RÖPORTAJLAR
26 Nisan 2014 Cumartesi

Hukuk devletini savunmak Haşim Kılıç’a kalmışsa…

Gönül Soyoğul'la hukuk söyleşilerinin ilk konuğu Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu...

Hukuk devletini savunmak Haşim Kılıç’a kalmışsa…

Anayasa Mahkemesi’nin Twitter’a erişimin engellenmesi yolunda TİB'in verdiği kararı ifade özgürlüğünün ihlali kabul ettiği…
Cumhurbaşkanı Gül’ün “10 üyesini atadığım mahkemenin bu kararından gurur duyuyorum’ dediği; Başbakan Erdoğan’ınsa karara uymak zorunda olduklarını belirtip ‘saygı duymuyorum’ şerhi koyduğu günlerde…
Gece hukukla yatıp sabah hukukla uyanmamıza rağmen, (zaten anlamadığımız bi sürü kanuna; yürütmenin kördüğüme çevirdiği değişikliklere 17 Aralık gelişmeleri de eklenince) işin içinden çıkamadığımız tartışmaları izlemekten yorulmuş, bunalmışlardan biri olarak ‘gündeme dair ne yapabileceğim’ üzerine düşünürken; Nisan ayı başında, bir etkinlik gerçekleştirildi.
İzmir Barosu’nun Avukatlar Haftası nedeniyle düzenlediği etkinlikler arasında yer alan sempozyum ve iki oturumlu bu sempozyuma katılan isimlerin her biri; kafa karışıklıklarına yanıt arayanlar için adeta vaha gibiydi.
İzmir Barosu Başkanı Ercan Demir’in açış konuşmasından sonra ‘HSYK ve Yargı Bağımsızlığı’ başlıklı av. Çetin Turan’ın yönettiği birinci oturumun konuşmacıları Av. Turgut Kazan, Yargıçlar Ömer Faruk Eminağaoğlu, Murat Aslan ve Nuh Hüseyin Köse;
Avukat Fikret İlkiz’in yönettiği ‘Yargılanan Savunma Yargılıyor’ başlıklı ikinci oturumun konuşmacıları da Prof. Dr. Duygun Yarsuvat, Av. Bahri Bayram Belen, Avukat Selçuk Kozağaçlı’ydı.
Yoğun gündemleri ve molalarda da kendi aralarında yaptıkları yoğun tartışmalardan dolayı, ancak iki görüşme yapabildim.
Söyleşi yapabildiğim, daha doğrusu söyleşiye yüz yüze başlayıp devamını, gönderdiğim sorulara gelen yanıtlarla tamamladığımız Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na; Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, gündeme damga vuran konuşmasıyla ilgili görüşlerini ise telefonla sordum.
Böylece mesleki tarihimde ‘yüz yüze-yazılı ve telefonla’ oluşturulmuş, 11 Nisan’da başlayıp 25 Nisan’da sonlanmış bir söyleşi de yer almış oldu…
Ama, zamanlaması itibarıyla bana ‘iyi de oldu’ dedirtti.
 
Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) kurucu başkanlığını yapan, halen Yargıçlar Sendikası Başkanı olan, Cumhuriyet, Radikal ve Sol Gazetelerindeki yazılarından, keskin çıkışlarından tanıdığımız Ömer Faruk Eminağaoğlu ile ‘üç koldan’ yaptığım,
Haşim Kılıç’la başlayıp çuvaldızı yargı mensuplarından da esirgemediği söyleşi; bakalım size ne söyletecek, neler düşündürtecek?

 
 
GÖNÜL SOYOĞUL: Konu çok sıcak, dumanı üzerinde; bu yüzden doğrudan sorayım, AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın konuşmasını nasıl yorumluyorsunuz? Kimilerinin yüzü asıldı, kimilerininse alkışlamaktan avuçları kızardı? Sizde yarattığı etki ne?
 
ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU: Haşim Kılıç'ın Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş gününde yaptığı açıklamaların bazılarına katılmamak elde değil. Ancak Bir Anayasa Mahkemesi başkanı olan Haşim Kılıç'ın aklına bunlar yeni mi gelmiş, daha önce nerde imiş? Geçmişte kendisinin şimdi eleştirdiği hususları yine kendisi yaparken, şimdi söyledikleriyle çelişki yaratmıyor mu, geçmişini nasıl açıklayabiliyor!
 
Siyasi iktidarla cemaat arasında yaşanan çatışmaya kadar, attığı ya da atacağı her imzada koşulsuz olarak hükümete açık desteğini göstermekten geri durmayan mahkeme başkanı, şimdi hükümete eleştirilerini sıralayabiliyor. Evet eleştiriler doğrudur, ancak son derece sığ ve yapaydır, çünkü doğru ama içten değildir. 
 
İktidar partisi hakkındaki davada, üstelik anayasadaki laiklik ve demokratik devlet kurallarının değişmezliğine rağmen kullandığı oy nedeniyle, laik olmadığına karar verilen bir partinin laik hükümet, demokratik olmadığına karar verilen bir partinin de demokratik hükümet görevi yapmasına neden olduğunu, bunun mevcut anayasal sistemde hukuksal açıklamasının bulunmayıp, ancak darbe ile oluşturulacak bu tabloya Anayasa Mahkemesinin ve başkanı olarak da kendisinin neden olduğunu nasıl açıklayabilmektedir. Çünkü o tarihte, her ne olursa olsun birliktelik vardır, iktidar ve cemaat birbirini beslemektedir, aralarında çatışma yoktur.
 
Hatta yargıç adaylığı alımları konusunda 12 Eylül'den kalan ve Adalet Bakanlığı'nı görevlendirilen mevzuatın geçmişteki Anayasa mahkemesi kararlarından da hareketle, Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürüp Anayasa mahkemesine taşıdığımızda, Sayın Başkan, Anayasa Mahkemesi’nin geçmiş kararlarından dönerek, yargıç adaylarının Adalet Bakanlığı’nca belirlenmesine yönelik 12 Eylül düzenlemesinin, yargı bağımsızlığına ve Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verdirebilmiş, bu adımıyla siyasi iktidarla aralarında kavga yokken destek de çıkmıştı.
 
SOYOĞUL: Yani bu tartışmayı yapay olarak mı değerlendiriyorsunuz?
 
EMİNAĞAOĞLU: Bu tabloda Adalet Bakanlığı, AKP döneminde yaklaşık 8000’e yakın yargıç adayı almış olup, alınan adaylarla biçimlendirilen yargı gözetildiğinde tartışma, yapay bir tartışmadır. Bu süreç, cemaat yapılanmasını iyice öne çökmüştür. Evet yargı, cemaat söylentileri altında tutulmamalı, bu Haşim Kılıç'ın söylediği gibi susularak değil, cemaat konusunun etkin biçimde soruşturulmasıyla yapılmalıdır.
 
Haşim Kılıç, yargıda paralel yapı iddiaları ile yargının yıpratıldığını, bunun vicdan yolsuzluğu olduğunu ifade etmekte, bu konuda hükümeti suçlamaktadır.
 
Kamuoyu önünde yapılan, hükümet ve Anayasa mahkemesi başkanı arasındaki bu tartışma ibret vericidir. Ne hükümet ne de bir Anayasa mahkemesi bu duruma düşmemelidir. Burada suç ortakları arasındaki çatışma açıkça ortaya dökülmektedir. Haşim Kılıç, yargı yıpratılmasın dememektedir. Aksine, kendisinin de yarattığı yargıç alımları konusundaki ortam nedeniyle alınan 8000 e yakın yargıç ve savcılar içinde, en ağırlıklı grup cemaatçi kesimdir. İşte terör mahkemeleri, bu yapının o mahkeme tabelası altında hukuk terörü yaratmaları nedeniyle kapatılmıştır. O mahkemeler kapatılınca, o tabloyu yaratan kişiler daha alt görevlere atanmamış, haklarında soruşturma bile açılmamış, sadece kayıkçı kavgası gibi, hükümet bir tartışma görüntüsü sergilemiştir.
 
Haşim  Kılıç, buna da tahammül edememekte, yargıda yer alan ve geçmişte hükümetin kullandığı bu cemaatci kesimin, şimdi kullanılıp atılmaması gerektiğini ifade etmekte, sadece o yapıya sahiplenmektedir, o yapıya saldırıyı, kullanılan o yapının, şimdi kullanılıp atılmasını vicdan yolsuzluğu diye nitelemektedir. Tüm yargıya yapılan saldırı için bunu da ifade etmemektedir. Çünkü geçmişte ve halen yargıya yönelik nice saldırılar ortaya çıkmış ve ağzını dahi açmamıştır, açmamaktadır, açması da beklenmemektedir. Cemaat konusunda aldığı bu net tavır ve sarfettiği bu sözler, durduğu yeri de açıkça gösteren, gözden uzak tutulmaması gereken çok ciddi bir konudur. Hiç kimseye hukuka aykırı saldırı elbette yapılmasın, ancak kararlarıyla tarafsızlığını kaybettiği ileri sürülenler hakkında da elbette gereken işlem ve incelemeler yapılsın. Lafta bırakılmasın. Soruşturmaların sonucuna göre de, gereken ne ise o yapılsın. Hükümet, gücü ele geçirdiği HSYK'da o yapıya yönelik söylediğinin aksine soruşturma yapmamış, sadece kamuoyu önünde görüntüde bir çekişme ortamı yaratmıştır. Bunu da bilelim. Buna rağmen Haşim Kılıç kutsadığı cemaat konusunda tepkisini ifade etmekten geri durmamaktadır.
 
SOYOĞUL: Bu çıkış, Haşim Kılıç’ın doğruları nihayet gördüğü şeklinde değerlendiremez mi peki?
 
EMİNAĞAOĞLU: Türkiye'de gün gelip, hukuk devletini savunmak Haşim Kılıç'a kalmışsa, bu hukuk devletinin ne duruma düştüğünü kesin olarak ifade etmekle birlikte, bir olasılık da Haşim Kılıc'ın aşama kaydettiği anlamına da gelebilmektedir. Anayasa Mahkemelerinin olmayışı dünyada ikinci dünya savaşını tetiklemiş, Türkiye'de çok partili yaşam da 27 Mayıs sürecini hazırlamış, bugün ise yukarıda örnekleri sayılan nice olaylara ve konulara rağmen Anayasa Mahkemesi kendi varlık nedeniyle çatışır hale gelmiştir.
 
Vermiş olduğu son güncel bireysel başvuru kararları, etkin denetim tartışmaları nedeniyle bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesinin varlığı konusunu gündeme taşıdığı bir noktada mecbur kalarak verilmiş kararlardır. Bunların da bilinmesi gereklidir.
 
Sayın Başkan, mahkemesinin bir üye ve üye eşi üzerinden geçmişte hükümet bilgisi dahilinde dinlenmesinde aynı duyarlılığı neden gösterememiştir? O tarihte iktidar ve cemaat çatışması olmadığı için mi? 
 
Haşim Kılıç'ın varlığı zaten Anayasa’nın ihlali halidir. Kendisinin Anayasa mahkemesine seçilmesine ilişkin yasayı, Anayasa mahkemesi Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmiş, sadece kendisinin yararlandığı bu yasa hükmünün başka bir uygulaması olmamış, yargı etiğine rağmen, Haşim Kılıç, bu görevinden istifa etmemiş, hukukçu olmayan ve Anayasa'ya aykırı bir Anayasa Mahkemesi başkanı olarak tarihteki yerini almıştır. Geçmişte hukuku hizmetine sunduğu siyasi iktidarla, hukukun üstünlüğü adına kavga ettiği görüntüsü çizebilmektedir. Bu bir çıkar çatışmasıdır. Hukukun üstünlüğü mücadelesi değildir. Hukukun üstünlüğünü yok eden uygulamalarını ve imzalarını nasıl açıklayabilecektir.
Burada kullanılan Anayasa Mahkemesi olmaktadır. Elbette hukuk herkese lazımdır. Elbette hukukun üstünlüğü esastır. Ancak iktidarın hukukla olan bağı hangi düzeyse, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bağı da ondan farklı değildir.
 
SOYOĞUL: O zaman en başa dönmekte, konunun alfabesinden başlamakta yarar var düşüncesiyle sorayım. Sizce yargı bağımsızlığı nedir? Hepimizin ağzında bu terim var, herkesin ne anladığı kuşkulu/karışık. Yargı bağımsızlığının Türkiye’de yaşayan insanların hayatlarına olan etkisinin ne olduğunu, o karışık hukuk terimlerine fazlaca dokunmadan anlatsanız…

EMİNAĞAOĞLU:
Yargı bağımsızlığı, tanım ve kavram olarak çok geniş bir içeriğe sahip. Ancak en genel anlamıyla yargıçların, mahkemelerin, görevlerini hiçbir etki altında kalmadan yapabilecekleri ortamın sağlanması olarak tanımlayabiliriz.
Yargı bağımsızlığı, yargıçlar için ayrıcalık değildir. Hak arama özgürlüğünü kullanan, adil yargılama hakkından yararlanan kişilerin, bu haklarını daha etkin kullanabilmeleri için mutlaka sağlanması gereken bir konudur. Yani yargı bağımsızlığı bu yönüyle, hak arama özgürlüğünün, adil yargılama hakkının da güvencesidir. Yargı bağımsızlığı, iç hukukta da, evrensel hukukta da korunmaktadır.
Yargı bağımsızlığı denilince, erkler içinde öne geçenin, güçlü olanın yürütme olduğu gözetildiğinde, yargının yürütme organı karşısında bağımsızlığı akla gelse de, yargı bağımsızlığı çok boyutlu bir konu olup, konu yargının sadece yürütme karşısında bağımsızlığına indirgenemez.
Yargı bağımsızlığı denilince, yargının egemenliği kullanan bir erk olduğu gözetildiğinde, önce egemenliği kullanan erklerin birbirinden bağımsızlığı, yani erkler ayrılığının sağlanmış ve oturmuş olması gereklidir.
Yargı bağımsızlığının varlığı, ancak bir hukuk devletinde söz konusu olabileceğinden, bu nedenle mutlaka bir hukuk devletinin var olması gereklidir. Hukuk devleti, bir başka gücün değil, hukukun üstün, etkin ve egemen olduğu devlettir.
Hukuk devletinin varlığı için kuşkusuz gerekli olan demokrasi olup, demokratik kurumların etkin olarak sağlandığı bir ortamda hukuk devleti yaşam bulabilir.
Sonuçta yargı bağımsızlığı, demokratik hukuk devletinin varlığını ve bu ortamda da erkler ayrılığının bulunmasını gerektiren bir konudur.
Bu yönüyle baktığımızda yargı bağımsızlığı ile ilgili olarak çok açıkça, yargının öncelikle yasama erki karşısında bağımsız olması gerektiğini ifade edebiliriz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama organından yargıçlara ve mahkemelere, emir ve talimat verilmemesi, tavsiye ve telkinde bulunulmaması, bu konuda yasama organında görüşme yapılamaması, yasama organının yargı kararlarına uymak zorunda olmasını ifade edebiliriz.
Yine yargının, yürütme erki karşısında da bağımsız olması gerekmektedir. Yargıçlara ve mahkemelere, yürütme organı tarafından, görülmekte olan bir dava hakkında emir ve talimat verilmemesi, tavsiye ve telkinde bulunulmaması, genelge gönderilmemesi, yargı kararlarına uymak zorunda olmasını ifade edebiliriz. Ayrıca yargıç güvencesi de, yargının, yargıcın yürütme karşısında sahip olduğu haklar bütünüdür ki, bu güvencelerin varlığı, yargı bağımsızlığı için gereklidir. Bu güvenceler de, sonuçta yargıç veya mahkeme için ayrıcalık değil, bu sistemin etkin biçimde çalışabilmesi için gerekli olan hususlardır.
Yine yargının kendi içinde de bağımsız olması gerektiğini söyleyebiliriz ki, yargıçların ve mahkemelerin, kendi içlerinde de etki altında kalmadan yasaya, hukuka, vicdani kanaatlerine uygun çalışma ortamının sağlanması, yargı içi bir vesayet halinin yaratılmaması gereklidir.
Yargı denilince, iddia, savunma ve yargılama makamları akla gelmektedir ki, iddia ve savunma makamları arasında silahların eşitliği çerçevesinde üstünlük yaratılmadan hareket edilmesi gerekmektedir.

SOYOĞUL: Yargının kendi içinde bağımsız olmasını nasıl izah ediyorsunuz?

EMİNAĞAOĞLU:
Yargının kendi içinde bağımsız olması demek, yargı kurumları arasında, yargılama faaliyetleri nedeniyle hiyerarşik bir yapılanma değil, bağımsızlığın gereği bir ortamın da yaratılması hali demektir. Vesayet halinin söz konusu olmaması demektir. Bu durum, yargıcın aynı zamanda kendisinden de bağımsız olmasını gerektirmektedir ki, buna tarafsızlık da diyebiliriz. Yargıcın, yasaya ve hukuka uygun biçimde kendi vicdani kanaatine göre karar vermesi demektir. Örneğin bozma kararları karşısında direnme hakkının varlığı, kurul halinde çalışan mahkemelerde etki yaratmamak için önce kıdemsiz üyenin oyunun sorulması gibi hususları yargının kendi içindeki bağımsızlık konusunda örnek olarak sıralayabiliriz.
Yargının, her üç erk konusunda bağımsızlığı yanında, yargının davanın taraflarından, çalıştığı ortamdan, kamuoyundan da bağımsız olması, bu yönlerden de bağımsızlığının zedelenmemesi gerekmektedir.
Tüm bunlara baktığımızda, yargı bağımsızlığının sağlanmadığı dönemlerde, yargının yürütme şemsiyesi altında görev yaptığı konusu öne çıktığı için, yargı bağımsızlığı denilince de, ister istemez yargının yürütme karşısındaki konumu ve bağımsızlığı akla gelmekte, bu nedenle öncelikle yürütme karşısında bağımsızlığın gereği bir ortamın yaratılıp yaratılmadığı ilk önce sorgulanmaktadır.

SOYOĞUL: Yargı bağımsızlığının bize etkisi?

EMİNAĞAOĞLU:
Yargı bağımsızlığının insanların yaşamına etkisi, soludukları hava gibidir. Gerçek anlamda özgürlüklerin yaşanması, hakların kullanılması, ancak bağımsız bir yargının varlığı halinde, böyle bir ortamın bulunmasıyla olanaklıdır. Bu Türkiye’de yaşayan insanlar için değil, her ülkedeki tablo yönünden o ülkelerde yaşayanlar için de böyledir.
Yargı bağımsız değilse, ortaya çıkan tabloda baskın olan güç, hangi hak ve özgürlüklerin, hangi düzeyde yaşanmasını istiyorsa, sonuçta herkes hak ve özgürlüklerini o düzeyde yaşayabilecek, bu tabloda ortaya çıkan ihlalin giderilmesi için yargıya başvurduğunda, yargı kendisine beklediği gibi güvence olamayacak, yargı adaletin değil, gücün yanında yer alınca da, hak ve özgürlükler kağıt üzerinde yazıldığıyla kalacaktır.
Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de yargı bağımsızlığına en çok baskın yönetimlerin varlığı halinde ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak hep bu gibi dönemlerde, özellikle varlığına ihtiyaç duyulmasına rağmen yargı bağımsız olmadığı, bağımsız bir kimlik sergilemediği için, hak öznesi kişilerin değil, güç sahibi yönetimlerin yanında yer aldığını, sonuçta yargının gerektiği bu zamanlarda, kişilere güvence olamadığını görmekteyiz. Tüm olağanüstü dönemlerdeki yargılamalar, bu saptamanın en vurucu örneklerini oluşturmaktadır. Böyle olunca da, olağanüstü dönemlerde, yine baskın yönetimlerin varlığı dönemlerinde, daha fazla baskıya yönelmeden, hizaya sokma faaliyetleri hep yargı üzerinden gerçekleştirilmektedir. DGM’ler bu konudaki en çarpıcı örnektir. Oysa yargı hizaya sokmanın bir aracı değil, adalete kavuşmanın bir organı olmak durumundadır. Ancak bu da yargı bağımsızlığının hangi düzeyde yaşandığıyla, nasıl bir mücadeleyle kazanıldığıyla ilgili bir konudur.

SOYOĞUL: Çok uzun süredir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu tartışıyoruz ve bu tartışmalar sırasında pek çok konuyu çok sağlıklı bilmediğimizi fark ediyoruz. Sık sık başa dönerek soruyorum ama önemli diye düşünüyorum. HSYK’nın neden kurulduğunu, amacının ve görevinin ne olduğunu iyi kavrarsak, belki onun etrafında dönen tartışmaları daha iyi anlarmışız gibi geliyor…

EMİNAĞAOĞLU:
1924 Anayasası döneminde yargı bağımsızlığı sağlayacak anayasal kurumlar bulunmadığı, yargıçlar da Adalet Bakanlığının görevlisi olarak kabul edildikleri için, uygulamada özellikle çok partili siyasal yaşam döneminde, yürütmeden gelen isteklerin yargıç ve savcılar tarafından karşılanmaması durumunda, yargıç ve savcıları yürütme karşısında, bu siyasi talepler karşısında koruyacak, onlara güvence oluşturup, etki altında kalmadan çalışacakları ortamı yaratacak bir kurum bulunmadığından, bu görevleri o tarihte yüklenen Adalet Bakanlığı’nın da kendisini siyasi iradeden soyutlayamayıp, müdahale ortamını yaratması karşısında, hukuk devletinin etkin olarak varlığı için 1961 Anayasası’nda yer alan kurumlar arasında Yargıçlar Yüksek Kurulu da yer almıştır.
İlk kez 1961 Anayasası’nda yer alan bu kurulun varlık nedeni, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesini korumak, bu ortamı var etmektir. Yargıçlar, yürütmenin elemanı olmadıkları için, yargıçlarla ilgili özlük haklarını yerine getirmektedir.
Bu kurul öncesinde, Kurul’a ait görevler, Adalet Bakanlığı tarafından yerine getirildiği için, bu durum yargıçlar yönünden müdahale ortamına zemin de hazırlıyor, her türlü atama işleminde bile Adalet Bakanlığı’nın doğrudan söz sahibi olmasına neden oluyordu.
Bu Kurul, erkler ayrılığının gereği olarak, yargının, diğer erklerin etkisi altında tutulmadan çalışacağı ortamı var etmek, yargıya güvence oluşturmak, bu şekilde mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesini sağlamak için oluşturulmuştur. 


SOYOĞUL: HSYK ile yargı bağımsızlığı arasında nasıl bir ilişki var?

EMİNAĞAOĞLU:
HSYK ile yargı bağımsızlığı arasındaki ilişki, HSYK’nın varlık nedenini ortaya koyan bir ilişkidir. Yargıçların her türlü hak ve ödevlerinin, yürütme bünyesinde Adalet Bakanlığınca yerine getirilmesinin yarattığı müdahale ortamı karşısında, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin sağlanması, yürütme ve diğer yerlerden gelecek etkilerin ortadan kaldırılması için HSYK kurulmuştur. Adalet Bakanlığı’nın bu konudaki görevleri HSYK’ya devredilmiştir.
Ancak, yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini sağlayacak bir Kurulun da, kendisinin güvence oluşturabilmesi için, kuşkusuz kendisinin de aynı güvencelere sahip olması gerekmektedir. Bağımsız olmayan, güvencesi olan bir Kuruldan, bu görevlerini yapması beklenemez.
Bu Kurulun sistemimize 1961 Anayasası ile o zamanki adıyla Yargıçlar Yüksek Kurulu adıyla girdiğini söylemiştik. Siyasi veya dış etkilerin yok edilmesi için, bu konudaki ana ilkelerin anayasal güvenceye kavuşturulması zorunluluğu karşısında, 1961 öncesi tabloyla karşılaşılmaması için de, Anayasa’ya gerekli ilkeler konularak anayasal güvenceler yaratılmıştır.
Hukuk devletinin etkin kılındığı, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin sağlanması konusunda önemli adımların atıldığı bu dönemde, her nedense yargının böyle bir çalışma ortamında bulunması, yürütme birimlerinde rahatsızlık oluşturmuş, 12 Mart döneminde Anayasa’daki Yargıçlar Yüksek Kurulu ile ilgili hükümlerde değişikliğe gidilmiş, Kurul’un o bağımsız yapısına müdahale edilmiştir.
12 Eylül sonrasında ortaya çıkan 1982 Anayasası’nda, hem yargıya, hem de hak ve özgürlüklere nasıl bakıldığının izleri açıkça HSYK adıyla yapılandırılan bu Kurul bünyesinde görülmektedir. Kurul, 12 Mart’takinden de bir adım daha geriye çekilerek yapılandırılmış olup, adeta yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini sağlayan değil de, tek amacı yargıyı yönetmek olan bir Kurul niteliğine büründürülmüştür. Yani 1961 öncesini düşünürsek, yargıyı kim yönetsin şeklindeki soru böyle yanıtlanmış, kimse konuya, yargının bağımsızlığı ve yargıç güvencesini etkin biçimde öne çekerek yaklaşma gereğini duymamıştır.
Bu dönemde HSYK’nın tüm kararlarına yargı yolu kapatılmış, Adalet Bakanı HSYK Başkanı yapılmış, yine Adalet Bakanlığı Müsteşarı HSYK’ya doğal üye yapılmış, HSYK’nın kalan beş üyesini Yargıtay ve Danıştay’ın belirleyeceği adaylar içinden Cumhurbaşkanı’nın seçmesi öngörülmüştür. Yedi kişilik Kurul’un tamsayı ile toplanması öngörüldüğünden ve Müsteşar’ın yedeği olmadığından, müsteşar katılmadığında HSYK toplanamadığı için, yine tüm sekreterya işleri de Bakanlık tarafından yerine getirildiğinden, Bakanlığın gözetiminde güdük bir HSYK modeli ortaya çıkartılmıştır.
2001 Anayasa değişikliği ile HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı MGK içinde sokulmuştur.
2010 Anayasa değişikliği ile HSYK yeni baştan yapılandırılmıştır. Yargıç ve savcılara HSYK üyeliklerinde ilk kez seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Çok çok acıdır ki, yargıç ve savcılar daha önce bir Adalet Bakanlığı Müsteşarının HSYK içinde varlığına bile katlanılamazken, bu değişiklik sonrasında giderek hem de kendi oylarıyla, içinde Adalet Bakanlığı bürokratlarının da bulunduğu listeyi bütün halinde HSYK’ya seçmişlerdir. 12 Eylül’ün Anayasa ile dar alana hapsettiği yargıyı, şimdi 12 Eylül anlayışı ile kimlikleri biçimlenen, profilleri oluşan yargıç ve savcılar, kendi varlık nedenlerini inkar edercesine yaratmışlardır.
2010’daki tablo da sadece ihraç kararlarına karşı yargı yolu açılmış, ancak bu HSYK çok kısa süre içinde tüm yargı teşkilatını elden geçirmiş, yaptığı baskıcı uygulamalarla 4 yıl içinde yargıyı yeni baştan biçimlendirmiştir. Biçimlendirme yüksek yargı boyutuyla da ayrıca söz konusu olmuştur.
Siyasi irade bu HSYK modeli ile de tatmin olmamış, kendisini daha da öne çekecek model ve yapılanmalar üzerinde durmuş, doğrudan HSYK yapısına müdahale ederek, üyelerin dairelerini değiştirmiş, bununla da yetinmeyerek HSYK Yasası’nı sil baştan elden geçirmiş, bunu yaparken hiçbir örgüt ve kurumun görüşünü almadan, diğer siyasi partilere açık görüşmelerde bulunmadan, gerektiğinde yasama organında tekme tokat yollara bile başvurarak, HSYK’da kendisini tek belirleyici konuma taşıyacak nitelikte bir yasa çıkarmıştır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış, doğal olarak çıkartılan yasa Anayasa Mahkemesince büyük oranda iptal edilmiştir.

SOYOĞUL: Bugünkü kavganın nedeni…

EMİNAĞAOĞLU:
Siyasi iradenin amacı, hem kendini yargı üzerinden güvence altına almak, hem de yargı üzerinden düzeni ve sistemi biçimlendirmek, bunun bir merkez olarak gördüğü HSYK’yı ele geçirmektir.
1961’de hukuk sistemimize dahil olan bu kurumla ilgili olarak bakıldığında hep baskıcı yönetimlerin ya da olağanüstü dönemlerin yaşandığı yıllarda bu Kurul’un yapısına müdahale edildiği, böylece sisteme müdahale arzusunun yargı üzerinden gerçekleştirilerek, yargı üzerinden gerçekleşen müdahalelerin hukuk içinde yapılan, hukukun gereği olan durumlar olduğu izlenimi verilmesinin amaçlandığı da açıkça görülmektedir. Bu kadar süre içinde bu kadar müdahale ve değişiklik anlaşılabilir değildir. Tüm bunlara rağmen, HSYK kararlarına karşı en azından hala daha yargı yolu açık değildir. Yargıç ve savcılar hala aynı kurul bünyesindedir. Bakan, hala daha kurulun başkanıdır. Müsteşar hala daha bu kurulda üyedir. Hala daha bu Kurul’un bir teftiş kurulu mevcuttur. Onca değişikliğe uğrayan HSYK’da bu aykırılıklar hala daha sürmektedir. Bu tablo, HSYK’nın varlık nedeni çizgisine çekilmediğini, bu iradenin sergilenmediğini de ortaya koymaktadır.
Yargı bağımsızlığı için kurulan, yargı bağımsızlığı için var olması gereken bir HSYK, bu gelişmelere ve faaliyetlerine baktığımızda varlık nedenini karşılamaktan uzak bir yapılanma ve faaliyet içerisindedir.

SOYOĞUL: Peki sizce HSYK gerekli bir kuruluş mu? Demokratik hukuk devleti ilkelerine 
uygun HSYK nasıl kurulabilir? Anayasa Mahkemesi'nin son kararıyla ilgili değerlendirmenizi de duymak isterim ayrıca…

EMİNAĞAOĞLU:
Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini korumak, bunlara yönelik müdahale ortamı yaratmamak için böyle bir Kurul’un varlığı tartışmasız gereklidir. Yaşananlar bize bunu göstermiştir. Üstelik Kurul’un varlığı değil, anayasal güvenceye kavuşturulması olmazsa olmazdır. Ancak ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenen HSYK ile ilgili olarak, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde anayasada yapılanlara baktığımızda, yine 2010’da anayasa ile yapılana baktığımızda, demokratik hukuk devletinde, yapısına müdahale edilmemesi için anayasal güvenceye kavuşturulan HSYK’ya, tam aksine çok rahatlıkla müdahale edildiğini görüyoruz. Bu durum ise, oylama ve sandığa indirgenen bir tablonun, demokrasi ile eşit algılanmasından kaynaklanmaktadır. Sözü edilen değişikliklerin geniş katılımla yapılması, tek bir iradenin bakış ve beklentisine göre yapılmaması, çünkü anayasal güvenceye bağlanmanın amacının uzlaşma ve genel kabul olmasına rağmen, baskın gücün isteğiyle oluşturulan bu metinleri, bu şekilde demokratik bir ortam söz konusu olmadan ortaya çıkarttırmakta, ortaya çıkartılan bu metinler de, sadece oylama ile demokrasi gerçekleşiyor diye sunularak, hedeflenen amaca ulaşılmaktadır. Diğer konularda da aynı tutum sergilenmektedir.
Demokrasilerde, demokratik ortam olmazsa olmazdır. Demokratik ortam, uzlaşı ve hoşgörü gerektirir. Yargı ile ilgili konuların da, yargının ayrı bir erk olduğu da göz önüne alınarak, sadece yönetimdeki güce, baskın güce göre değil, evrensel doğruya, uzlaşma kültürüne uygun biçimde oluşturulması gerekmektedir.
Ülkemizde hep değişiklik ve düzenlemeler, uzlaşma ortaya çıkmadan yönetimdeki gücün baskın iradesiyle gerçekleşmedir. Bu da amacın, mevcut düzenlemeler üzerinden yargıyı kontrol etmek ya da yargıyı bir kontrol mekanizması olarak kullanmak iradesini yansıtmaktadır.
HSYK, demokratik hukuk devletini, yargı bağımsızlığı var etmek için korunmalıdır. Ancak öncelikle yargıç ve savcılar için iki ayrı kurul söz konusu olmalı, bu kurulların tüm kararları yargı denetimine açık olmalıdır. Yargıçlara ilişkin kurulda ne Adalet Bakanı, ne de müsteşarı yer almamalıdır. Yine yargıçlara ilişkin kurulda teftiş kurulu olmamalıdır, Yargıç ve savcılar arasından da, yine yüksek mahkeme üyeleri arasından da yargıç ve savcılar, yüksek yargıçlar doğrudan kendileri seçim yapabilmeli, yasama organına nitelikli çoğunlukla seçim koşuluyla yargıçlar içinden belirli kontenjan tanınmalı, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve yeni anayasal konumu gözetildiğinde cumhurbaşkanına bu konuda herhangi bir görev yüklenmemelidir. Meslek örgütlerine bu kurullarda söz hakkı sağlanmalıdır. Geniş tabanlı bir temsil esas alınmalıdır. Özellikle yürütmenin etkisinin söz konusu olmayacağı bir yapılanmaya gidilmelidir.
2010 Anayasa değişikliğini bir reform olarak sunan ve bu değişikliği gerçekleştirebilmek için her yolu deneyen siyasi iktidar, bu değişiklikle bazı sonuçlar elde etmişse de amaçladığı ölçüde sonuç toplayamamış, bunun sıkıntısı altında kendisine yol ararken, HSYK’ya Bakanlık üzerinden  yönlendirmeler yapmaya başlamış, daire üyelerinin görev yerleri değiştirilmiş, sonrasında ise, hiçbir meslek örgütüne, bilimsel çevrelere, diğer siyasi partilere bile açık olmadan, üstelik 2010’da Anayasal düzeyde kendi kurguladıkları yapıyla da açıkça çatışan modelde, tamamen yürütme güdümüne sokulan ve varlık nedeni inkar edilen bir yapıda HSYK Yasa değişikliği iradesini ortaya koymuş, buna sendikamız yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti adına karşı koyunca, kafasındaki yaşama geçirmek, yargıyı ve yargı üzerinden de her yeri hizaya sokmak amacındaki siyasi iktidar, bu yasayı tekme tokat TBMM’den geçirme yoluna bile yeltenmiş, böylece hukuku ayaklar altına almıştır.
Darbelelerde nasıl ki hukuk ve demokrasi askıya alınmakta, darbeler kendi hukukunu yaratmakta ise; siyasi iktidar da, TBMM’de ancak benim dediğim olur, benim isteklerim engellenemez diyerek, TBMM’yi kendi amaçları için kullanmış, kendi hukukunu yaratma yolundaki adımlarına HSYK Yasası ile bir yenisini daha eklemiştir. Sonuçta, hukuk devletinin varlığına aykırı bu değişiklik büyük oranda Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, tüm aykırılıkları gidermese de önemlidir. Siyasi iktidar, bir kez daha kendisinin, kendi üstünlüğünün, hukuk diye dayatılamayacağını, hukukun üstünlüğüne tabi olması gerektiğini bir kez daha görmüştür. Geçmişte de görmesine rağmen, yine bu adımı atan siyasi iktidar, kendini karşı konulamaz, meşruiyeti sorgulanamaz bir güç olarak gördüğü, demokrasiyi sadece ve sadece sandık olarak düşündüğü, sandıktan çıkan sonucu sorgulanamaz kabul ettiği için, bu algıları öne çekerek, kendi antidemokratik uygulamalarını sürdürmektedir. Oysa Hitler de seçimle işbaşına gelmiştir. Seçim demokrasilerde çok önemlidir, ancak her şey değildir. Demokratik ortamın varlığı da çok önemlidir. Mevcut siyasi iktidar demokratik ortamın varlığını yok etmekte, 12 Eylül’den kalan tanıma dokunmamakta, kendisi o tanımı hatta daha da gerilere götürmekte, işte bu atmosferde de yaşanan bunlar olmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında iptal edilen konularda tekrar yasal düzenlemeye gidilecek olup, bu süreçte sendika olarak hukuk devletini öne çekecek çalışmalar için elimizden gelenler sonuna kadar yapılacaktır.

SOYOĞUL: Tüm kanunları yalamış yutmuşlardan en bihabere kadar ortak olan ‘hukuk gitti, guguk geldi’ duygusu/düşüncesinden ‘adaletin hakkıyla tecellisine’ nasıl geçilecek? Hukukun hukuksuzluğundan nasıl kurtulunacak? Hangi yol, yöntemle...

EMİNAĞAOĞLU:
Hukukun hukuksuzluğundan, elbette hukukla, elbette demokrasiyle kurtulunacaktır. Bakarsak, hukuku bu hale getiren, hukuk devletinin etkin yaşanamamasıdır. Bu tabloyu yaratan ise, öncelikle siyasi iradedir.
O halde elbette çözüm hukukla olacak ama, sadece hukuksal yollarla yapılacak bir mücadele de çözüm sağlamak için yeterli değil.  Hukuk devletinin varlığı, demokratik ortamda söz konusu olabilir. Demokratik ortamın varlığı için ise, kuşkusuz siyasal anlamda etkili bir mücadelenin gerekliliği, yine örgütlü bir mücadelenin gerekliliği kaçınılmaz. Örgütlü mücadele derken, siyasal alanda da, mesleki alanda da örgütlü olarak verilecek bir mücadele çözüm sağlayabilir.
Ayrıca demokratik yolların ve hak arama özgürlüğünün de her boyutuyla sonuna kadar kullanılması gerekmektedir. Bu tablodan kurtuluşun yolu kuşkusuz daha çok hukuk, daha çok demokrasi. Bunlar için de her ne olursa olsun daha etkili mücadele, mücadele içinde elbette örgütlenme…

SOYOĞUL: Türkiye'de yargı ne zaman bağımsız oldu, oldu mu? Yoksa her iktidar kendine göre eğip büktü mü? Bugün yaşananlar sadece AKP'nin sorumluluğunda da? İğneyi kendinize (yargı mensuplarına) çuvaldızı siyasi iktidarlara batırdığınızda ne görüyorsunuz?

EMİNAĞAOĞLU:
Türkiye’de yargı hiçbir zaman gerçek anlamda bağımsız olmadı. Yargı bağımsızlığına saldırıların en aza indiği dönemler yaşandı. Ancak özlenen biçimde yargının bağımsızlığının gerektirdiği ortam hiçbir zaman söz konusu olmadı.
Tek parti döneminde, kurucu irade çerçevesinde hukuk kurumları yapılandırıldığı için, bu kurumların bir başka gücün etkisi altına girebileceği düşünülmemiş ve buna göre anayasal güvenceler öngörülmemiş, ayrıca o dönemde henüz anayasal koruma düzeyinde evrensel normlarda söz konusu olmadığından, bunlar anayasada yer almamış, ancak çok partili yaşama geçildiğinde ortaya çıkan siyasi rekabet karşısında, yargıç ve savcılar Adalet Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmakta olduklarından, bu tabloda yürütmeyi elinde bulunduran irade yargı üzerinde baskıcı güç oluşturmuş ve bunun örnekleri yargı ile ilgili konularda her alanda artmıştır.
Bunun üzerine yaşananlardan hareketle 1961 Anayasası’nda hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı, yargıç güvencesi konuları ile yüksek mahkemeler ve bunun yanında HSYK’nun görevini gören bir kurula yer verilmiştir. HSYK’nın görevlerini yüklenen Yüksek Yargıçlar Kurulu böylece ilk kez 1961 Anayasası’nda yer almıştır. Yine Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’nda yer almıştır.
Hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yönünden anayasal güvencelerin ortaya çıkarıldığı 1961 Anayasası’nın uygulandığı ilk dönem, yani 12 Mart’a kadarki süre, Türkiye’de yargının en elverişli ortam içinde çalıştığı dönem olmuştur. Ancak bu dönemde de yargı ideal çalışma koşullarını yakalayabilmiş değildir.
12 Mart döneminde, baskıcı yönetim Anayasa’nın yargı bölümünü tamamen elden geçirmiş, ilk kez DGM’ler getirilmiş, yargı bağımsızlığını zedeleyen adımlar atılmıştır. Bu dönemde Anayasa Mahkemesinin varlığı nedeniyle, DGM’lere ilişkin düzenleme iptal edildiği için, DGM’ler faaliyete geçememiştir.
Yargı, her olağanüstü yönetimin, her baskıcı güç yönetiminin ortaya çıktığı dönemlerdeki gibi, 12 Mart’ta da yönetimin yanında bir profil çizmiştir. Aynı durum 12 Eylül’de de, şimdi de yaşanmaktadır. Böyle olunca hak ve özgürlükler için güvence oluşturması gereken yargı, aksine gücün yargısı olmakta, gücün yanında yer almaktadır.
Bu tabloyu siyasi iktidar yaratırken, yargı da bu ortamı hazırlamaktadır. Konuyu sadece siyasi iktidarlara yüklenerek geçiştirmek doğru değildir.
Yargıç kimliği, siyasi iktidarın ne tür baskı yaratırsa yaratsın o baskı veya etki karşısında dik durulmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu yapılmamakta, beklentiler nedeniyle, idarenin bir memuru kimliğinin ötesine geçmeyen davranış sergilenerek, yönetimle uyumlu bir yargıç kimliği ortaya konulmaktadır ki, en önemli sorunlardan bir tanesi de, yargıç kimliğini elde edememiş bu yargıç profilinin yarattığı sorunlardır. Siyasi iradeyi besleyen, ona zemin yaratan özellikle bu profildeki yargıçlardır. Daha da siyasi iradenin yarattığı ortam nedeniyle, cemaatlerin bile yargıda güç savaşları yaptıkları görülmektedir.

SOYOĞUL: Daha çok mahkememiz oldu, bunu nasıl yorumlayacağız?

EMİNAĞAOĞLU:
Yüksek mahkemelerin sayısı bir şey ifade etmemektedir. Fazla sayıda yüksek mahkeme olması, yargının daha bağımsız olduğu anlamına gelmemektedir. Genelde her ülkede bir ya da iki yüksek mahkeme varken, merkezi yönetim olan Türkiye’de dünyada hiçbir yerde görülmedik biçimde altı adet yüksek mahkeme, bunun yanında YSK, HSYK gibi organlar da vardır. Yargıya yönelik yaşanan sorunlarda ise, bunlardan hiçbirisi yargı adına demokratik tepkisini bile ortaya koymamaktadır.
Yaklaşık 100’ü aşan hukuk fakültesinin bulunduğu bir sistemde, hukukun, yargının kalıptan kalıba sokulduğu günümüzde hukuk fakültelerinden de ses çıkmamaktadır.
79 baronun ve TBB’nin bulunduğu bir tabloda, her zaman düzenli bir biçimde barolardan ve TBB’den etkin bir tavır da ortaya çıkmamaktadır. Öne çıkan barolar olmaktadır. Bu çerçevede İzmir Barosu’nun bir etkinliği nedeniyle İzmir’deyiz biliyorsunuz. Saldırılar karşısında, mücadele yanında kenetlenmek de kaçınılmazdır.
Yargı bağımsızlığı her yerde olduğu gibi bir lütuf olarak çıktığında kalıcı olamamış, mücadele ile elde edildiğinde de, elde edilen kazanımlar kaybedilmemiştir. 1961 Anayasası ile elde edilen kazanımlar, örgütlü bir mücadele ile elde edilmediğinden zamanla hepsi adım adım yok edilmiştir.
Barolar bünyesinde örgütlenen avukatlar, mesleki sorunları konusunda mücadelelerini bu örgütleri bünyesinde yapmışlar, savunmanın bağımsızlığı konusunda çok önemli aşamalara ulaşmışlardır. 1982 Anayasası baroları da meslek kuruluşu olarak idari ve mali vesayet altına aldığından, şimdi bu tablonun yaratığı sorunlarla meşgul olunmaktadır.

SOYOĞUL: Sizin cephe, yargıç ve savcıların durumu?

EMİNAĞAOĞLU:
Yargıç ve savcılar ise, hem yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi demişler, hem de bu konuda oturup örgütlü bir mücadeleye girişmemişlerdir. Siyasi iktidarlar ise, kendi işlerine geldiği kadarını vermişler, işlerine gelmedikçe verdiklerini geri almışlar, ya da istedikleri uygulamaları yapmışlardır.
Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi konusunda, siyasi iktidarların bu alana hiç dokunmamalarını, ihlal etmemelerini beklemek, bir hayalciliktir. Onların bu alana girmelerini engelleyecek düzenlemeler ortaya çıkmalıdır ancak bu düzenlemeler de sonradan geri alabileceği bir lütuf gibi ortaya çıkmamalıdır. İşte bu noktada yargıç ve savcıların mücadelesi, bunun içinde örgütlü mücadelesi söz konusu olmaktadır.
Bütün ülkelerde yargı bağımsızlığı konusunda, yargı örgütlerine çok önemli rol ve görevler yüklenmişken, Türkiye’de yargıda örgütlenme ancak 2006 yılında bir dernek olan YARSAV ile başlayabilmiştir. Kurucu başkanı olduğum YARSAV hakkında iki kez kapatma yasa tasarısı hazırlanmış, iki kez kapatma soruşturması bile açılmış, bu konuda hakkımda birçok soruşturma açılmıştır. YARSAV kurulur kurulmaz, Avrupa ve Dünya Yargıçlar Birliği platformuna adım atmış, ordaki uygulamaları Türkiye’ye taşıma iradesini sergilemiş, 12 Eylül’den kalan ve dokunulmayan yargı ile ilgili düzenlemeleri yargıya taşımıştır. Bu tablo, siyasi iktidarı harekete geçirmiş, bir yargı örgütü olan YARSAV, terör örgütü soruşturmasına bile muhatap edilmiş, ancak tüm hukuk yollarının etkili kullanılması sonucu bu müdahale püskürtülmüştür. Bu müdahalelerin amacı, 12 Eylül yapılanmasından beslenen yürütmenin, yargıdaki örgütlü bu mücadeleden rahatsızlık duyması olmuştur. 12 Eylül yapılanmalarının hedef alınması ve siyasi iradenin bunları sahiplenmesi, iktidarın nerede durduğunu da ayrıca ve açıkça göstermiştir.

Hak arayamayan bir yargıç, hak dağıtıyor!
YARSAV’a yapılan bu müdahale sonrasında daha etkili adım atabilmek için yargıda sendikalaşma yoluna gidilmiş, 2011 yılında kurucu başkanı olduğum, yargıç ve savcıların ilk sendikası olan YARGI-SEN kurulmuştur. Örgütlenme konusunda tarafı olunan uluslararası sözleşmelere imza atan diğer ülkelerde yargıda sendikalar olduğu için, Anayasa 90 maddesinden hareketle kurulan sendikamız, bakanlıkça açılan kapatma davası nedeniyle, dünyada yargı kararıyla kapatılan ilk yargı sendikası olmuştur. Ancak bu kapatma kararında yargıç ve savcıların evrensel hukuktan hareketle sendika kurabilecekleri, yalnız meslekle sınırlı, meslek sendikası kuramayacakları, hizmet koluna göre sendika kurulabileceği ifade edilmiştir. Meslek sendikası içinde bir engel yok iken, böyle bir karar ortaya çıkmıştır.
Bunun üzerine 2012 yılında meslek sendikası olmayan, hizmet kolu esas alınarak, en yakın hizmet kolu da, büro, bankacılık ve sigortacılık hizmet kolu olduğundan, bu hizmet kolunda Yargıçlar Sendikası adıyla yine kurucu başkanı olduğum sendika kurulmuştur. Şimdi bu sendikaya kapatma davası açarsa, açacağı davayı kaybedeceğini anlayan siyasi iktidar, işlemleriyle sendikayı yok saymakta, öte yandan AB’ne yargıda sendikanın kurulduğunu ifade ederek, ikili bir tutum sergilemektedir.
Kurulan sendikadaki üyeler yerel yargıdan olup, yüksek yargıdan mevcut sendika üyesi sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardır. Örgütlü mücadele ortaya konulmadıkça yargı bağımsızlığı konusundaki sorunların aşılabilmesi olanaklı değildir. Her yerde yargı bağımsızlığı konusundaki sorunlarda, yargının örgütlü mücadele, eylem ve kararlılığının öne çıktığı, bunun sonrasında da kaybetmeyecekleri kazanımlarının elde edildiğini görüyoruz.
Türkiye’de yargıç ve savcılar, nasıl olsa bağımsız olmak zorundayız, anayasa böyle diyor düşüncesiyle, oturup kendi haklarını aramıyorlar. Bu bilinç ve kimlik oluşmamış, oturmamış. Buna yargıç ve savcılar için hak arama yollarının kapalı olması da yol açıyor olabilir ama, örgütlü mücadele içinde yer alarak ortaya konulacak demokratik tepki ve irade, bu kapıları zorlayacak ve mutlaka açacaktır. Önemli olan yargıdan bu sesin yükselmesidir. Düşünün ki, hak arayamayan bir yargıç, hak dağıtıyor!
Yargıdaki örgütlenmenin tarihçesine ve bu süre içinde yaşananlara baktığımızda, YARSAV’ın kuruluş sürecindeki gibi, daha etkili bir örgütlü mücadelenin ortaya konulması şarttır. Bu etkili örgütlü mücadeleler sonrasında işte kaybedilmeyecek kazanımlar ortaya çıkacaktır. Aksi halde adli yıl ya da kuruluş günleri konuşmalarıyla Türkiye’nin, yargı bağımsızlığının varacağı bir yer bulunmamaktadır.
Siyasi irade, yargı üzerindeki amaçlarından elbette vazgeçmeyecektir. İşte teknoloji çağında UYAP, her yönüyle yargıyı kuşatma altına aldı. Adalet Bakanlığının işletimindeki sistemle yargının her işlemi, gizli olsun veya olmasın izlenebiliyor.


12 MART’TAN 12 EYLÜL’E, GÜNÜMÜZE NE DEĞİŞTİ?
Yargı adalet alanından güvenlik alanına kaydırılarak, bir hukuk terörü, hukuka tecavüz eden yapılanmalar olarak siyasi iktidarlarca DGM’lerin ortaya çıkarıldığını hatırlarsak, yargıç ve savcılar bu konuda ne durumda kaldılar. Siyasi iktidarlar, hukuku etkin uygulayamayan bu yapılanlar üzerinden, günü geçiştirmekle, sistemi hizaya sokmakla meşgul oldular. 12 Mart döneminde kurulup Anayasa Mahkemesince iptal edilen bu mahkemeler, 1982 Anayasası’nda tekrar Anayasaya konulan bir hükümle kurulmuş, içinde askeri yargıca bile yer verilmiş, 1999 yılında içinden askeri yargıcın çıkarıldığı bu mahkemeler, 2004 yılında kapatılmış, yerine sadece tabela değişikliği ile kurulan mahkemelerde 2005 yılında kapatılarak yine bir tabela değişikliği niteliğinde ÖGM’ler kurulmuş, bunların yerine de 2012 yılında terör mahkemeleri kurulmuş, bu mahkemeler ise 2014 yılında kapatılarak, görevleri ağır ceza mahkemelerine devredilmiş, böylece daha önce 11 yerde iken yurdun her alanına bu mahkemeler fiilen yaygınlaştırılmıştır. Bu mahkemelerin görev yaptığı süre içinde, faaliyetlerinin siyasi iktidarın beklentilerini aşamaması bir yana, yargıçlar, savcılar, avukatlar, TBB, bu mahkemelerde adil yargılama gerçekleşmiyor, sadece tabela asmakla mahkeme olunmaz diyerek etkin bir refleks ortaya koymamışlar, süreç siyasi iktidarı istediği doğrultuda  yürüyüp gitmiştir. Ancak bu mahkemelerin kaldırılmasıyla, siyasi iktidarın yargı üzerinden hizaya sokma ortamının yok olduğunu söyleyebilmek de mümkün değildir.
Mevcut yargıç ve savcı kadrolarının yarıdan fazlası, bu siyasi iktidar döneminde denetimsiz biçimde doldurulmuş durumda. Bu kadrolar üzerinde siyasi iktidar, HSYK’yı, yine Adalet Akademisini istediği gibi kullanmakta.
Terör mahkemeleri, mahkeme olmaktan çok, bir yapılanmanın mahkeme tabelası altında sanki hukuk içindeymiş gibi nasıl faaliyette olabileceğini açıkça ortaya koyan bir model olmuş, cemaat ve iktidar, hukukla bağdaşmayan her şeyi bu tabela altında sergilemekten geri durmamışlardır.
Yine siyasi iktidar, bütün temel yasaları değiştirmiş, bunu bir fırsatçılıkla yapmış, temel yasa değişikliklerinin kuramsal boyutta da yapılması karşısında, seksen yıllık temel yasalar, bunlara bağlı yargı uygulamaları ve içtihatlar da çöpe gitmiş, yeni yargı kadrolarıyla, yeni yasaları yorumlayarak, damga vuracağı yeni süreci böyle başlatmıştır. Bu süreci yargı sadece izlemiştir.

SOYOĞUL: Bir yargıç olarak, geriye baktığınızda ne, geleceğe baktığınızda ne görüyorsunuz?

EMİNAĞAOĞLU:
Geride baktığımızda, yaşanmayan hiçbir şeyin kalmadığı ortadadır. Gerideki hoş olmayan bu miras geleceğe mutlaka sarkacaktır ama, ne olursa olsun mücadeleyi hiçbir biçimde elden bırakmamak gerekiyor.
Şu anda yasalar, hukuk sistemi, yargı kadroları tamamen siyasi güce göre biçimlendirilmiş durumda. Siyasi iktidarın el atmadığı kalan diğer yasalar da 12 Eylül ürünü ve oradan da açıkça besleniyor.
Hukukçu, yasaları, hukuk sistemini, hukuku, iktidara göre değil, evrensel doğrulara göre yorumlayan, güç ve baskıya karşı dik durabilen kişi demektir.
Bir hukukçu sorumluluğu ile bu duruşu göstermek, her türlü mücadeleyi ortaya koymak durumundayız. Başka bir seçenek de zaten asla düşünülemez. Aksi halde her baskıcı dönemde olduğu gibi hukukçular gücün papağanı olmaktan öteye geçmeyecek kişilik sergileyeceklerdir ki, böyle bir tabloda da zaten hukuka da hukukçuya da gerek yoktur. Bu nedenle yarınlarda üstünlüğün değil, hukukun üstünlüğünün etkili olması için, mücadeleye devam etmekten başka seçenek olmadığından elbirliği ile mücadeleye devam ediyoruz.

(HUKUK SÖYLEŞİSİNE, PAZARTESİ GÜNÜ ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI AVUKAT SELÇUK KOZAĞAÇLI İLE DEVAM EDECEĞİZ…) 

 
Binali Bey’le yarışmak benim için büyük bir zevkti…
 
Yargıya asla güvenmeyin, asla!
YORUMLAR
Toplam 3 yorum var, 3 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
MESUT 17 Ağustos 2014 Pazar 16:37

Türkiye cumhuriyetinin anayasa mahkemesi başkanı.iktidarda bulunan akp yi neden uyarmadı bazı belediye başkanları(TC)başlıkları kaldırdığında.ve milli eğitim müdürlüklerindede görülüyorki(TC)miz silinmiş bunlara niye göz yumuluyor.niye atamızın(TC)sine sahip cıkmadığı ortada değilmi çünkü iktidarda bulunanlarla aynı zihniyette bulunduğu apacık ortada değilmi.haa çünkü başbakan la ters düşmemek için ortaya cıkamıyordu kendileri.artı emekliliğinede az birsüre kaldığından dolayı bazı söylemek istediklerini konuşmaya başlaması normal değilmi.bir dönem önce nejdet sezer cumhur başkanlığında iktidarla hep ters düşmemişmiydi bunları gördük ve yaşadık.gül döneminde her istediklerini yaptırdılar.şu an anayasa mahkemesi başkanı nederse desin atı olan üsküdarı geçer tabi diye düşünürler diyorum.

Yorumu oyla      13      6  
sadece vatandaş 26 Nisan 2014 Cumartesi 14:44

Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu'na ve Gönül Soyoğul'a aşağıdaki sözleri bizlere ulaştırdığı için teşekkür ederim.Gönül isterdi ki tüm basında bu sözler yayınlanarak, gündem yaratmanın nereye varacağını herkes düşünebilmelidir. Ancak Bir Anayasa Mahkemesi başkanı olan "Haşim Kılıç'ın aklına bunlar yeni mi gelmiş, daha önce nerde imiş? Geçmişte kendisinin şimdi eleştirdiği hususları yine kendisi yaparken, şimdi söyledikleriyle çelişki yaratmıyor mu, geçmişini nasıl açıklayabiliyor!"

Yorumu oyla      14      8  
26 Nisan 2014 Cumartesi 12:34

Ender de olsa ilk defa kapsamlı,bilgi edinmeye dayalı,üzerinde en çok konuştuğumuz(yüzeysel olarak)hukuk sistemimiz konusunda yapılmış bu söyleyişiyi doğru kişi yaptığınız için sizi kutluyorum .Üzerinde önemle durulması gereken bir konuydu.Sözde Atatürk'çü geçinenlerin bile HAŞİM KILIÇ'tan medet umduğu bir zamanda,zamanlama harika .Beyninize ve kaleminize sağlık.

Yorumu oyla      15      9  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Binali Bey’le yarışmak benim için büyük bir zevkti…
Başkan Kocaoğlu seçimlerin ardından ilk büyük değerlendirmeyi Egedesonsöz’e yaptı.
Adalet için siyaset yapmak istiyorum…
CHP'nin genç Bornova Belediye Başkan Adayı vizyonunu anlattı...
Kendimize değil, partimize oy istiyoruz…
HDP İzmir'in Eş Büyükşehir Belediye Başkan Adayları partinin kent vizyonunu anlattı.
 
'İnanılmaz heyecanlıyım'
Karşımızda iddialı bir Başkan var. Vizyoner bakış açısını Alaçatı'da Türkiye'ye ...
Siyasette hiç dayım olmadı, örgüt emekçiyim ben!
Gönül Soyoğul, CHP Karşıyaka'nın örgüt emekçisi genç adayı Hüseyin Mutlu ...
Atatürkçülüğümü, bu adamlara test ettirecek insan değilim!
CHP'den Konak adayı olan Eski Baro Başkanı ile hakkındaki eleştiriler, ...
 
Özfatura-Gökçek karışımı bir başkan olurum
MHP Büyükşehir adayı Gönül Soyoğul’un sorularına içtenlikle yanıt verirken ...
İzmir için en büyük projemiz, ‘erdemli şehirler’
Saadet Partisi İzmir adayı Özüdoğru, Gönül Soyoğul’a konuştu. Özüdoğru ...
İzmir'in köylerini kalkındırmaya adanmış bir hayat
İzmir’de siyasetin ve yerel yönetimlerin en önemli isimlerinden İl Genel ...
 
Filiz SEZER
Filiz SEZER
Etkili fedakârlık ve kayıp milyarlar
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
İzmir’in deprem bölgesindeki büyük dayanışması…
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Bu seçimin neden bunca talibi var?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
İzmir kimin ya da neyin kalesi?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Erkek dediğin öldürür
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Foça, Tire, Çeşme ve Dikili de MHP diyecektir
Kemal ARI
Kemal ARI
Oyumuz, onurumuz ve özgürlüğümüzdür...
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Diktatör
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Sağduyu marifeti ile seçebilmek…
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Son hafta
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva