RÖPORTAJLAR
15 Aralık 2011 Perşembe

AKP’yi destekleyenler, bariz kayırılıyor!

Son yılların en çok tartışılan kenti İzmir’le ilgili iş dünyasına mikrofon tutan yazarımız Gönül Soyoğul’un konuğu, bu kez babadan oğula sanayici Öner Akgerman… Dobralığı ile tanıdığımız Akgerman’dan, yerel siyasetten genele yine çok konuşulacak sözler…

AKP’yi destekleyenler, bariz kayırılıyor!

BAŞLARKEN…
 
80’li yıllarda, İzmir’in Türkiye’nin parlak yıldızı olarak her alanda adından söz ettirdiği, o zenginliğin yarattığı çok sesliliğin, girişimcilerin rekabetinin ve kavgalarının dahi hayli enteresan/renkli olduğu yılllarda, Yeni Asır’a yansıyan işte böylesi ilginç bir çıkış olmuştu. Şimdi Egeli Sabahın yayın yönetmeni olan sevgili arkadaşım Ünal Ersözlü’nün, o tarihlerde çalıştığı Yeni Asır’ın manşetine taşınan bir kavgaydı.
Sanayici ailenin sanayici oğlu, rekabette kendisinden başka kimseye yaşama hakkı tanımayan iş dünyasının kimi isimlerine ‘pentapotlar’ diye sesleniyor, bu bencilliğe duyduğu kızgınlığı, ilk kez duyduğumuz bir sözcükle açığa vuruyor/dile getiriyordu.
O farklı çıkışı yapan, gazetecilikte henüz çırak olduğum günlerde ismi belleğimde yer eden işadamı, Öner Akgerman’dı.
O çıkışından yıllar, yıllar sonra…
Öner Akgerman’la o günden bugüne İzmir’i, İzmir işdünyasında gelinen noktayı konuşmak üzere, randevulaştık.
 
Açıksözlülüğü ve dobralığı tescilli Öner Bey’le sohbet etmenin hem zevkli hem de bir hayli zor olduğunu, o iki saatlik söyleşide fark ettim…
Özellikle konuşmaları yazıya dökerken… Kaydı deşifre ederken gördüm ki, bazı yerlerde ipin ucunu kaçırmışım, sorduğum kimi sorular açıkta kalmış, üzerine gidemeyip Öner Bey ile birlikte yan dallara sıçramışım.
Ama yine de ortaya –kuzguna yavrusu şahin misali- tatlı bir sohbet çıkmış.
Ben böyle okudum, bakalım siz nasıl okuyacaksınız?
 


GÖNÜL SOYOĞUL: Dinç Bey ile iki yıl önce yaptığım bir röportajda, sizin de kulaklarınız çınlamıştı. Sizin pentapotlar çıkışına değinerek, “İzmir çok renkli ve kavgaları, tatlı rekabeti güzel olan bir şehirdi” demişti Dinç Bey. O meşhur sözcüğünüzden başlayalım. İzmir’de o günlerde o sözleri söylemenizi gerektirecek durumlar vardı. Yani bir rekabet ortamı, bir hırs, yarış. Şimdi aynı şeyden söz edebilir miyiz? Şimdi de var mı o sözünü ettiğiniz insanlar?
 
ÖNER AKGERMAN: Var, yalnız İzmir’de değil, her yerde var.
 
SOYOĞUL: Hafızaları tazelemek için tekrar soralım; nedir pentapot?
 
AKGERMAN: Pentapot, beş tane kişi değildir. Bunu hep yanlış yorumladılar. Hiç unutmayacağım, rahmetli Rıdvan Burteçin, o zaman 1824 Restoran’a geldi, bana dedi ki; ‘Öner Bey, allah aşkına söyle; o beş kişinin içinde ben de var mıyım?’ Neden dedim beş kişi? Pentapot’un beş kişiyle alakası yok. O, onlarca da olabilir. Pentapot’dan kasıt… O zaman Ünal Ersözlü ile uzun, üç- dört saate yayılmış bir akşamüstü röportajı sırasında o anda aklıma gelen bir fikirdi. Nereden geldi? Hayvanların denizdeki en tehlikelisi, esasında köpekbalığı değildir. Ahtapottur.
 
SOYOĞUL: Ahtapot?
 
AKGERMAN: Çünkü ahtapot ne yapar? Ahtapot yalnız yapışmakla kalmaz. Sıkar. Sıkınca her türlü nefesini, hareketini önleyerek yok eder. Dolayısıyla ahtapottan da insana ne geçer? Bir el, beş parmak geçer. Beş parmak neyi ifade eder? Pentapot’tan kastım o. Yani yakaladığını bırakmayan bir el. Petapot o. İnsanlarla alakası yok. Yakaladığını bırakmayan bir el. Bencil demeyeyim de. Hep ben duygusu ile motivasyon olan kişilerle ilgili. Tabii pentapotta itidal ya da adalet hissi yoktur. Kendini düşünür öncelikle. Kendinde olmayan şeylerde eşitlik arar. Dolayısıyla bu uzun bir kitap olacak. Onun için…
 
SOYOĞUL: Bunun kitabını yazacaksınız yani.
 
AKGERMAN: Notlarım var epeyce, inşallah tamamlanacak.
 
SOYOĞUL: Türkiye’deki pentapotlar mı, yoksa sadece İzmir mi?
 
AKGERMAN: Yalnız Türkiye’yi değil. Düşündükçe dünyadaki büyük devletler de. Bu kavramın içine giren herkes.  Şimdi mesela bu Orta Doğu hadiselerinde Amerika büyük bir pentapot benim nazarımda. Bütün o diğer yollar, işte Saddam’ı yok etme yolları için nükleer silahlar var. Bunlar pentapotun yaptığı şeyler diyorum. Adalet hissi olmayan, yaşadığı ortamda kendine öncelik tanıyan, kendi kararını en doğru bilen, diğer kararlara itibar etmeyen, empati bilgisi/duygusu hiç oluşmamış…  Böyle bir şey. Halbuki hayat, hele ben artık bu yaşıma geldikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki, hayat çok kısa. Hayat bu gibi şeylere girişmeye değmeyecek derecede kısa. Hayatı layıkıyla ve doğru yaşayabilmek için mümkün mertebe bundan uzak durmak lazım. Her şeye sahip olmak, hayatta başarı değil. Her şeyi paylaşmak ise hayatın en tatlı tarafı. Benim hayat felsefem bu. Oradan hareket ediyorum. Pentapotlar şimdi de var tabii. Onu da görüyoruz sık sık etrafımızda. Hani kendi yargılayıp, kendi mahkum eden kişiler. Genelde yani bir empatiye girmek veyahut da oturup konuşmaya pek önem vermezler. Sizin adınıza karar verip, düşünüp sizin hakkınızda… Kendi verdiği karar en doğrudur en adildir, her şeydir. Dolayısıyla pentapotdur. Bu yalnızca İzmir’de değil. Ben İzmir’de doğdum, büyüdüm, yaşadım, bu yaşıma geldim. Dolayısıyla bu ortamda söylüyorum. Ama baktığım vakit, ben bunu İstanbul’da da görüyorum, yurt dışına gittiğim zamanlarda uzun süre kaldığım yerlerde de görebiliyorum. Hatta ve hatta basında okuduğum zaman, basında da görebiliyorum pentapotları.
 
SOYOĞUL: Çok doğru.
 
AKGERMAN: Basında, ben çok içtenlikle bunu söylediğim zaman… Bakın mesela, burada bir TÜSİAD toplantısı oldu. TÜSİAD toplantısında o zaman bizim Aydın Doğan Bey’in kızı başkandı. İşte herkes görüşünü bildiriyor. Toplumumuzda bazı şeyler var ki temeli cehalete dayalı. Cehalet yalnız okumuşluk-okumamışlık meselesi değil. Ne okumamış insanlar var ki olgun ve anlayışlı ve değer yargısı olan. Ne okumuş ve çok iyi okumuş insanlar var, ne kadar boş! Dolayısıyla, lütfen öyle algılamayın. Ancak bizim ülkede ancak bu cehaleti mümkün mertebe yok edecek veyahut da azaltacak çalışmaları hep beraber, el ele vererek devam etmemiz lazım. Kaldı ki bu toplum büyük bir toplum. Yetmiş milyon çok büyük bir nüfus. Bugün bu boyutta dünyada kaç tane ülke var? Eğer iki yüz küsur ülkeyi sıralarsak göreceğiz durumumuzu. Bu yetmiş milyona hangi sürede geldik? Yeterince algılayabildik mi? Birbirimizi tanıyabildik mi? Beraber yaşama kültürümüzü geliştirebildik mi? Bütün bunları ne kadar takip edebildik? Ne kadar empati yaptık? Ne kadar İzmir’den Ağrı’ya baktık? Ne kadar İzmir’den Antalya’ya veyahut Sinop’a baktık? 81 vilayetin kaç tanesini gördük. Bunlar hepsi tartışılması icap eden, konuşulması icap eden şeyler. Ne kadar okuyoruz? Okuduğumuzu ne kadar anlıyoruz, ne kadar paylaşıyoruz? Bütün bunlar olmadığı sürece cehalettir. İşte o toplantıda ‘cehalet nedir dedim. Çok dikkatli davranmak lazım, provokasyonlardan sakınmak lazım, gerçekleri daha münasip bir şekilde sunmak lazım. Bence, en büyük cehaleti de basın gösteriyor’ dedim. Kıyamet koptu. O hanım kızım; büyük ama bir reaksiyona girdi. Dedim sizin böyle söyleyeceğinizi, düşüneceğinizi, bu reaksiyonunuzu bilseydim, hiç bu konuyu açmazdım. Gerçeği de söylemezdim. Sizin orada tarafsız bir başkan olarak oturduğunuzu, ancak sorgulayabileceğinizi, tartışmaya açabileceğinizi düşünmüştüm. Siz şimdi hücum ediyorsunuz. İşte bu da bir örneğidir dedim ve bunu da yaşadım. Hayat boyu utmayacağım bir deneyim oldu. Çok üzüldüm böyle bir ortam yarattığım için. Gerçekten üzüldüm, çünkü bir anlayış bekliyordum karşı taraftan. O anlayışı göremeyince, haklılığımı görmek beni memnun etmedi. Olay bu.
 


SOYOĞUL: Basının maalesef eleştirilecek pek çok yanı var. Ve gerçekten üzücü…
 
 
AKGERMAN: Dinç Bey benim çocukluk arkadaşım. Beraber büyüdük. Çok zamanlarımız geçti beraber. Hala dostluğumuz devam eder. Çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Ve Onun evinde hiç unutmuyorum İzmir’deydi, daha o zaman İstanbul’a gitmemişti. Bir akşam yemek yiyoruz evinde; gece on birde Yeni Asır’ı attılar kapının altından. Başlığı “Durdurun Bu Cinayeti”. Bir gün evvel de ben Çimentaş’ta o zaman genel müdürüm; Yeni Asır’dan geldiler ya şu toz şeyi nedir diye. Filtre bu diyorum. Daha doğrusu işletme müdürü ‘filtre bu’ diyor. Elektrik dalgalanmaları nedeniyle filtre zaman zaman devreden çıkıyor. İşte o arada o fotoğrafı çekmişler, altına da ‘işletme müdürü İzmir’i kirleten bacayı gösteriyor’ diye yazmışlar. Şimdi Güler (Bilgin) kardeşim de Dinç’e kıyameti kopardı o gece. Ne gazeteciliği? E gazetecisin ama işte bak provokatörsün. Bu şekilde bir katkın olmaz. Tenkit edeceksin, Tepki vereceksin. Gayet tabi. Ama işte öyle bir hale getiriyorsun ki bunu fırsat bilen, yeterince oluşmamış zihinler gelecekler fabrikanın kapısın taşlayacaklar. Taşlamadılar ama yürüyüşler yapıldı. Otobüslerin yolu kesildi. Çözüm bulundu mu? Hayır, bu daha büyük kabahat. Türkiye’deki elektriğin kalitesizliğini yaz. Bunları hep yaşadık Gönül Hanım. Bütün bunların içinde de survivor yaşamaya gayret eden bir sanayici olarak bugünlere geldik.
 
SOYOĞUL: Bugünlere gelirken… Elbette Hatalarınız da olmuştur, günahlarınız da, iyi yaptıklarınız da… Mutlaka dersler aldınız kendinizce, hayatınız zenginleşti. Peki İzmir’e baktığınızda… Kent, bunu yapabildi mi? Neydi ve nereye geldi İzmir?
 
AKGERMAN: Gönül Hanım, her türlü değerlendirme, değer yargısı oluşturma, benim nazarımda bir rölativite. Neye göre? İzmir’i neye göre değerlendirme? Hangi şehre göre? Hangi ölçüye göre İzmir? Bakmak lazım. Şimdi İzmir iyi bir şehir mi? İyi şehir. İzmir kötü bir şehir mi? Çok kötü bir şehir. Dolayısıyla Türkiye’nin diğer şehirleriyle kıyaslamaya kalkarsak, İstanbul’a göre geri kalmış diye yorumlanıyor. Ama İstanbul, İzmir ile aynı terazide değil.
 
SOYOĞUL: Neyin ölçü alınması lazım sizce?
 
AKGERMAN: Kendi içinde ölçü almak lazım. Nedir? Yaşayan kişinin, çalışan kişinin, burada hayatını geçiren kişinin ihtiyaçlarının ne ölçüde karşılandığıdır ölçü…
 
SOYOĞUL: Çok güzel. Ben de tam bunu istiyorum zaten.
 
AKGERMAN: İhtiyaçlarının ne ölçüde karşılandığı, karşılanmayan ihtiyaçların belirli bir  programla sunulabilip sunulamadığı, bir ümit verip vermediği, ileriye yönelik ışık görülüp görünmediği… Bence böyle bakmakta yarar var İzmir’e. Böyle baktığımızda…
 


SOYOĞUL: Ne görüyorsunuz?
 
AKGERMAN: Böyle baktığımızda İzmir ihtiyaçları tabiat anlamıyla önemli ölçüde karşılıyor. İklimi… Denizi, yağmuru… İklim olarak, tabiat olarak şahane. Ama yöneticiler bakımından baktığımız zaman… Yöneticiler İzmir’de yaşayanlara… İyi hizmet yapmıyorlar. Bunu, kötü niyetinden değil yetersizliğinden iyi hizmet etmiyorlar.
 
SOYOĞUL: Bu yerel yönetim anlamında mı? Yerel yöneticiler mi sadece kast ettiğiniz, yoksa hükümetin İzmir’e tayin ettiği kamu görevlileri de var mı kastınızın arasında? Polemik amaçlı sormuyorum, açıklık getirmeniz için altını çiziyorum.
 
AKGERMAN: Yetmiş milyon insanın yaşadığı bir ülkede hükümetten medet ummayı ben büyük bir hata olarak görüyorum. Yani yetmiş milyonu hükümet merkezden idare edemez. Ne yapar? Savunmasını yapar, büyük alt yapılarını yapar, mesela enerjisini temin eder vesaire. Ama onun dışında esas güncel yaşamda hükümetten bir şey beklemek, tümden hükümetten beklemek abes. Yolların asfaltlanmasını hükümetten beklemek abes. Deniz ulaşımını beklemek, vesaire. Ama hükümet çok büyük yani mahalli idarenin artık hiçbir şekil ve surette kaldıramayacağı şeyleri de merkezden halleder.
Ama diğer taraftan mahalli idareler de hele hele bu emlak vergisi durumu çıktıktan sonra… Bakın bu çok önemli bir şey. Diyorlar ki, ‘Efendim emlak vergisinin önemli bir kısmını devlete veriyoruz.’ E tamam canım, burada emlak vergisi öde, oradaki gecekonduda veyahut toprakta yaşayanlara da oradan yardım ediliyor.
Ben bütün belediye başkanlarının dostu oldum yıllardır. Kardeşim durumda olan oldu, arkadaşım durumunda olan oldu. Hep şunu dedim. Siz tenkit ederken diyorsunuz ki; ben emlak vergisini topluyorum ama şu kadarını Ankara alıyor, bana şu kadarını veriyor. Ben de şunu sorayım size. Ben size emlak vergisi veriyorum, siz bana ne kadarını geri hizmet olarak veriyorsunuz? Hesabını çıkar dedim. Yüzde biri dönmüyor bana. Benim evimden, büromdan gayrimenkullerimden her sene ödediğim bir emlak vergisi var. Ödediğim emlak vergisinin tutarı beyannamemde var. Bana geriye dönüşü yüzde bir! Dolayısıyla bu gibi şeylere bakmamak lazım.
 
SOYOĞUL: Mahalli idarelerin yetersizliği dedik, işte iklim yönünden iyi dedik, diğer kıstaslarımız?
 
AKGERMAN: Şimdi mahalli idarelerin yetersizliği dedik de iyi niyet var. İyi niyet görülüyor zaman zaman, iyi niyet var. Ama bakın, her yönetici bunu rahatlıkla kabul eder, ifade eder. Her şey bir ekip işidir. Bizim belediyeler kanunu çok derinliğine bilmem ama bildiğim kadarıyla çok mahzurlu tarafları vardır. Belediye başkanının ellerini kollarını bağlayan tarafları vardır. Çalışmayan kişileri rahatlıkla uzaklaştırma imkanları yoktur. Dolayısıyla onlar üzerindeki gücünü, daha etkili kullanamaz. İşte görüyoruz, mahkemelerden geri dönüyor bazı işine son verilen. Onlara tamam. Bunları yalnız belediyenin başında veyahut mahalli idarelerin başındakileri yetersiz görmek mümkün değil. Mevcut kanunlar da yetersiz. Mevcut kanunlar işte bakın bilmem kaç maddesi değişmiş anayasayı hala değiştirmeye çalışıyorlar. Anayasaya gelinceye kadar bunu açıkça da söyleyelim, yüzlerce kanun var düzeltilmesi lazım gelen. Bunlar hiç düşünülmüyor. İşte o zaman merkeze gidip, sen bu kanunları neden değiştirmiyorsun demek lazım.
Bakın şimdi biraz dağıldı konu ama… Yani kimde kabahat dedik falan ama gerçekten öyle geniş bir olay ki, bütün bu fonksiyonlar, mevcut nizamnamelerin bile gözden geçirilmesi, yeniden yapılandırılması lazım. Biz bir taraftan diyoruz ki dinde bile reform lazım ama biz kendi kanunlarımızda reform yapmıyoruz. Hani ne kalıyor geriye? Bir tek şey kalıyor, iyi niyetle karşılıklı anlayış göstererek bazı şeyleri olduğu gibi kabul edip bazı şeyleri de bunu da ben yapayım gitsin demek. O zaman da pentapotlar devreye giriyor.
 
SOYOĞUL: Tekrar İzmir’e dönersek…
 
AKGERMAN: İzmir diğer şehirler ile mukayese edildiğinde… Ben seksen bir vilayeti görmedim ama en azından otuz beş vilayeti biliyorum. Eskişehir’i çok dikkatli izledim. Hatta 2002- 2010, sekiz senelik değişimini de. Çünkü 2002’de de gittim, 2010’da da gittim. Böyle belirli spotlar, belirli yerler aldığın zaman çok hoş şeyler. Ama bir bütün olarak baktığınız zaman Eskişehir hiçbir zaman bir İzmir olamaz. Neden olamaz? Dünya tatlısı bir belediye başkanı var. Onun da kısıtlamaları var. Ziyaretine gittik. Anlattı kısıtlamaları. Dolayısıyla reformlar yalnız insanları değiştirerek değil, reformlar hep beraber inanarak yapılması lazım. Kanunların da, yönetmeliklerin de değiştirilerek yapılması, günün koşullarına uydurulması lazım diye düşünüyorum. Dolayısıyla İzmir’i ben çok başarılı buluyorum. İyi buluyorum. Hele İstanbul ile mukayese ettiğimde çok daha iyi buluyorum.
 


SOYOĞUL: Peki ekonomi açısından?
 
AKGERMAN: Ekonomi açısından verilere bakmak lazım. Bakın çok ilginç bir şey var. Sanırım iki yıl evvel yardımcım Muhiddin Bey Yeni Asır’da bir yazı yazdı. Birtakım verilere dayanarak. Ve İzmir’in ekonomik bakımdan İstanbul’dan daha üstün olduğu ortaya çıktı. Veriler Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verileri. Parametreler onlar. Dolayısıyla İzmir iş bakımından şöyle böyle demek… Haa, Neye kalıyor iş? İzmir’in taşı toprağı altın değil ama İstanbul’un taşı toprağı altın. Doğrudur. Bu, otuz beş sene evvel de vardı. İstanbul’un taşı toprağı altın. İstanbul’a giden iş yapar. Zaten bir araya gidince… Karıncalar neden mutfakta bir araya giderler. Bir ekmek kırığına giderler. İstanbul’da bir ekmek kırığı oluştu. Eczacıbaşı İstanbul’a gitti, Ferit Bey’in eczası buradaydı! En basitinden başlayayım. Siz daha iyi bilirsiniz, birçoğu İstanbul’a taşındılar. Çoğu arkadaşlarım İstanbul’a gitti. Arkadaşlarımın evlatları şu anda İstanbul’da iş tutuyorlar. Neden, çünkü orada fırsatlar çok fazla.
Ben size kendimden bir örnek vereyim. Sene sonunda devreye girecek gaz- beton fabrikasını Çorlu’da bitirmek üzereyiz. 89’da İzmir’de gaz- beton kurdum. 95’te Ankara’da Kırıkkale’de kurdum, şimdi orada kuruyorum. Biliyorum ki onu baştan kursa idim çok daha iyi maddi verim alacaktım. Ama İzmir’de kaldığım için ki, İzmir’de kalma prensibim de belli. Ben illa gelişmiş bir yere gitseydim Londra’da yaşardım. Burada ne işim var. Evim orda, her şeyim orada. Ama insanın kendine özgü bir sorumluluk anlayışı var. Bende de sorumluluk çok fazla, beni rahatsız edecek derecede fazla. Dolayısıyla benim İzmir’de kalma sebebim o. Ama Ankara’da Türkiye’ye hakim bir fabrikanın arkasından İstanbul da devreye girdiği zaman biliyorum ki orası, bu iki fabrikadan daha fazla para kazanacak. Bunu biliyorum. Siz bana tek bir şey söyleyebilirsiniz, Öner Bey siz enayi misiniz ya? Neden en başta kurmadınız? E doğru ben enayiyim. Yani enayilik eğer bu ise. Ama prensipler yönünden takdir buyurun. Ben Kırıkkale’den İstanbul’a mal yollayıp, nakliyesini ödeyerek yine para kazanıyorsam, takdir buyurun bir de nakliye parası size kalacak İstanbul’da. Bunu düşünmek affedersiniz ortaokul talebesinin kararı. Dolayısıyla İzmir’den gidiş o sebepledir. İstanbul on beş milyon diyorlar. Bence daha fazla. Fırsatlar çok. Sabah çıkıp yüz metre yürü. Yüz metrenin içindeki iletişim çok daha fazla. Bir de en önemlisi, bence üzerinde çok durulması lazım gelen bir şey var:  Kültür. Kültür deyince yalnız bilgi kültürü değil. Mesleki kültür. İş ahlakı, ilişkiler, geniş açıda bakış. İzmir’de kaç tane yaşayan yabancı var, resident (yerleşik/ikamet eden) yaşayan burada? Sanıyorum 400’e yakın… 2006- 2007’de bir çalışma yapmıştık. Işıkkent Eğitim Kampusu’na yabancı öğrenciler alıyorduk. O zaman iki yüz yetmiş aile resident. Evlatlığı olan da zannedersem altmış tane mi ne var. İstanbul’da yüz yirmi bin resident yaşıyor. Bu yüz yirmi bin yabancının kattığı kültürü düşünebiliyor musunuz? Gelip gidenler iki milyon. O başka hadi. Seyahatler falan üç milyon belki. Devamlı İstanbul’da yabancı dolaşımı var. Ama yerleşik olan yüz binlerce kişide bir kültür yapısı var. Restoranlar dolu. Her yerde restoranlar onlara çalışıyor. O kişi parayı ödediği için iyi ürün konuyor. Sinemalar ayrı. Efendim Bineal yapılıyor İstanbul’da. Burada da yapsak ya! Kim gidecek burada? Orada ilk başı çekenler onlar oldu. Onların takipçisi, onların amiyane tabirle kopyacısı. Onlar da gittikçe alıştılar bunlara. Şimdi o yabancının bulunmaması… İzmir çok büyük bir fırsatı kaybetti. İzmir’de 1500- 1600’lerde gelen o Levantenlerin oluşturduğu fırsat… Benim gençliğimde, geçliğimde dediğim 50’lili yıllarda burada özellikle yaz aylarında bambaşka bir kültür vardı. Kızlı erkekli çok Levanten arkadaşım vardı. O Çeşme’de apayrı bir eğlence kültürü yaratmıştık bu şekilde.
 
 
SOYOĞUL: Kente her anlamda zenginlik katan o Levantenler çok çok azaldığı gibi, kent tersine bir göç de aldı. Bu göçün niteliği ve İzmir’e kattıkları ne sizce?
 
AKGERMAN: Evet evet. Nüfus artışı İzmir’de de var. 54 senesinin nüfusunu söyleyeyim size, 135 bin. Şimdi üç milyon küsur. İzmir’e de bir organizasyon geldi Anadolu’dan ama İzmir’e gelenler İstanbul’a gelenlere göre daha ayrı zihniyette bir grup. Şimdi İzmir neden 82 yılında anayasaya hayır dedi? İzmir neden hala Halk Partisi’ne oy veriyor diye baktığımızda, bunu İzmirli olarak görmek bence pek yeterli değil. Anadolu’nun İzmir yaşantısı, artı İzmir rahatlığı… İzmir’in kendine özgü bir şeyi var, tabiat avantajı var. O rahatlığa gelen, ben burada daha rahat ederim diyenler, biraz daha rahatıma düşkünüm diyen… Bunu ifade etmek lazım. Daha rahatına düşkün insanların geldiği, yerleştiği, oluşturduğu bir şey var. Daha rahat insanlar, daha az değişikliklerden etkilenmek isterler. Yani değişiklikten etkilenmekten çekinir. Fazla şeylere girmez.
 

Ofisin girişi, çoğu aile yadigarı objelerle bezeli. İlk üretilen gaz beton parçası, III. Selim’den kalma bir saat, baba yadigari bir daktilo, hesap makinesi, telefon, fes kalıbı ve Tüzüm Kızılcan imzalı seramikler… İzmir’de yapılmış el halıları; bunlardan bazıları...


SOYOĞUL: Riskli hayat istemez. Riskli yaşam, riskli kent istemez…
 
AKGERMAN: Şimdi öyle bir şey ki, gerçek var ortada. Bir; bizim ülkemiz devlet otoritesinin ağırlıklı şekilde hissedildiği bir yapı. Anayasamız da ona göre.  Hatta zaman zaman yapılan ihtilaller ve ondan sonra çıkan anayasalar da otorite değil midir? Askerin yaptığı, o da otorite. O yüzden bu geldi. Bu otorite, İzmir’in reaksiyonu ile de karşılaştı. İzmir o bakımdan… Ha neden İzmir de Muğla değil. Bakın Muğla bir defa İzmir’in koşullarından farklı bir yer. Onun sayfiye diye ayrılmış bir bölümü var, halbuki İzmir sayfiyesi ile beraber bir yer. Bunun insan yaşantısı üzerine inancım o ki, başka tesirler bırakıyor. ‘Burada üç kazanacağıma İstanbul’da otuz üç kazanmayı tercih ederim’ diyen zihniyet, zaten İstanbul’a gidip İzmir’i boşaltıyor. İzmir’de kalanlar ‘üç kazanayım ama burada kalayım’ zihniyeti. Bu zihniyet bulaşıcı. Çünkü konuşurken, beraber olurken, yemek yerken nasıl hep onu gözlüyorsunuz ve ondan da mutlu olursanız… Harekette bulunmuyorsunuz. Bazı filmler vardır internette falan çıkıyor. Bir kadıncağız yolda yürüyor, arkadan bir grup koşuyor yanından. Kadın da onlarla beraber koşmaya başlıyor.. Yani insan davranışı bunlar. İzmir’in, boyutları itibariyle genel davranışlardan etkilenmesi kaçınılmaz bir şey artık. Dolayısıyla İzmir’i bir başka şehirle mukayese etmenin bence manası yok. İzmir’i kendi içinde yorumlamak lazım.
 
SOYOĞUL: Şimdi siz bu bulaşıcılıktan bahsedince Aziz Bey de geçenlerde yaptığı bir konuşmada, kente karamsarlığın yayıldığını, bunun doğru olmadığını ifade etmiş, lütfen bu dili, bu bakış açısını düzeltelim demişti.
 
AKGERMAN: Nereden çıkardı bunu?
 
SOYOĞUL: Çünkü herkeste son zamanlarda…
 
AKGERMAN: Yoo bir yerde var. Basında var.. Çok zor bunu basınla konuşmak ama. Basının içinde yaşayan sizler veyahut diğer tüm arkadaşlarım, basının içinde yaşayan diğer arkadaşlar haklı olarak içinde yaşadıkları ortamla hareket ederler. İsteseler de istemeseler de. Basın yapısı itibariyle provokatör bir şeydir. Yoksa hani ‘bugün güneş doğdu’ diye yazsanız kim okuyacak gazeteyi? Bir şey daha koymak lazım oraya değil mi? Ben bunları Dinç kardeşimden de öğrendim.
 
SOYOĞUL: Doğrusu iyi öğrenmişsiniz!
 
AKGERMAN: Pembe yalanlarından korkma basında falan der bana. Tabii zaten o kadar kendini eğitmiş, ya da o toleransı kazanmış insanlar, öyle haberlerde zaten yeterince toleransı gösterince o yumuşak geçer, bir şey olmaz da… Yeterince eğitim olmadığı zaman, yeterince cehalet giderilmediği zaman, bunlar iz bırakıyor. Fakat bakmayın, ben İzmir’de hiçbir karamsar/kötü hava hiçbir zaman görmedim. Kendimde de görmüyordur.
 



SOYOĞUL: Peki o zaman şöyle söyleyeyim. Sizin bulunduğunuz cepheden durum böyle gayet iç açıcı/pembe görünebilir, doğrudur. Ama ekonomik açıdan, iş bulma imkanı açısından? Neden insanlar İzmir’den başka yerlere gidiyorlar iş imkanı için? Kaliteli insanlar niye İzmir’de dengi işler bulamadıklarından yakınıyorlar? Yani bunların hepsi bizim/basının yoktan icat ettiği şeyler mi?
 
AKGERMAN: Hayır hayır. Gayet tabii. Şimdi sondan başlayayım. İş bulamama hali; kaliteli bir kişi olup da iş bulamama hali diye bir şey yok. Kendi yönümden söyleyeyim. Kaliteli kişi yok İzmir’de. Gidiyor İstanbul’a. Benim aşağı yukarı beş- altı tane işletmem var ayrı ayrı. Orada başında insan kaynaklarında görevli arkadaşım, arayışlarda. Devamlı arayış içerisindeyiz. Bulamıyoruz. İstanbul’dan aldığımız kişi oldu. Düşünebiliyor musunuz! Yok. Yani vasıf olmayınca İstanbul’dan tercih ediyor. Çünkü burada benim verdiğim bir rakama, orada daha iyi bir rakama İstanbul’dan daha vasıflı geliyor. Vasıfsızı da açıkçası benim işime yaramıyor. Bunu açıkça ifade edeyim. O İstanbul’a gitsin hiç işe yaramayacak. İşsizliği öyle tarif ediliyor İzmir’in.
 
SOYOĞUL: Gidenlerin gitme nedenlerinden biri, İzmir’de değil İstanbul’da gelecek görmesi.. Bu haliyle ne dersiniz?
 
AKGERMAN: Fırsatlar fazla… Şimdi yalnız bu iş yönünden değil diğer yönden de fırsatlar fazla İstanbul’da. Mesela eğer gıda sektörüne giriyorsanız burada yapacağınıza, gidin İstanbul’da yapın. Çünkü İstanbul’da kesin her halükarda her gün doluyor. Burada da belki doluyor ama İstanbul’da belki daha fazla doluyor. Şimdi bu iş yönünden. Diğer konuya gelince, yani iş hayatı, önemli bir konu. Her işin bir finansal tarafı vardır. Finansman ihtiyacı vardır. Sermaye ihtiyacı vardır. İzmir’de sermaye yetersizliği vardır. Ama Manisa’da da öyledir, Denizli’de de öyledir, Eskişehir’de de öyledir. İstanbul’da da kendi içinde öyledir. Bakın bunu bankaların üst yönetimine söyledim. Ben dedim aşağı yukarı 43 yıldır bilfiil İzmir’de iş yapan bir sanayiciyim. Benim şimdiye kadar kaç tane genel müdür ziyaretime geldi? Neden? E genel müdürler İstanbul’da. Gelenler de zaten bana İzmirli Burhan Karaçam, Egebank’tayken o gelirdi. İstanbul’dan ayrılmazlar finans merkezi. Çok büyük bir hata yapılıyor şimdi; Türkiye’nin büyük bir hatası olacak. Finans merkezini Ankara’dan İstanbul’a çekiyorlar. Bankalar, Merkez Bankası falan. Bakın ne olacak? Sonucu ne bunun biliyor musunuz? Şimdi iktidar iki tane daha şehir kuruyor ya.. Bu yorumum benim. İstanbul’daki arazi büyüklüğü, daha doğrusu Trakya’daki arazi büyüklüğü, rahatlıkla yetmiş milyon insanı alır. Bütün Türkiye’yi İstanbul’a çekecek siyasi parti diye düşünüyorum mevcut iktidar. Ondan sonra ne olacak? Sorarım size… Siz bu kadar önemli birimleri tek bir yerde toplarsanız, öbür tarafları size hiçbir şey vermez artık. Veremez, bir şey de bekleyemezsiniz. Beklemediğinize göre nasıl bazı şeylerde beklemediğiniz şeyleri, size külfet olan şeyleri elden çıkarıyorsunuz, o mantık ortaya çıkıyor. Şimdi aynı şekilde bu finans sektörü… İzmir’de bir faaliyet gösteriyorsanız, yapacağız bir yatırım için sizin buradan kalkıp İstanbul’da kapı kapı dolaşıp para dilenmeniz lazım. Çünkü buradaki şube müdürlerinin o yetkisi yok. Buradaki müdürler size ‘aman verelim’ derler, İstanbul’daki ‘kimin nesiymiş o’ derler geçerler. Diyebilirsiniz ki ‘Öner Bey niye siz kendinizi neden tanıtmıyorsunuz o zaman?’ Ben kendimi sahneye mi koyayım? Yani bir banka, böyle mi davranırsın. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama gerçekler bunlar. Şu anda içlerinde gayet tabii şeyler var. Ben muhatap olamıyorum, sıkıntımı paylaşamıyorum tam yetkililerle. Bütün Türkiye böyle. Neden Sakıp Bey gitti? Akbank esasında Adana’da kurulmuştur. Neden taşıdı onu Ankara’ya, İstanbul’a? Tabii ondan. Çünkü oradaki pazar aynen mutfaktaki ekmek kırıntısı gibi; bütün karıncalar oraya geliyor. Şimdi İzmir ile İstanbul’u kıyaslamaya kalkıyorlar. Bence yanlış. Orası kendi içinde, burası kendi içinde. Burada trafik sorunu var mı? Var ama açıkçası Allaha şükür İstanbul’a göre iyi. İstanbul iki yıl sonra yaşanmayacak hale gelecek. Ben gidipi üç- dört gün kaldığım zaman sabahları baş ağrısıyla kalkıyorum. Belki stresten. Yolda geçen zamanlardan…
 
SOYOĞUL: Peki bu İstanbul’da yaşayanlar, İzmir’e geldiklerinde köy gibi burası niye diyorlar? Bunca sıkıntıyı biz oraya gidip hissediyoruz. Onlar mı farkında mı değiller artık?
 
AKGERMAN: Size bir şey söyleyeyim mi. Benim bir de dünürlerim var İstanbul’da.
Bir sürü arkadaşım var. Dünürlerim, ‘Ya siz cennette yaşıyorsunuz keşke buraya gelsek’ diyorlar. Ama onlar oranın çarkında döndükleri için, o çarka kapılmış insanlar. Buraya gelince gelip benim Çeşme’de evimde kaldıkları zaman siz cennette yaşıyorsunuz, işe gidiyorsunuz, 15 dakikada buraya geliyorsunuz diyorlar. Şimdi, köy gelinleri hem ağlarım hem giderim der ya İstanbullar öyle. Hiçbir İstanbulludan bana ‘sen köyde yaşıyorsun’ lafı gelmedi. Dinç hariç! (Kahkahalar)
 
SOYOĞUL: Peki siyasi olarak İzmir’in cezalandırıldığına katılıyor musunuz? Selçuk Bey, geçtiğimiz günlerde mesela Özal’ın onun şahsında kendisini ve kenti cezalandırdığını açıklamıştı. AKP’nin de İzmir’e yaklaşımı son döneme kadar pek sıcak olmadı. Şimdilerde ise aileye yeni katılmış tekne kazıntısı bebek misali, üzerimize eğiliyorlar ama…
 
AKGERMAN: Evet ama o biraz hoş olmuyor bence. Son gelişmeler hoşuma gitmiyor. Siz eğer İzmir’de çoğunluğu almak istiyorsanız bugünlere kadar bunu uzatmamanız lazımdı.
 
SOYOĞUL: Bunu Ak Parti açısından söylüyorsunuz. Yani o zaman katılıyorsunuz İzmir’e bugüne kadar çok ilgi ihtimam göstermediklerine ve şimdilerde ilgilendiklerine…
 
AKGERMAN: Gayet tabi. Çünkü bu çoğunluğu yakaladıktan sonra, bu ağırlıklı çoğunluğun devamını da gördükten sonra, şimdi teferruatı temizleyelim! İzmir’i teferruat gibi alıyorlar. O benim ağırıma gidiyor. Tabii şu da var, İzmir inanılmaz bir direnç gösterdi. Malum. Neden? Direniş, partinin hükümetin davranışından ziyade yaşam tarzıyla ilgiliydi. Tabi ne kadar doğruydu, herkes kendi kararını versin. Ben bir ifadede bulunmak istemem. Yaşam tarzıyla ilgili bir dirence… Bu kentte bir Halk Partisi kazanırdı bir Doğru Yol Partisi. İzmir öyleydi yani. Ama şimdi öbür taraf da Doğru Yol da gittiğinden, kaldı Halk Partisi’ne. Demokrat Parti’yi destekleyen büyük kitle, sırf bu yaşantı tarzı nedeniyle Halk Partisi’ne destek verdi. Şimdi bundan sonra ne gösterir bilinmez. Ama bu kadar geç kalıp da iki tane muhakkak değerli Bakanın İzmir’e böyle faaliyetlere girmesi… Ben şimdi Aziz kardeşimi çok severim. Hakikatten insan olarak çok iyi insandır. Yetersiz de bulmuyorum. Takımını yönetmedeki güçlükleri nitekim ortada. Aziz Bey yetersiz değil, sorun Aziz Bey’in yeterince takım çalışması yapamaması. Hakan kardeşim de öyle. Diğerlerini de izliyorum, bir birlik havasını pek nedense yapamadılar. Her neyse şimdi bu partinin İzmir’de… Efendim, bana iki tane tünel yaptı diye ben oyumu değiştirmem. Yaşantımı çok yönlü kaplamaz ki. Gönül Hanım ben yürümeye korkuyorum sokakta. Ben bunu hiç söylemediysem beş defa söyledim Aziz Bey’e sohbet sırasında. Şu cadde diyorum, ‘Abi oradan doğal gaz geçecek. 2010’nun sonu’ dedi. 2011’nun sonu geldi hareket yok. Suçlamak için söylemiyorum ama yani…
 

Öner Bey’in çalışma ofisinde toplantı salonunda ilginç bir fotoğraf dikkat çekiyor. İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Oğuz Öztuzcu’ya ait bu fotoğrafın bilgisayarda kompoze edilerek yapıldığını ve kargo kamyonunu temsil ettiğini öğreniyorum Öner Bey’den…


SOYOĞUL: Anlıyorum anlıyorum. Yollarda yürüyememek, hepimizin ortak şikayeti.
 
AKGERMAN: Ben yıllar önce hem de kaçak maçak değil ruhsatıyla, harcıyla Bahçelerarası’na ev yaptım. Bu şehrin ağırlığından kaçmak için. E tutturdular o sırada EXPO yapılacak diye. Orada EXPO olmayacağını çok kişiye söyledim. Hayır olacak da olacak! Pazar günleri evime girmem mümkün değil o İnciraltı trafiğinden. EXPO olunca ne olacak? Kilitlenecek kalacak. Böyle bir sabit fikirlilikler var. Zamanın akışına bıraktığınız zaman onlar gerçekleşmeyince herkes üzülüyor. EXPO olmayacak yine 2020’de gibi geliyor bana.
 
SOYOĞUL: Öyle mi düşünüyorsunuz?
 
AKGERMAN: E sahipsiz. Bugün gazetede okuyorum, Sayın Kıraç’ı başkan yapacaklarmış. Devlet mi o? Kıraç burada daha 9 sene vali olarak kalacak mı? Yani nedir olay, bilmiyorum. Nasıl bir şey? Aziz Bey kalacak mı? Seçilmişlerden değil, yeniden seçimle yapılması lazım. Usul bakımından da yanlış buluyorum bunları.
 
SOYOĞUL: Peki İzmir’de iş dünyasında zemin kayıyor laflarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İş dünyasının Ak Parti’ye doğru kayışını?
 
AKGERMAN: Bakın, o kayıyor değil. Şimdi çok bariz bir şekilde kayırılıyor Ak Parti’yi destekleyenler. Bariz. Kesin kesin. Ama bunu ben Demokrat Parti zamanında da yaşadım. O zaman çok gençtim ama yaşadım. Demokrat Parti zamanında… Ailemden örnek vereyim. Adnan Menderes rahmetli babamın sınıf arkadaşıydı. Babam da Demokrat Parti’nin kurucularından. İzmir’de çimento fabrikasının kurulması Adnan Menderes’in talimatıyla oldu. E şimdi o zaman da laf edilmesi lazım! Şimdi ne diyeyim. Bir partinin iktidardayken kendi taraftarlarına fırsat tanımasını ben her zaman gördüm. Halk Parti’sinde de gördüm bunu SHP’de de gördüm. ANAP’ta alasını gördüm.
 
SOYOĞUL: Hakkaniyetli davranalım diyorsunuz.
 
AKGERMAN: İsterse başka bir parti gelsin, o da kendi taraftarını yaratsın.
 
SOYOĞUL: Peki İzmir’in iş dünyasına gelirsek.
 
AKGERMAN: İş dünyasının bunu tenkit etmemesi lazım. Bu bir gerçek. Ya kendi bildiğini direnecek. ‘Kendi bildiğim doğru. Ben senin yardımını istemiyorum’ diyecek.  O zaman da deseydi. Yani bunu bir iş dünyasının kayması yahut çökmesi yahut da iflası olarak görmemek lazım. İş dünyası ister bu iktidar zamanında olsun, ister geçmiş iktidarlar zamanındaki gibi olsun. İktidardan bağımsız kendi inisiyatifiyle, kendi gücüyle, kendi davranışıyla kendi yol haritasını çizmeli. Kendi bileceği iş. Ama şimdi bu iktidara yaklaşarak bazı avantajlar sağlayabileceğini görüyor ise; ben şahsen yaparım yapmam başka da… Yapanı da tenkit etmem. Neden yani neden? Bu parti ile o parti arasında yaşantı tarzının dışında başka ne fark var? Bir gerçeği daha söyleyeyim, iktidar çok doğruları, yıllardır yapılmayan doğruları da yapmakta. Neden onları gür seslendirmiyoruz?
 
 
SOYOĞUL: Peki, hükümetin İzmir için 35 projesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Çılgın mı gerçekten sizce? Çoğunun ulaşımla ilgili olmasına ne diyorsunuz?
 
 
AKGERMAN: Gönül Hanım, ben büromdan çıkıp şu Atatürk heykelinin oraya kadar, fazla uzağa değil, yürüyemiyorum. Ben tüneli ne yapayım? Ben kullanmıyorum. Bana bir şey demiyor.
 
SOYOĞUL: Kentte ne diyor peki?
 
AKGERMAN: Vatandaş olarak dürüstçe düşünmeye hakkım vardır. Her vatandaşın…
 
SOYOĞUL: Bunların içinde sizi ilgilendiren, sizi mutlu edecek bir şey yok mu?
 
AKGERMAN: Bir vatandaş olarak diğer vatandaşlarla paylaşarak gayet tabi. Ama bir de gerçekler var yani. Şimdi kalkıyoruz, bir tabir vardır hani ayranı yok içmeye, atla gider bir yere. E benim yürüyecek kaldırımım yok. Ben kalkıyorum, bilmem ne uçan yol yapıyorum. Bana lütfen birisi izah etsin bunu. Yapsın ama bunu da yapsın. Ben bundan daha fazlasından da ileri gitmek istemiyorum.
 
SOYOĞUL: Hiçbirini çılgın bulmuyorsunuz, kısaca.
 
AKGERMAN: Bunların hiç biri çılgın proje değil.
 
SOYOĞUL: Peki sizin çılgın projeniz ne? Ne olurdu İzmir için çılgın proje. Düşündünüz mü?
 
AKGERMAN: Çılgın proje benim kaldırımda yürümem. Bakın bu çok önemli ama. Benim kaldırımlarda rahat yürümemi birisi gerçekleştirsin; servetimin tamamını bağışlamaya hazırım. Yok bu. Ben bunu Burhan Özfatura’ya da iki dönem başkanlığında kimbilir kaç defa söyledim, her akşam konuşuyordum.Yüksel Çakmur’la da buraya geldiğinde uzun uzun anlatıyordum…  Hiç birinin yapabileceği bir şey yok. Çünkü bunun için gerçekten çılgınlık lazım. Nasıl lazım çılgınlık? Çılgın biri, tanıyamadım ama bir kitapçık yapmış, İzmir nasıl düzelir diye. Atatürk Müzesini yıkacak, kaldıracak. Namık Kemal’i kaldıracak. Gazi Okulunu kaldıracak. Onların hepsini fuarın içine, güzel yeni binalara alacak. Oralara çok katlı otoparklar yapacak. Bütün araçları oraya tıkacak. Çılgın proje bu. Hadi bütün kaldırımlardaki araçları kaldırsınlar, kenti otoparklarla donatsınlar. Bakın ben zaman geldi Burhan Özfatura’ya, Yüksel’e; San Francisco’dan fotoğraflar getirdim. Union Meydanı vardır San Francisco’da, dört yol çıkar. Caddede bir-iki-üç apartman, otopark. Aynı apartman gibi olmuş. Dışarıdan anlayamıyorsun otopark olduğunu.
 
SOYOĞUL: Bizimkiler gibi kaldırımlarda park etmiş araç görmüyoruz zaten yurt dışında.
 
AKGERMAN: Mümkün değil. Benim Londra’da küçük bir evim var. Sık sık giderim. Araç sayısı belki İzmir’in bilmem kaç misli ama kaldırımda yürüyorsunuz. Kaldırımda araç katiyen yok. Nasıl çözdüler? Gitsinler öğrensinler. Ben miyim belediye başkanı? Bunun muhakkak bir çözümü vardır. Ufacık bir otoparkla bu iş yürümez ki. Hilton’un arkasında tesadüfen yapılmış.
Bütün İzmir’in kaldırımlarında bir tek araç kalmayacak, bunu başarabiliyor musun? En büyük çılgın proje bu. Öner Bey’in çılgın projesi. Cesareti olan çıksın ortaya. ‘Ben kaldırımlarda araçları kaldırıyorum, bütün kaldırımlar tertemiz olacak’ desin. Size bir şey söyleyeyim mi? Siz Cihangire gittiniz mi son zamanlarda? Cihangiri dolaştınız mı?
 
SOYOĞUL: Gitmedim.
 
AKGERMAN: Üç yer söyleyeceğim. Arnavutköy’ün arka sokakları, Cihangir’in sokakları, Rumeli Caddesi’nin paralel sokakları. İstanbul’da ben 4- 5 gün buralarda dolaştım. Bütün kaldırımlar, yollar düzeltilmiş. Babalar dikilmiş arabalar park etmesin diye. İnsan gibi yürüdüm. İstanbul’da oluyor. Demek istenirse oluyor. Arnavutköy’ün arka sokakları. Berbattı o sokaklar. Araç bile zor geçerdi. Yapmış kaldırımını, koymuş. Tertemiz taşlar döşemiş, tertemiz. Cihangir öyle. Şimdi kalkıyorlar diyorlar ki, Beyoğlu’nda masalar kalktı. İyi ki kaldırdı. Affedersiniz ama gözünüzü seveyim Kordon’dan da kaldırsınlar masaları. Çizik koymuş adam, masayı oraya koyuyor. Bu olmaz. Bunu da yapmamak lazım.
* * *
BİTİRKEN, BİR NOT: Bu röportajı gerçekleştirdiğimde, henüz İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne Kasım ayındaki baskın/operasyon yapılmamış, kent yeni tutuklamalar/mitinglerle tanışmamıştı!
İzmir’de gündem bir anda Büyükşehir’e yapılan operasyon olduğu ve ne yazık ki kentle ilgili her türlü fikir/eleştiri/farklı düşünceler bu tür sıcak gelişmelerde önemli ölçüde önemini yitirdiği için, röportajı bir süre yayına koymamayı doğru buldum. Gecikmenin nedeni, tartışmaların sağlıklı yapılabilmesi için sağlıklı bir ortamın doğmasını beklemekti yani…  
Halihazırda, ne kadar sağlıklı bir tartışma ortamı var İzmir’de… O da tartışılır tabii!
 

 
Artık o koltuğa talip olmam, arayışa girmem sözkonusu olamaz
 
İzmir denince, göbek atıyorum
YORUMLAR
Toplam 8 yorum var, 10 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Makinist 3 Mart 2012 Cumartesi 17:32

Röportajın içeriği çok samimiydi. Anlaşılan Sayın Akgerman içten ve samimi bir insan. Okurken samimiyetine cidden inandım. Kapitalist bir düzende, şehrini ve insanlarını bir kominist gibi sevdiğini hissettim. Keşke bir çok insanda, sizin şehrinize gösterdiğiniz sadakat ve sevginin %1 kadar kırıntıları olsa... Çoook Saolun

Yorumu oyla      13      5  
cemil bagatur 14 Şubat 2012 Salı 09:29

yanı ne soyleyeyım yok orda ev yaptırmış burda yazlıgı varmış sızı kım bu kadar zengın ettı acaba sızı kım kayırdı azız baskan sabahtan aksama hukumetı eleştırıyo once kendını izmire adasın iş yapsın elestırı degıl

Yorumu oyla      12      7  
çamdibili 16 Ocak 2012 Pazartesi 10:42

Demekki artık kendi localarından da fayda görmüyorlar.. İzmirin bu hale gelmesinde siz loca severlerin büyük emekleri (!) var.. yazık güzel izmirimizin bu hale gelmesine sizler göz yumdunuz..

Yorumu oyla      15      11  
salihemin 28 Aralık 2011 Çarşamba 22:12

kaldırımda neden yürüyemediginizi.ülkeyi 40 yıl yöneten s.DEMİREL E sorun...ayrıca oy ornı genel seç,mde yüzde 34 e 32 .dir..millet kime oy atacagının iznibi sizden mi alacak...ülkeyi ve hele izmiri bu KARARTIYORSANIZ..londra ya yerleşin olsun biysin...

Yorumu oyla      15      10  
işçi düşmaları bunlar 27 Aralık 2011 Salı 22:27

geçen yıl sendikalı oldukları için 10 işçisini işten atılar şimdide laf canbazlığı yapıyor

Yorumu oyla      18      9  
İZMİR'Lİ AVUKAT 25 Aralık 2011 Pazar 10:41

Bir iş adamı ile, kendi öngörülerim arasında paralellikler görmek,şaşırttı beni.

Yorumu oyla      16      7  
hasan alan 16 Aralık 2011 Cuma 13:19

izmirin belediye başkanları siyaseti ön plana çıkardıklarından,beledıye hizmetleri ıkıncı planda kalıyor.Değerli bürokratları harcayarak,yerine siyasetçi kişiler dolduran,o kadroları hak etmeyen kişiler işgal ediyor.Sorun orada çok değerli insanları harcayarak,politakayı sadece öne çıkararak olmuyor bu işler.Beledilerde zavallı kadrolar var.Bunları yaratan başkanlar yazzık. Öner beyin çok de Kaale almak lazımğerli yorumları

Yorumu oyla      16      12  
ak 15 Aralık 2011 Perşembe 21:14

kardeşim bu söyleşiyi yaparken zaten sizde tarafınızı belli ediyorsunuz zaten bırakın yerelide birde akpartili zihniyet yönetsin.ne çıkar amaç hizmet değilmi

Yorumu oyla      21      19  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Artık o koltuğa talip olmam, arayışa girmem sözkonusu olamaz
CHP’ye 18 yıl genel başkanlık yapan ancak Mayıs 2010’daki beklenmeyen ...
İzmir 40 fırın ekmek yedirmeli!
İzmir’in önde gelen işkadınlarından, yaptığı projelerle herkesin takdirini ...
Doktorlukla yetinmedi; 10 parmağında 10 marifet
Bir doktor düşünün, kitapları elden ele dolaşıyor. Tenis oynuyor, dalgıçlık ...
 
Devletin o meşhur memesinden süt emmedik
Yazarımız Gönül Soyoğul’un ‘Patron Gözüyle İzmir’ röportajlarının üçüncü ...
O 35 madde rötarı kapatır, İzmir’i uçurmaz
İzmir’in en önemli sorunları... Ak Parti’nin yaklaşımı… İzmir iş dünyasının ...
Koptu gidiyor kent, engellenemez
Gönül Soyoğul eski ESİAD Başkanı Sıtkı Şükürer'le İzmir'in siyasi ve ekonomik ...
 
İzmir yanlış pozisyon aldı
Gönül Soyoğul eski ESİAD Başkanı Sıtkı Şükürer'le İzmir'in siyasi ve ekonomik ...
Kadın ölümü, terörden 4 kat fazla!
Devletin resmi verilerine göre 2002-2009 arasında terör olaylarında kaybedilen ...
Türkiye’nin temellerini atan neslin hikayesi…
İzmirli Gece Vardiyası Film Yapım tarafından izleyiciye sunulan “Kıvılcımdan ...
 
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
80’lik güzeller zamana nasıl ‘dur’ dediler?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
En popüler üçüncü içecek
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler (2)
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva