente sahibiz. Kentin o yabancılar için bazı eksiklikleri var. Yeter ki o eksiklikleri giderelim. Çocuğum hangi okula gidecek, ben nerede yaşayacağım gibi basit ve giderilebilecek sorunlar.
 
SOYOĞUL: Genelde bu kentin Ak Parti’ye karşı solak bir duruşu, muhalifliği oldu… Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
YÜCE: AKP’ye karşı koalisyon kurabiliyoruz. Aziz Bey’de bunu yaşadık. (gülüyor)
 
SOYOĞUL: Şimdi iş dünyasında bir kaynama var ki, kimisi buna çözülme diyor, kimisi zemin kayıyor diyor. Odalar, iş dünyası örgütleri kımıl kımıl. İzmirde AKP ile iş dünyasının kaynaşmaya yönelik ilişkisini, bu kaynamaları nasıl yorumluyorsunuz?
 
YÜCE: Çok acı. Çünkü bu, yine bizim İzmirli olarak hep olayları ne kadar geriden takip ettiğimizi gösteriyor. Eğer böyle bir şey olacaksa, keşke sekiz sene evvel olsaydı! Türkiye’nin gerçeklerini görebilseydik. Bu Cumhuriyet Halk Partisi’nden bu yapısı içinde, bu başkanıyla, ne köy olur ne kasaba. Hiç olmazsa bu insanlarla (AKP’yi kastediyor) biz bütünleşip bunları daha da merkez sağa çekip dolayısıyla, endişe ettiğimiz radikal islamdan da bir nebze uzaklaştırıp… İşte bu ülkeyi daha demokratik ortam içinde, ama bu ülkenin insanlarıyla beraber nasıl yönetiriz diye düşünebilseydik… Ama düşünemedik. Sekiz sene geçti, bakıyoruz, görüyoruz yine alternatif yok. Yüzde 50’yle geldi falan filan. Yavaş yavaş bu tarafa doğru ‘yanaşmaya’ çalışıyoruz. Çok yanlış, çok geç. Çünkü netice itibariyle iki sene sonra Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, ‘başbakan sen olacaksın, ben olacağım’ diye bu koalisyon bozulursa ve kendi içlerinde bir kavgaya tutuşur inşallah parçalanırsa, ondan sonra bu memlekette çok rahat bir şekilde bir MHP-CHP koalisyonu da bekleyebilirsiniz. Yeter ki bu koalisyon parçalansın. Çünkü bu bir koalisyondur. Şu anda Recep Tayip Erdoğan bunun birleştirici, yapıştırıcı, ayakta tutucusudur. Tamamen kendi kişiliğiyle, karizmasıyla, şahsiyetiyle, Kasımpaşalılığıyla, çok çeşitli şeylerle bunu ayakta tutuyor. Bugün diyor ki, ‘ben bir daha milletvekili adayı olmayacağım. Bu tüzüğü değiştirmeyeceğim’, ben bir daha demek ki başbakan olmayacağım diyor. Bir taraftan da cumhurbaşkanı olmayı hedefliyor. Biz gördük, biz bu filmi gördük. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığını yaşadık. Turgut Bey cumhurbaşkanı olunca… Tayyip Bey de ne yapacaktır? Binali Yıldırım Beyi mi başbakan yapacak? Yapmayacaktır. Ali Babacan’ı yapacaktır. Neden? Kendisine danışmadan hiçbir şey yapmayan bir kukla olsun diye. Türkiye bunu hazmedemiyor. Bir süre sonra birtakım başka insanlar, başka güçler, gruplaşmalar, hizipler, kendi içinde bölünme, parçalanma… Dolayısıyla Türkiye’nin önünde aslında bu iktidarın geleceği, açıkçası bana çok sağlam gelmiyor. Ön şart hakikaten merkez sağda biraz daha sola yatkın bir lidere ihtiyacımız var. Böyle bir lideri ortaya çıkartabilirse Türkiye; Türkiye bambaşka bir siyasi yapıya kayacak. İzmirliler de bu sefer bu tarafa doğru kayacak.(gülüyor)
 
SOYOĞUL: Çok enteresan sözler bunlar. Siz, Ak Parti ile biliyorum ki kendi ölçülerinizle bir ilişki kuruyorsunuz. Bir taraftan da iş dünyasında bir başka ilişki biçimine ‘yanaşmaya’ dikkat çekiyorsunuz. Şimdi yanaşacaklarına, dik durarak da iktidarla bir iş ilişkisi kurulabilir/kurulabilirdi mi demek istiyorsunuz aynı zamanda?
 
 
YÜCE: Tabii ki Gönül Hanım. Ben EGEV Başkanı’yken ilk yaptığım iş şu oldu: Devlete gittim dedim ki, ‘Bana Devlet Planlama’dan ve Hazine’den ikişer tane istikbal vaat eden genci vereceksiniz, ben onlarla beraber çalışacağım. Ve bize ikişer arkadaşı görevlendirdiler. Bunlar AK Parti iktidarının göreve getirdiği insanlardı. Ben bunları AK Parti iktidarının bürokratlarından rica ettim. İşte İbrahim Çanakçı’dan rica ettim, Ahmet Tıktık’tan rica ettim. Bu insanlarla aylarca, senelerce birlikte çalıştık. Bu insanlarla on tane arama konferansı, on tane diyalog konferansı, üç tane karar konferansı yaptık. Bütün bunların neticesinde bölgesel kalkınma ajansları yasasını, oturduk beraber yazdık. Türkiye’yi bölgesel kalkınma ajanslarına kavuşturduk. Şimdi, bu arkadaşlardan bir tanesi DPT Müsteşarı, bir tanesi Kalkınma Bakanı, bir tanesi Karaman Milletvekili, bir tanesi Hazine Müsteşar Yardımcısı. Ve ben bu arkadaşlarla çalışırken büyük bir zevkle çalıştım. Onlar coca cola içiyordu, ben rakımı içiyordum. Ne onlar bana, ‘Uğur Bey sen niye rakı içiyorsun, şarap içiyorsun’ dediler, ne de ben onlara ‘siz niye coca cola içiyorsunuz’ dedim. Fevkalade sağlıklı bir ilişkimiz var. Hala da öyle. Fevkalade de seviyorum kendilerini. Yani o başka şey, o başka şey. Ama hiçbir zaman siyaset konuşmadık. Hiçbir zaman. Onlar bana saygı gösterdiler, ben onlara saygı gösterdim.
 
SOYOĞUL: Dinç Bilgin’in bir röportajda söylediği bir sözü hatırlıyorum. ‘İzmir’in muhalif kimliği aslında hoş bir kimliktir genel anlamda. Ama İzmir bu muhalifliği, değişime kanalize edemedi’ diyor. Bu mudur?
 
YÜCE: İlk başta konuştuğumuz da dikkat ederseniz bu yöndedir. Netice itibariyle hakikaten karşı görüşler çok iyidir, çok değerlidir. Mutlak suretle fikirlerin çatışmasından gerçekler doğar diye güzel bir söz vardır. Ama biz burada işte, müsademe-i efkâr var, fikirlerin çatışması var ama Barikâ-ı hakikat doğmuyor. (kahkahalar) Tek eksiğimiz orada. Bunu doğurabilmek aslında diyalogla mümkündür. Diyaloğun devamlılığıyla mümkündür.
Bu meslek odaları başkanları, baro başkanız dahil olmak üzere, bizim Kuşadası’nda yaptığımız arama konferansında… Her birini özellikle davet etmişimdir, teker teker arayarak. Hepsi gelip katılmıştır. Bir cumartesi-pazar bizimle birlikte çalışmıştır. O birlikte çalışmanın sonucunda aslında İzmir’in vizyonu, misyonu ve stratejileri oluşmuştur. Orada o insanlar, Ahmet Piriştina’yı aslında ‘İzmir’in bir liman kenti olduğuna’ ikna etmiştir. Ahmet Piriştina İzmir Limanı’nı tamamen silen ve yok eden adamdır. Ahmet Piriştina, İzmir’in o bölgesi için Alsancak’tan başlayıp ta Naldöken’e kadar yer için açtığı proje yarışmasında bir milyon lira Türk parası birinciye ödenmiştir. Bütün projeler belediyede duruyor. Şartnamesinde liman yoktur. Kazanan projede de liman yoktur. Sadece yolcu iskelesi vardır.
 
SOYOĞUL: Ben bu önemli ayrıntıyı atlamışım ya da unutmuşum. Şaşırdım şimdi.
 
YÜCE: Evet, Gönül Hanım. Ve orada iki gün Ahmet Piriştina’ya hep beraber yüklenerek sonunda İzmir’in vizyonuna ‘bir liman kentidir’ lafı yazdırılmıştır. Ahmet benim kardeşimdi, canımdı, hala yüreğim yanıyor. Ama Arnavut’tu, inatçıydı. Ve o inadını orada diyalogla kırdık. Bu işin tek çözümü oturmak, birlikte konuşmak, tartışmak. Gerekirse üçüncü şahıslara, akil adamlara danışmak, onunla ilgili gerekirse üniversitelerden ve bilimsel olarak konuyu irdeleyebilecek insanlardan destek almak ama sonunda ortak akılda buluşmak. Siz de gerekiyorsa bazı tavizler vereceksiniz. Benim halkımın yüzde 50’si bu iktidardan memnun. İki tane şansım var. Ya buna saygı duyacağım ya da gidip başka bir ülkeye yerleşeceğim. Bu kadar basit yani. 

 
SOYOĞUL: Şu anda yerel yönetimle, hükümetin İzmir temsilcileri arasında, İzmir konusunda, bir arıza, büyük bir problem yok gibi görünüyor. Binali Bey’in yapısından, Aziz Bey’in çelebiliğinden ya da başka nedenlerden çıkmıyor olabilir. Ama seçime daha 2.5 yıl var. Neler bekliyorsunuz bu süreçten?
 
YÜCE: Aziz Bey İzmir için bir şans, çok büyük bir şans. Bu anlamda. Söylediğiniz anlamda. Aziz Bey hakikaten çok özverili bir insan. Kendi kişiliğinden, prensiplerinden, her şeyden fedakârlık ediyor. Sırf İzmir’in menfaatleri için açıkçası ve doğru olanı yapıyor. İzmir bundan dolayı Aziz Bey’e çok şükran duyması gerekiyor. Bunu çok az insan yapabilir. Bunu ne Yüksel Çakmur yapabildi, ne de Burhan Özfatura yapabildi zamanında. Ahmet Bey de yapamadı. Aziz Bey bunu yaptı, becerdi. Burada Binali Bey’in kişiliğinin de rolü var. Onun da hakikaten aslında uzlaşmacı bir insan olması veya akıllı bir insan olması, çünkü İzmir’de gelişiyorlar, Allah var. Ama bu İzmir’in menfaatinedir. Aziz Bey’in veya mahalli  idarenin sorunu başka. Yani Aziz Bey geldiğinde Ahmet Piriştina’nın ekibini değiştirmek istedi, doğaldır. En doğal hakkıdır ama kendisi doğru düzgün bir ekip kuramadı. Aziz Bey diyor ki, ‘ben kendimi Bornova için hazırlamıştım, İzmir’i kucağımda buldum.’ Doğrudur. Ne dese haklıdır ama netice itibariyle sizin aslında çok fazla… Böyle hani Çin seddinde tabak çeviren maharetlere sahip olmanız gerekmiyor. İyi bir ekibe sahip olmanız gerekiyor. Angele Merkel, bugün tek başına Almanya’da şansölye olabilecek, iki dönem üst üste Almanya’yı yönetebilecek hiçbir yeteneğe sahip değil. Fakat Merkel’in bir sağduyusu ve çok iyi ekibi var. O kadar iyi bir ekibi var ki ve o ekip sayesinde, Merkel biraz da soğukkanlı, son söyleyeceğini ilk söylemeyen bir insan, düşünmeden konuşmayan bir insan, danışmadan karar vermeyen bir insan ve Almanya’yı mükemmel yönetiyor.
Turgut Özal’ın başarısının arkasında yatan en önemli faktör, bütün zaaflarına rağmen en önemli faktör, Turgut Özal akıllı adamdan korkmazdı. Turgut Özal tam tersi akıllı adama yapışırdı. ‘Gel, sen de gel.’ Turgut Bey’in prensleri diyorlar. O prensler nerden doğdu? Hep akıllı adam eksikliği ve ihtiyacından, açlığından. Amerika’da kendisine birini tanıştırıyorlar, on dakika konuşuyor yapışıyor koluna, ‘sen de gel Türkiye’ye’ diye. Ve bakın 87’deki etrafındaki insanlara; hepsi Türk bürokrasisinde DPT’de, Hazinede, dış ticarette zekasıyla, bilgisiyle sivrilmiş olan akıllı adamlardır. Ne kadar akıllı adam varsa, onları topladı etrafına. 1991’de ne oldu? 91’de dedi ki Dr. De Bakey, ‘sen biraz rölantiye al bakalım bu işleri.’ Amerika’da 59 gün kaldı kalp ameliyatından sonra. O zaman ‘ Ben bunu bir taraftan nasıl az çalışıp bu işleri yönetirim?’ endişesi başladı. İşte Yusuf baksın bu işlere, işte Erzincan’daki hal müdürü gelsin, Yıldırım Akbulut başbakan olsun falan filan. Ondan sonra Türkiye, dört yılda çıktığı yokuştan pat diye başladı aşağı doğru yuvarlandı.
 
SOYOĞUL: Aziz Bey’e dönersek…
 
YÜCE: Aziz Bey’in eksiği, Aziz Bey doğru düzgün bir ekip kuramadı. Ayrıca Aziz Bey, ama vakti olmadığından, ama pek fazla imkanı da olmadığından, danışmıyor. Bakmayın kurullar, bilmem ekonomik koordinasyon şu bu falan… Aziz Bey bize bir şey sormuyor, biz söylüyoruz. (gülüyor)
 
SOYOĞUL: Danışmıyor mu?
 
YÜCE: Hayır danışmıyor. Aziz Bey’in aklı başında iyi bir siyasi danışmanı olsa veya danışsa… Hatta Alattin Yüksel’e sormuş olsa… Ki Aziz Bey politikayı çok iyi bildiğini iddia ediyor. Alattin ona diyecek ki, ‘sakın ola bir daha aday olmayacağını hemen söyleme. Üç ay kala söylersin.’ Buna bütün dünyada ‘topal ördek’ derler. Sen iki buçuk yıl evvelden, ben bir daha aday olmayacağım dersen…
 
SOYOĞUL: Demedim dedi ama sonradan.
 
YÜCE: Tamam, sonradan mecbur kalırsın ‘demedim’ dersin. Neresinden bakarsanız bakın… Şimdi bürokratlarının bir kısmını da içeri attılar. O da çok korkunç bir hadise. Ama artık Türkiye bunlara alıştı. Normal hayatın bir parçası gibi geliyor. Yani Aziz Bey’in bence asıl sorunu, iyi bir ekibi olmaması.
 
SOYOĞUL: Bu ekibi bundan sonra kurabilir mi?
 
YÜCE: Ben olsam kurarım. Neden kurarım biliyor musunuz? Fransızların güzel bir atasözü var. ‘İyi ve doğru bir şey yapmak için asla geç değildir.’ Sen iyi bir ekip kur, yerine de iyi bir aday bul, o da sana teşekkür etsin. Hazır bir ekip buldum, geldiğim ikinci günden çalışmaya başladım diye. Yoksa yeni bir başkan geldiğinde üç ay ekibini kuracak, yine İzmir kaybedecek yani. Yoksa Aziz Bey’i seviyoruz. Yanlış anlaşılmasın. Çok seviyoruz.

 
SOYOĞUL: Bu iki buçuk yıl nasıl, en verimli hale getirilebilir?
 
YÜCE: İki buçuk yıl çok önemli. Neler yapılmaz ki? Ben Aziz Beyin yerinde olsam dünden itibaren yepyeni bir ekip kurardım. Seksen kişiye danışmak iyidir ama içlerinden sekiz tanesini seçer, onlara aşağı yukarı haftada bir danışırdım.
 
SOYOĞUL: İki buçuk sene uzun dediniz. Ne yaparsa hükümetin projelerine karşı kendini gösterebilir? Kentteki algı şu anda sanki, bu saatten sonra fark etmez gibi…
 
YÜCE: O şansı artık kalmadı. Yani bu söylediğiniz anlamda, bir şansı kalmadı. Çünkü netice itibariyle Binali Bey çok akılcı bir şekilde geldi ve şehrin aslında temel ihtiyaçlarını kendi kontrolü altına aldı. Bakın 35 projeye, ilk 12 tanesine iyi bakın. İlk 12 tanesi Ulaştırma Bakanlığı projesi. Kendi projeleri. Ondan sonra gelen 5 tanesi yine limanlar genel müdürlüğü, demiryolları falan filan; oldu 17 proje. 17 proje zaten İzmir’in hayatı. Dolayısıyla artık siz belediye başkanı olarak körfezin ortasına havuz yapacağım, suyu 150 metreye fışkırtacağım… Mümkün değil. Adam diyor ki ben Çiğli’yle İnciraltı’nı bağlayacağım. Alttan geçeceğim, üstten geçeceğim, köprü yapacağım, tünel yapacağım… Yani mücadele edemezsiniz. O kontrolü kaybettiniz. Onun için dedi zaten Aziz Bey, ‘ben bir daha başkan adayı olmayacağım’ diye.(gülüyor)
 
SOYOĞUL: Peki, ne olacak?
 
YÜCE: Yapacak hiçbir şey yok. İyi işbirliği yapsın, yardımcı olsun ve netice itibariyle işin ekonomik yönüyle politik yönünü, birbirinden ayırsın bunun. ‘Zaten devlet bu memlekete yapması icap edeni yirmi yıldır yapmıyordu, zaten biz verdiğimizden çok daha azını alıyorduk. Şimdi devlet borcunu ödüyor. Bundan daha normal ve doğal başka bir şey olamaz. Tabii ki bunlar yapacak. Bunlar zaten yapılmalıydı, bunlar zaten eksik kaldı, bunlar zaten devletin görevi’ desin ama siyasi yönden aslında, İzmirlinin ihtiyaçlarının farklı olduğunu, İzmirlinin liberal, demokratik, laik yapısını, kültürel yapısını bir taraftan canlı tutmaya gayret ederekten… Bu gizli veya açık ajandanın bir parçası olmamasını sağlasın İzmirlinin. Yani netice itibariyle, biz İslam cumhuriyeti istemiyoruz, bizim ılımlı İslam falan palavralarına karnımız tok. Biz bilmem Büyük Ortadoğu Projesi Eşbakanlığıyla İslam dünyasını demokratikleştireceğim, liberalleştireceğim ama laik yapamam çünkü Kuran’ın hükümleri çok ortada. Dolayısıyla ne yapmak lazım? Türkiye model olacaksa o zaman Türkiye’yi de bir kademe aşağı çekmek lazım. Nedir o bir kademe aşağı? İşte İslam cumhuriyetidir, işte ılımlı İslam’dır falan filan. Bunlar çok iyi, çok hoş. Selahattin Duman’ın tabiriyle ‘seyrek bıyıklı asabi arkadaşımız’ bu görevi üstlenmiş, gazası mübarek olsun! Ama sorarım size: Yarın Obama seçilmez de bir demokrat gelirse, mesela Teksas Valisi Rick Perry,
 diyelim başkan oldu. Ve dedi ki, ‘Ne işimiz var bizim Ortadoğu’nun şusu busu, bize Venezuella, Alaska petrolü falan filan yeter, zaten yüzde 5’ini oradan ithal ediyoruz. Ben vazgeçtim bu İslam dünyası bilmem nesinden. Biz izolasyonist bir Wilson prensiplerine döneceğiz, kendi içimize doğru, ben böyle 500 milyon dolar savunma bütçesi falan da istemem, bu dışarıdaki 450 bin adamın da 350 binini geri Amerika’ya getireceğim’ derse… Ne yapacak acaba bizim Eşbaşkan arkadaşımız?

SOYOĞUL: Ki böyle bir ihtimal de var… 

YÜCE:
Kesinlikle var. Şiddetle var. Ne yapacak o zaman? Ne yapacak? (duruyor) Aziz Kocaoğlu’nun, Aziz Bey’in yapabileceği çok şey var da yeter ki, topluma bunu doğru bir şekilde… Yani işi kendi siyasi kimliğinde, icap eden siyasi rolünü doğru oynasın. Yani bir taraftan kentin menfaatleri doğrultusunda hareket ederken, diğer taraftan da kentin sahip olduğu kimliği yitirmemesi için gerekeni yapsın. Yapacağı en büyük hizmet bu olur.

 
Koptu gidiyor kent, engellenemez
 
Devletin o meşhur memesinden süt emmedik
YORUMLAR
Toplam 18 yorum var, 10 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
ugur yuce 30 Kasım 2011 Çarşamba 16:57

sn İlhan Pınar Turkiye'yi yoneten insanların pek cogu ve sozde kanaat onderi kişilerin onemli bir kısmı yabancı dil bilmiyor. Bu calısmanın birincil amacı o kitleye yardımcı olmaktır. Turkce yayınları dahi okumuyorlar ise soyleyecek bir sey yok. Saygılar

Yorumu oyla      11      5  
25 Kasım 2011 Cuma 12:10

YANDAŞ MEDYA VE BAZI KESİMLERİN ESTİRDİKLERİ BİNALİ YILDIRIM HOS RÜZGARI BİTTİ SAYIN UĞUR YÜCE AKP NİN İZMİRİ OLMA ŞANSI YOKTUR GERÇEKTEN BU BÖYLE BİR HAVA ESTİRİLDİ AMA YOK BÖYLE BİR İHTİMAL

Yorumu oyla      12      5  
RUMUZ 3 25 Kasım 2011 Cuma 12:06

Hep aynı kişiler met etmiş tamam söylediklerinin bir kısmına katılıyorum ama binali yıldırımı sanki kurtarıca sanki izmire çok şey yapmış göstermek kabul edilemez ye yapmış allah aşkına kendi ağzınızla söylüyorsunuz 10 yılda bir limanı bile halledemediler.daha ne zaman yapacaklarıda belli değil kendiniz söylüyorsunuz bakan benim çılgınım dediği konak tüneli ki bu proje ne haldedir biliyoruz kısaldı durdu alal acele temel atıldı.Aziz Kocaoğlu Hükümetin bütün engellemelerine ,oyunlarına Rağmen

Yorumu oyla      11      5  
izmir bu 20 Kasım 2011 Pazar 22:43

izmiri bazı yazarlar tanıyamamış izmir türkiye nin mozayığı bu mozayığı iyi okuyup harmnlamak lazım şucu bucu olarak tanımlamak izmiri tanımamak demektir izmire abi gerek birleştiren halkı izmire bağlayacak herkesi izmirli görecek lider lazım 68 den beri izmirliyim bizleri izmirli yapamayanlar utansın hizmet yok çalışma yok izmirli olmasın diye izmiri köy gibi yaşattılar

Yorumu oyla      12      6  
inci 11 Kasım 2011 Cuma 02:59

Sayın Soyoğul ve Sayın Yüce, ağzınıza sağlık olsun.bir solukta okudum.İş bilenin,kılıç kuşananın olsun..sevgiler..

Yorumu oyla      13      6  
İlhan Pınar 4 Kasım 2011 Cuma 22:23

Demek ki okumanın, kitap yazmanın ve İzmir ve Türkiye ile ilgili bilgi üretmenin İzmir'de hiçbir değeri ve kıymeti harbiyesi yok. İzmir'i ve Türkiye'yi anlamak, kavramak ve yorumlamak için Batılı kaynakları okumak yeterli! Bunun üzerine söz söylemeye ne hacet!

Yorumu oyla      12      5  
İlhan Pınar 4 Kasım 2011 Cuma 09:28

Sayın Okan, Ben okuyor ama özet çıkarmıyorum. Kitap yazıyorum. 18 kitap yayınlamış İzmirliyim brn. Bunun 12 tanesi İzmir'le ilgili. Konuşurken işkembeden atmam. İcraatsa bu 12 kitap ve daha gelecek onlarca kitap yeter herhalde! özettürkçe.com'u bana önereğinize ilhanpinar.com'a bakmanız tarafımdan hararetle önerilir! Benim söylemek istediğim BU KADAR BATILI OKUMAYLA İZMİR VE TÜRKİYE'Yİ ANLAMANIN ZOR OLACAĞI'dır!

Yorumu oyla      12      9  
okan 4 Kasım 2011 Cuma 09:07

sayın ilhan pınar, ozetkitap.com adresini beğenmediyseniz ozetturkcekitap.com adresini alın, kitapları okuyun, özetini yapın, yayınlayın. böylece sizde takdiri fazlası ile hakedersiniz. eleştirmek ne kadar kolay! ama yapmak cesaret ve çalışma ister.

Yorumu oyla      13      5  
İlhan Pınar 2 Kasım 2011 Çarşamba 10:33

Ozetkitap.com’a baktım. Kitap listesi sadece Batılı yazarların ve düşünürlerin kitapları. Sadece Süleyman Demirel bu topraklardan! İzmir’e ve Türkiye’ye bu kadar Batı’dan bakmak ve anlamaya çalışmak ne kadar sağlıklıdır, diye sormadan edemiyorum. Bu kitapları dünyanın herhangi bir kentinden de koyabilirsiniz. Burada İzmir yok ki! “İzmir’in parlak dönemi”ni anlamak zor görünüyor bu kitaplarla ve düşüncelerle!

Yorumu oyla      14      10  
hulusi kentmen 1 Kasım 2011 Salı 21:10

izmirden ve izmirliden uzak bir takım saygın insanlar, bürokratlar her zaman o günkü iktidarın ağzından konuşmayı seviyorlar. bide biraraya gelip başkanlar kurulu oluşturuyorlar. nasıl başkanlar kurulu ise tmmob başkanları, tabib odası başkanı, baro başkani sendika başkanları yokturlar. bunlar mevcut iktidarın koltuk değneği görevini kendi kendilerine görev kabul etmişler herhalde... uğur beye sormak lazım, rüzgar enerjisi kurarken yöre halkından bir alahın kulunu sembolik olarak ortak ettinizmi

Yorumu oyla      17      7  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Koptu gidiyor kent, engellenemez
Gönül Soyoğul eski ESİAD Başkanı Sıtkı Şükürer'le İzmir'in siyasi ve ekonomik ...
İzmir yanlış pozisyon aldı
Gönül Soyoğul eski ESİAD Başkanı Sıtkı Şükürer'le İzmir'in siyasi ve ekonomik ...
Kadın ölümü, terörden 4 kat fazla!
Devletin resmi verilerine göre 2002-2009 arasında terör olaylarında kaybedilen ...
 
Türkiye’nin temellerini atan neslin hikayesi…
İzmirli Gece Vardiyası Film Yapım tarafından izleyiciye sunulan “Kıvılcımdan ...
'Kocaoğlu'nu istemedim, Tartan için yalvardım'
2009 yerel seçimleri öncesinde CHP İzmir İl Başkanlığı koltuğunda oturan ...
Sakin Şehir’den bir başarı öyküsü
Seferihisarlı yatırımcı Özer Türer küçükbaş hayvancılıkta geleceği gördü, ...
 
'İzmir, artık Büyükşehir’i bize vermeye hazır'
AK Parti İl Başkanı Ömer Cihat Akay, Gönül Soyoğul’a konuştu. Akay, İzmir'e ...
Gıda teröristine dikkat, kadınlardan özür!
Dede mesleği lokantacılığını sürdürürken Türkiye Lokantacılar Federasyonu ...
'Ceza İzmirlilere kesiliyor'
Ömür Şanlı. O Kordon İşadamları Derneği’nin başkanı. Son iki yıldır İzmir ...
 
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Bu saatte 'vicdan ittifakı' olur mu?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
İzmir kimin ya da neyin kalesi?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Erkek dediğin öldürür
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Foça, Tire, Çeşme ve Dikili de MHP diyecektir
Kemal ARI
Kemal ARI
Oyumuz, onurumuz ve özgürlüğümüzdür...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Tunç Soyer yeni bir yola çıktı
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Diktatör
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Sağduyu marifeti ile seçebilmek…
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Son hafta
Neşe ÖNEN
Neşe ÖNEN
Sosyalistler pes etmeyin!
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva