RÖPORTAJLAR
2 Nisan 2015 Perşembe

Lozan Türkiye'nin tapusudur!

Hanzade Ünuz, Fark Yaratanlar’da 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün kızı Özden İnönü Toker ile konuştu. İsmet İnönü Vakfı Başkanı Özden İnönü Toker ile tarihin gizemli koridorlarında dolaştı...

Lozan Türkiye nin tapusudur!

Çok şanslıyım.

85 yaşında zarif bir çınar ile tanıştım.

2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sevgili kızı Özden İnönü Toker ile…

Tarihi ilk ağızdan dinledim.

Memleketini ‘özünden çok seven’ vatanseverlerin öyküsünü öğrendim.

Atatürk ve İsmet İnönü’nün dünyaya meydan okurken birbirlerine olan güven ve sevgilerini, insani yanlarını anladım.

Özden İnönü Toker, Başkanı olduğu İnönü Vakfı tarafından Lozan Barış Antlaşması’nın 90. Yılı için hazırlanan ve iki yıldır Türkiye’yi gezen Lozan’dan Cumhuriyet’e İsmet İnönü adlı sergi nedeniyle İzmir’deydi.

Bir hafta boyunca sergiyi gezenlere eşlik etti, Lozan Antlaşması sürecini ve Cumhuriyet’i anlattı.
Saatlerce ayakta kaldı ama yorulmak bir yana dinmeyen bir heyecanla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran o idealist insanların verdiği mücadeleyi hatırlattı hepimize.

Hem de okkalı bir tokat gibi.

Gerçek anlamda babasının kızı olduğunu gördüğünüz Özden İnönü Toker’le konuşmak, Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü kendisinden dinlemek doğrusu insana çok iyi geliyor.

Yenileniyorsunuz, diriliyorsunuz ve mücadele azminiz artıyor.

Yiğit bir kuşağın, yiğit temsilcisi Özden İnönü Toker ne diyor derseniz eğer; Lozan diyor, merak edin diyor, sınırlarımız değişmesin diyor, memleketimiz, Türkiyemiz diyor da başka bir şey demiyor.

Türkiye’de örneğini fazla göremediğimiz yeni teknolojik medya sunumlarıyla hazırlanan ve Cumhuriyet’in hangi şartlarda kurulduğunu anlatan Lozan’dan Cumhuriyet’e İsmet İnönü sergisi tam da bugün gidip, görülmesi gereken bir sergi.

Lozan’dan Cumhuriyet’e
İsmet İnönü Sergisi Ahmed Adnan Saygun Sanat  Merkezi’nde 30 Nisan’a kadar açık kalacak.

İzmirliler’in Lozan’ı merak etmesini bekleyecek…

Hanzade Ünuz, Fark Yaratanlar’da 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün kızı Özden İnönü Toker ile konuştu. İsmet İnönü Vakfı Başkanı Özden İnönü Toker ile tarihin gizemli koridorlarında dolaştı...
 

ÜNUZ: İsmet Paşa için, “Babam İzmir’e sevgilisine kavuşan delikanlı gibi gelirdi” diye bir sözünüz var…

TOKER:
İzmir bizim için çok önemli. Babamın burada doğmuş olması, gençlik yıllarında yazları İzmir’e gelmesi… Dayısına İzmir’e geliyormuş. Çünkü o zamanlar İzmir, ki şimdi de öyle, Türkiye’nin aydınlık yüzü. Babam Harp Okulu’nda İstanbul’da okurken hep İzmir’e geliyor. İstanbul’da yasak olan, sansürde olan kitapları İzmir’de bulabiliyor. Yabancı gazeteleri okuyup dünyadan haber alabiliyorlar. Babam gençliğinde İstanbul’da bulamadığı şeyleri İzmir’de bulmuş. İzmir’de dünyaya açılmış.

ÜNUZ: Kaç yaşına kadar İzmir’de kalmış?

TOKER:
İzmir’de doğmuş, sonra çok çabuk Sivas’a gitmişler. Babası savcı yardımcısı olduğu için o nereye tayin olduysa oraya gitmişler.

ÜNUZ: Anneniz Mevhibe Hanım ve İsmet Paşa’nın evlilikleri zorlu ama çok da romantik…

TOKER:
Şimdi hikayesi şöyle… Bir kere iki tarafında geçmişlerinden, orijinlerinden anlatayım. Biliyorsunuz babamın babası Malatyalı. Kürümoğlu ailesi, birkaç asır evvel Orta Asya’dan geliyor. İlk evvela Bitlis’e yerleşiyor, sonra Bitlis’ten dağılıyor. Bir kolu Malatya’ya gidiyor, Malatya’daki kolun oğlu büyükbabam Malatya’da doğuyor, büyüyor ama babası gibi ticaret yapmak istemiyor. Okumak istiyor ve o sırada üniversite sadece İstanbul’da var, Darülfünun. İstanbul’da hukuk okuyor. Savcı yardımcısı olarak ilk görev yaptığı yerdeki amiri Hakkı Bey Rumelili. Kız kardeşi Cevriye Hanım babaannem. Evlendikten sonra ilk çocukları da İzmir’de doğuyor ama babam ikinci çocukları. İzmir’de dayısının evinde doğuyor. Harp Okulu’nu İstanbul’da okuduktan sonra Akademi’ye gidiyor.
Ondan sonra ailecek Süleymaniye’deki bir eve kiracı olarak taşınıyorlar. Hem büyük amcam, babam o zaman Osmanlı ordusunda subay ve aynı evde yaşıyorlar. Karşıki evde ise annemin ailesi oturuyor. Annemin annesi de babası da Rumelili. Önce İzmir’e gelmişler, sonra İstanbul’a yerleşmişler. Bu şekilde iki karşı komşu, hanımlar Rumelili. Hanımlar, anneler önce ahbap oluyor. Sonra anlaşılıyor ki, bir evde babam var, annesi evlendirmek istiyor. Babam hep ‘Ben askerim, evlendiğim kız çok sıkıya girecek, zordur asker hanımı olmak’ diyerek evliliğe pek yanaşmıyor. Anne tarafımda da annem büyükbabasıyla oturuyor. Ailede birçok insan veremden ölmüş, o zaman son derece yaygın bir hastalık. Bir tek annem kalmış, üzerine titriyorlar. Annem güzel de bir kız, isteyenleri oluyor bir türlü vermeye kıyamıyorlar. Ama iki taraf komşular birbirini sevince bu işe kalkıyorlar. Annem kafes arkasından at sırtında taş yollardan eve dönerken babamı görüyor. Ama babam annemi göremiyor.

ÜNUZ: Hiç mi göremiyor?

TOKER:
Nasıl görsün? Görmesine imkan yok. Fakat böyle isteme lafı olunca babam ‘Bir göreyim’ şartı koyuyor. Nasıl görecek? Annemin tarafını eve davet ediyorlar. Annemi öyle bir tarafa oturtuyorlar ki, karşıda kapı deliğinden babam annemi görebilecek.

ÜNUZ: İsmet Paşa, anahtar deliğinden mi bakıyor müstakbel eşi Mevhibe Hanıma?

TOKER:
Tabi tabi, öyle ama gerçek bu. Babam razı oluyor. İstemeye geliyorlar, annem kahve ikram ediyor. Hatta biz o kahve fincanlarını Ankara’daki müzede sergiliyoruz. Söz kesildikten sonra ilk defa bir odada yalnız kalmalarına izin veriliyor. O zaman babam, ‘Ah bu işi keşke daha önce yapsaymışız, vakit kaybetmişik’ diyor. Annem fazla inci boncuk taktığında, ‘Sizin kendiniz çok güzelsiniz, bunlara ihtiyacınız yok’ diyor.

ÜNUZ: Birbirlerine siz diye mi hitap ederlerdi?

TOKER:
Tabi hep siz derlerdi. Babam ‘Hanımefendi’ derdi, resmi yerlerde. Ama başka zamanlarda ‘İki gözüm, ruhum’ diye seslenirdi. Çok güzel hitapları vardır mektuplarında.

BAŞBAKAN BABA

ÜNUZ: İsmet İnönü’nün kızı olmak kolay mıydı?

TOKER:
Ben doğduğum zaman babam Başbakan’dı. Kimseden farklı bir hayatımız yoktu. Ben zannederdim ki, herkes benim babam gibi. Benim ailemde bir farklılık olduğunu hiç hissettirmediler. Babanız var, elini öpüyorsunuz. Geldiği zaman babanızı karşılıyorsunuz. Çocukluğumda babamın ve annemin bizi yetiştirme tarzı sıradan bir Türk ailesi olarak yaşamaktı.


ABARTISIZ MEMUR AİLESİ

ÜNUZ: Mütevazı bir hayat mıydı?

TOKER:
Mütevazı demeyeyim, doğal kendi imkanlarıyla yaşayan, ay başında aldığı maaşla ay sonuna kadar yaşaması gerektiğini bilen bir memur ailesi. Onun bilincindeler. Hiçbir abartılı yaşamları olmayacak, her şeyin en iyisini yapacaklar ama hiçbir şey gösterişe dönük olmayacak.

ÜNUZ: Protokolün getirdiği sıkıntılar  yaşadınız mı hiç?

TOKER:
Şöyle bir durum vardı, ben her gittiğim yerde ya beni sevmeye hazır olurlardı. Gidersiniz, etrafınızı sararlar, konuşursunuz anlatırsınız. Yahut da tam aksi, sizi sevmemeye kararlı olurlardı. Sizde kusur bulmaya kararlı olurlardı.

ÜNUZ: Neye göre değişiyordu tutumları… CHP’li olanlar, olmayanlar diye mi ayrılıyordu?

TOKER:
Olmadan da… Herkesin herkesi beğenmesi diye bir şey yok tabi.

İSMET PAŞA CEZAEVİNDE…

ÜNUZ: İsmet İnönü’nün kızı olmak mıydı kıstas ?

TOKER:
Mesela mesela. Beğenmeyen de olurdu ama ortak bir şey bulduğunuz zaman onlarla da anlaşmak kolay olurdu. Girdiğim ortamda kendimi yabancı hissetme bakımından hiçbir zaman zorluk çekmedim. Belki de yetişme tarzımızdan, bulunduğumuz ortama her zaman uyum sağladık. Bu ne demek? Konudan konuya geçiyorum ama mesela ben Metin Toker ile evlendiğim zaman Metin iki sene sonra tutuklandı ve 8 ay hapiste yattı. O sırada büyük kızım, şimdi milletvekili olan kızım (Gülsün Bilgehan) 15 gün sonra doğdu. Metin bana ’40 güne kadar beni ziyarete gelme’ dedi. Ama 40 gün sonra babamla beraber, düşünün babam bir evvelki Cumhurbaşkanı, benim kucağımda kızım…

ÜNUZ: Cezaevine İsmet Paşa ile birlikte mi gidiyordunuz?

TOKER:
Babam, ben, kucağımda Gülsün ile haftada iki defa hapse ziyarete giderdik. İlk başlarda cam arkasından, tel arkasından görüşüyorduk. Sonra lütfettiler hapishane müdürünün odasında babam, ben, kucağımda bebek Metin’le haftada iki defa bir araya geliyorduk.

‘KIZIM BABASIZ BÜYÜDÜ’

ÜNUZ: Damadını kurtarmak için bir şey yapmadı mı?

TOKER:
Yapmadı. Zaten ilk tutuklandığında babam Metin’e mektup yazıyor, ‘Aslan evladım, yaptığın doğrudur. Seninle gurur duyuyorum’ diyor. Metin de babama, ‘Benim için asla kimseye ricacı olmayın. Sizden tek istediğim Özden’e sahip çıkın’ yazıyor. İkinci kızım Nurperi döneminde de aynı şey yaşandı. O zaman da Nihat Erim vardı başta… Bu sefer Metin bir sene hapis yattı. İkinci kızım babasız büyüdü.

BAKANIN YALANI

ÜNUZ: Demokrat Parti döneminde mi yaşanıyor bunlar, neden içeri alındı?

TOKER:
Biz 1955’te Metin’le evlendik. Metin 1957’de tutuklandı, çünkü o zaman ispat hakkı yoktu. Metin, Akis Dergisi’nde bir milletvekilinin, ki o milletvekili aynı zamanda basına bakan Bakandı, bir gazete sahibiydi. Gazetesini her yere abone olarak yolluyordu. Metin de basınla ilgili bir Bakanın kendi gazetesini bu şekilde yollamasının yanlış olduğunu yazdı. Mahkemeye verildi hakaret ediyor diye. Ve muvazaa gösterdiler, “Bu gazete benim değil, ben onu sattım” dedi Bakan. O şekilde mahkum olacaktı ama biz bir belge bulduk, satmış görünüyor ama hala kendi üzerinde. Onun için Metin beraat etti fakat ispat hakkı olmadığı için bir Bakan’a hırsız da olsa, hırsız olduğunu ispat ederseniz gene mahkum oluyordunuz. Ve Metin o yüzden, yazdığı doğru olmasına rağmen 8 ay hapis yattı.

ÜNUZ: Bugün de farklı değil, hırsızlığı yazınca yine mahkum oluyorsunuz…

TOKER:
O zaman daha iyiydi, çünkü en azından ne ile suçlandığınızı biliyordunuz. Ve ne kadar içeride kalacağınızı biliyordunuz. Şimdi onu da bilmiyorsunuz.

‘KÜSMÜŞ OLABİLİRDİK’

ÜNUZ: İsmet İnönü’nün kızı ve damadı olmak sizi epey hırpalamış…

TOKER:
Bu anlamda hırpaladı. Biz herkese küsmüş olabilirdik, düşman olabilirdik. Bunları kendimize düşmanlık olarak görebilirdik. Bir nefret duygusuyla büyüyebilirdik. Hayır, bu bir oyun. Bunlar oyunu yanlış oynuyorlar. O hataların cezasını da biz çekiyoruz ama düzelecek ümidiyle yaşadık. Sonra Metin bütün o hapse girmesine sebep olan Bakanlarla ahbap oldu.


‘KIZIMI KİME VERİYORUM’

ÜNUZ: Peki İsmet Paşa biricik kızının bir gazeteciyle evlenmesine nasıl izin verdi, problem oldu mu?

TOKER:
Tabi ki oldu, olmaz olur mu? (gülüyor). Gözümün içine bakıyorlar, tek kız çocuğum. Bir aile dostu Metin adına beni istiyor. Babam bana sorunca ben de Metin’le evlenmek istediğimi söylüyorum. Babamla aramızda şöyle bir konuşma geçti: ‘Babacım siz istemezseniz ben Metin ile evlenmem. Ama o zaman sorumluluk sizin olur. Siz beni başka birisiyle evlendirmek isterseniz, onunla da evlenirim. Ama o zaman siz sorumluluk sizde. Ama ben Metin’le evlenirsem sorumluluk bende’ dedim.

ÜNUZ: İçinde rest de olan çok ince bir politika bu…

TOKER:
İnce bir politika. ‘Gazeteci hayatının zor olduğunu söylüyorsunuz ama ben emin olun ki hiçbir zaman o zorluklardan size şikayet etmeyeceğim. Bana güvenebilirsiniz. Başkasıyla evlenirsem siz sorumlu olacaksınız’ tarzında (gülüyor)… Ama tabi Metin’i de tanıdı, konuştu. En çok iki sorusu olmuş. Akis’i çıkarıyor, onu sormuş…

ÜNUZ: Kızımı kime veriyorum …

TOKER:
Bileyim diye… Bir de ‘Kaç para alıyorsun’ demiş. Metin de 1.500 lira aylık aldığını söylemiş. Babam düşünmüş, hesap etmiş ‘Orta halli geçinirsiniz’ demiş. Ama demiş, benim damadım olduktan sonra seni rahat bırakmazlarsa dayanabilecek misin? Demiş.

ÜNUZ: Hangi yıllar?

TOKER:
Yıl 1954, seçim olmuş, CHP iktidarı kaybetmiş. Demokrat Parti iktidarda. Ondan sonra Metin bana, ‘Aman, baban neler düşünüyor, hükümet bana ne yapacak’ dedi. İki sene sonra hapisteydi. Sonra bana babanın dedikleri hep çıkıyor derdi.

GÖSTERİŞSİZ İBADET

ÜNUZ: Emre Kongar anneniz için mutekit demiş, yani inançlı. Mevhibe Hanım inancını nasıl yaşardı?

TOKER:
Çok inançlı. Normal olarak beş vakit namazını kılardı. Ramazanda evde herkes oruç tutardı. Ben hala oruç tutarım, namaz kılarım. Onlar hiçbirisi evde gösteriş olarak yapılmazdı. Annem odasında namaz kılardı. Odasında başını örter, Kur’an-ı Kerim’ini okurdu.

ÜNUZ: Lüks otellerde, büyük davetlerle iftar açma modası yoktu yani…

TOKER:
İftar sadece aile fertleriyle yapılırdı. Gösterişli hiçbir şey yoktu. Ama annemle babamın 48 yıl paylaştıkları yatak odasında duvarda, yataklarının başucunda ‘Allah’ın dediği olur’ yazardı Türkçe olarak. Babam o yatakta, o yazının altında vefat etti. Ben o odada doğdum.

‘DEVRİMLERE KARŞI ÇOK TİTİZDİ’

ÜNUZ: Yıllarca cephede savaşmış olmak İsmet Paşa’da nasıl bir iz bırakmıştı?

TOKER:
Disiplinliydi babam, traş olmaya meraklıydı. Gazetecilerin yüzünü okşardı, sıkılırlardı. ‘Vakit bulamadım Paşam’ dediklerinde, ‘Aaa Küçük Bey ben savaşta Yunan ordusu karşımızdayken traşa vakit buluyordum. Sen evinde vakit bulamıyorsun’ diye takılırdı.

ÜNUZ: Epey titizdi galiba…

TOKER:
Evet titizdi. Özellikle devrimlere karşı çok titizdi. Devrimlere en ufak bir sataşma olmasına çok kızardı. Sinirli olduğunu o zaman görürdünüz. Hatta evimize eski Türkçe bir yazı girsin hiç tahammül edemezdi. Erdal abim ilkokuldayken, biz hepimiz Çankaya ilkokulunda okuduk, bir ödev vermişler. Babam defterini karıştırırken, öğretmenin verdiği eski Türkçe bir yazıyı görüyor. Kıyameti kopardı. Anneme, babaanneme, evdeki bütün halka ...

ÜNUZ: O zaman Başbakan mıydı?

TOKER:
Evet Başbakandı ve evde avaz avaz bağırıyordu. ‘Ben kendi evimde bu hatayı yaparsam, evimde bu hata yapılırsa, hangi yüzle yeni Türkçe kullanacaksınız, bizim alfabemiz budur derim, nasıl söylerim’ diye…

ÜNUZ: Normalde de sinirli miydi?

TOKER:
Değildi, çok kızdığı zaman en fazla ‘Maskaralar’ derdi. Öfke ifadesi maskaralardı.

‘NİHAYET KIZIM OLDU’

ÜNUZ: Sizin iki erkek çocuktan sonra gelen kız olarak ayrı bir yeriniz oldu mu?

TOKER:
Aslında Ömer abimden önce bir erkek çocuk kaybetmişler. Üç erkekten sonra dördüncü çocuk kız olunca babam çok sevinmiş. Hemen Atatürk’e gitmiş, ‘Paşam nihayet bir kızım oldu’ diyerek bana hemen isim aramışlar. Atatürk öz Türkçe isimlere meraklı, onun için bana Özden ismini bulmuşlar.


PARMAKLARIN AŞKIMI İFADE EDİYORLAR MI?

ÜNUZ: Tek kızını tatlı tatlı şımartması oluyor muydu İsmet Paşa’nın?

TOKER:
(Gülüyor) Valla herhalde şımartırdı. Ben en küçükleri olduğum için her gittiği yere beni götürebilirdi. Beraber konserlere, tiyatrolara giderdik. Babam her gittiği yere elimden tutup beni de götürürdü. Sevdiği şeyleri bana da aşılamaya çalışırdı. Müziği çok seviyordu, ben 5 yaşındayken piyano alındı. Evlendiklerinde 20 gün sonra babam cepheye gidiyor ve anneme ilk aldığı bir piyano oluyor. Anneme hoca tutuyor. Mektuplarında da ‘Dersler nasıl gidiyor’ diye soruyor. Çok romantik mektupları var. ‘Sen piyano çalarken, senin güzel parmakların benim sana olan aşkımı ifade ediyorlar mı’ gibi çok hoş satırları var.

ALTIN BİR TOP, İDİL BİRET

ÜNUZ: İsmet Paşa kendisi de 50 yaşında viyolonsel dersi almaya başlamış…

TOKER:
Evet, çünkü o zamana kadar vakti olmamış. Kendi için öğrenmek istemiş. Bir de ağır işittiği için müziği çalarken o titreşimleri vücudunda nasıl hissediyor diye merak edermiş. Ben müzikte çok başarılı bir öğrenci değildim mesela ama babamın kucağına o yıllarda bir altın top düştü, İdil Biret. Küçücük bir çocuktu, konsere dinledik. Suna Kan’ı da çok genç yaşlarında dinledi, çok beğendi. Harika Çocuk yasasını çıkardı ve o kanun her zaman için var. Bütün başarılı çocuklar kullanabilirler.
Babam bizimle çok ilgilenirdi. Biz üçümüz de devlet okullarında okuduk. Başbakan iken, Cumhurbaşkanı iken gittiği yerlerden bize mektup yazardı. İki abim de üniversitede yüksek görmek için Amerika’ya gittiler. Babam onlara her hafta mektup yazardı. İkinci Dünya Savaşı sırasıydı, babam Cumhurbaşkanı’ydı. O mektuplarda hem kendi hayatını anlatır, hem onların hayatıyla ilgilenirdi. Kendi okuduğu kitaplarla onların okuduğu kitapları karşılaştırır, sen onu okudun mu diye sorardı. Erdal abim, daha çok matematik, fizik okurdu. Onun okuduğu şeyleri de anlamaya çalışırdı. Devamlı irtibat halindeydiler. Her mektubun sonunda hepimize bir kelime yazdırır, imza ettirirdi. Ailenin birliğini, oradaki abilerimi ailenin içine aldığını göstermek için.

İSMET PAŞA İNGİLİZCE ÖĞRENİYOR

ÜNUZ: Hep öğrenmek, öğretmekle ilgileniyor…

TOKER:
Babam için öğrenmenin yaşı yoktu. Bize de bunu aşıladı. Başbakanlıktan ayrıldığında bir sene İngilizce ders aldı. Bir Türk, bir İngiliz hoca gelirdi. Hakikaten pırıl pırıl İngilizce öğrendi. Her kelimenin Türkçe karşılığını bilirdi.

ÜNUZ: Hangi yabancı dilleri biliyordu İsmet Paşa?

TOKER:
Bakın o da ilginçtir. Fransızcayı Askeri Rüştiye’de öğrenmeye başlamış. Askeri Rüştiye yıl 1895, Sivas’taki Askeri Rüştiye’den aldığı diplomada yabancı lisan programında Arapça, Farsça ve Fransızca var. Yani iki asır evvel, 10 yaşındaki o çocuklara Fransızca öğretiyorlarmış. Fransızca güzel yazı yazma dersi var. Geometri, matematik, edebiyat dersleri var. Şimdi bizim üniversitelerde olmayan bir program. Harp Okulu’nda da Alman hocaları var, Almanca öğreniyor. O kuşak çok iyi yetişmiş. O dönem Cumhuriyetin önde olan isimlerinin hepsi Harp Okulları’nda yetişmiş.

ATATÜRK ‘MERAK EDİN’ DERDİ

ÜNUZ: Sanki kişilikleri de çok müsaitmiş…

TOKER:
Ama işte şartlar yetiştiriyor. Memlekette bir takım sıkışıklıklar oluyor ki, çocuklar merak ediyor, öğrenmek istiyor. Meraklı olmak çok önemli. Mesela Atatürk hep meraklı olmamız üzerinde dururdu.



ÜNUZ: Ne derdi Atatürk?

TOKER:
Çocukken bayramlarda filan Atatürk bize uğradığı zaman abilerimle bana ‘Kendinize güvenin, soru sorun’ derdi. ‘Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Öğrenmek için kitaplar okumanız lazım. En önemlisi de merak etmeniz lazım’ derdi.

ÜNUZ: Çekinir miydiniz kendisinden?

TOKER:
Tabi ki çok sayardık. Bizim evimizde Atatürk’ün yeri bambaşkaydı, çünkü biz onu bir aile büyüğü olarak görürdük. Biz Atatürk’ü Cumhurbaşkanı, lider olarak görmekten çok ailemizin bir büyüğü olarak gördük. O aile büyüğü fikri içinde, onun ne kadar büyük olduğunu yaşayarak anladık. Onun için hem çekinirdik, hem çok sayardık, hem de rahatlıkla diyalog kurardık.

ÜNUZ: Mesela oyun oynar mıydı sizlerle?

TOKER:
Bizlerle oyun oynamazdı ama babamla satranç oynardı, bilardo oynardı. Ama bizlerle çok ilgilenirdi, çocuklara çok düşkündü. Yeni önemli konular işlenirken, yeni harfler, eski harfler yahut Paşa yerine General gibi yeni tabirler çıktığı zaman yanındaki gençlere mesela abimlere, Kazım Özalp Paşa’nın çocuklarına, ‘Bundan ne anlıyorsunuz. Biz bunu niçin yapıyoruz’ diye sorardı.

ÜNUZ: Hep düşünmeyi teşvik var…

TOKER:
Merak etmeyi. En önemlisi bence merak. Atatürk’ün bizden en çok istediği şey, hadiseleri ve bize söylenen şeyleri, yaşadıklarımızı sorgulamamızdı. Sorgulamak için de merak etmek gerekiyor. ‘Niçin oluyor? ‘Merak edin’ derdi.

ÜNUZ: Sık sık söyler miydi?

TOKER:
Sık sık söylerdi, ‘Hep merak edeceksiniz, soru soracaksınız’ derdi.

ÖZÜNDEN ÇOK SEVMEK

ÜNUZ: Devlet adamı portresi o zaman daha farklıymış, nedir bugünle farkı?

TOKER:
Babama siz her zaman iktidarda değil ama hep itibarda kaldınız, bunu nasıl yaptınız diye sorardı gazeteciler sizin gibi. Babam da ‘Ben halkıma hiç yalan söylemedim’ derdi. Bir devlet adamının hiç yalan söylememesi lazım. Onlar öyleydiler.

ÜNUZ: Temel fark bu mu?

TOKER:
Temel fark aslında biz eskiden çocukken bir and içilirdi. Siz de okulda içmişsinizdir. Türküm, doğruyum, çalışkanım diye… En sonunda da, ‘Milletimi, ülkemi özümden çok sevmektir ‘ der. Öz, çok güzel bir laf. Özünden çok sevmek. İşte onların devlet adamlığı, ülkesini, devletini özünden çok sevmek. Ama bunu yalan söylemeden yapmak. Bunu herkes söyleyebilir de, onun gerçek olduğunu yaşantısıyla, tavırlarıyla doğru olduğunu gösterebilmek. Hiçbir zaman çabuk karar vermeyecek, her konuyu düşünecek. Mesela babam için sorarlar iyimser miydi, kötümser miydi diye… Babam iyimserdi ama her zaman kötümser bir insan gibi düşünür, onların tedbirini alır, ondan sonra iyimser olurdu.

ÜNUZ: Tahlil ederdi…

TOKER:
Hiçbir zaman bugüne göre değil, ileriye doğru düşünürdü. Satranç oyuncusu gibi attığı adımların, her oynadığı piyonun birkaç adım sonra getireceği tehlikelerini ve faydalarını hep düşünürdü. Her zaman tedbirliydi. Onun için Atatürk’le beraber devrimleri yarattıkları zaman da, Atatürk’le beraber çalışırlarken babam her zaman daha temkinli olmaya dikkat ederdi.

ÜNUZ: Atatürk daha atak, İsmet Paşa daha temkinli …

TOKER:
Aynen aynen. Tabiat olarak ikisi de öyle olduğu için… Ama hiçbir zaman gayeleri şaşmamış, her zaman aynı yere gitmeyi hedeflemiş, aynı amaçla çalışmışlar. Ama tabi ikisi de kendi huylarına, yaradılışlarına göre değişik şekilde.

ÜNUZ: Birbirlerini dengelemişler, iyi bir ikili olmuşlar dolayısıyla…

TOKER:
Çok güzel bir denge, iyi bir buluşma.

LOZAN’A NEDEN İNÖNÜ GİDİYOR?

ÜNUZ: Sergiye gelirsek, gezenlerin tepkileri nasıl?

TOKER:
Çok güzel tepki alıyor, çok ilgi görüyor. Normal bir sergi gibi değil, çok titizlikle hazırlanmış bir çalışma. Hakikaten güzel bir iş. Lozan Barış Antlaşması’nın 90. yılı nedeniyle iki yıl önce açıldı. İki yıldır Türkiye’yi geziyoruz. 


ÜNUZ: İnönü Vakfı olarak Lozan’ı tekrar hatırlatmak istediniz. Neden?

TOKER:
Bu işle ilgilenmeye başladığınız zaman Lozan’ın ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Lozan Barış Antlaşması olmasa Türkiye Cumhuriyeti olmayacak. Türkiye’de barış olmayacak. Yüzlerce sene, Osmanlı İmparatorluğu’nun o bölünme devrinde her 10 senede bir savaşa girilmiş. İtalya’da, Balkanlar’da bir sürü yerde savaş olmuş. Yemen’de isyanlar savaşlar çıkmış. Uzun uzun süren savaşlardan sonra Türkiye’de ilk defa Lozan ile barış geliyor. Montrö - Sevr birbirine bağlı, Mudanya - Lozan birbirine bağlı.

ÜNUZ: Lozan’a neden Atatürk gitmedi diyenler olmuş...

TOKER:
Oradaki görüşmeler Cumhurbaşkanı, Kral düzeyinde değil. Atatürk kendi adına babamı seçiyor. Ama neden babamı seçiyor, değil mi?

ÜNUZ: Hatta gitmek için çok istekli olan başkaları da varmış...

TOKER:
Diplomasi tecrübesi daha fazla olanlar var, rütbe olarak daha yüksekte olanlar da var. Ama işte babamla Atatürk ilk 1. Dünya Savaşı’nda Doğu’da birlikte savaşıyorlar. Atatürk komutan olarak, babam da yardımcısı olarak. Ve orada Atatürk’ün babama verdiği çok güzel bir sicil var. İşte onun doğru olması, mert, çalışkan olması, doğru teşhis koyması, cesur olması, fedakarlıktan çekinmemesini hepsini sıralıyor sıralıyor sonra da diyor ki Atatürk, ‘Ne zaman bir kriz anında yardımcıya ihtiyacınız olursa oraya İsmet Paşa’yi getirin’ diyor.


‘İSMET GİDECEK’

ÜNUZ: Yazılı olarak mı veriyor bunu?

TOKER:
Tabi tabi şey var. Bunu yazıyor ama en çok da kendi tatbik ediyor. Atatürk Anadolu’ya geçtiğinde babam İstanbul’da kalıyor. Atatürk Samsun’a çıkıyor, Erzurum’a gidiyor, Ankara’ya geldikten sonra babamı o zaman yanına çağırıyor ve hemen genel Kurmay Başkanı yapıyor. Garp Cephesi Komutanı yapıyor. Hemen o vazifeleri veriyor.

ÜNUZ: Keşfetmiş daha önceden...

TOKER:
Zaten Atatürk’ün hiçbir kararı tesadüfen, o andaki bir düşüncesiyle bir kapris uğruna yaptığı hiçbir şey yok. Her şey Atatürk için uzun zaman üzerinde düşünülmüş, çalışılmış, araştırılmış şeyler. İnsan seçmekte herkesin yeri ayrı. Kimisiyle hoşça vakit geçirmek, dinlenmek için dostları var. Kimisi aile dostları, memleketlileri onlara çok değer veriyor. Bir de işte babam gibi görev insanı var. Kendi gibi düşünen, kendi gibi memleketi özünden çok sevenler. Onlardan da var birkaç tane, onların yeri de ayrı. Onun için babamı zor zamanlarında isteyerek görevlendiriyor. Lozan’a da kafasında olan babamın gitmesini istiyor, “İsmet gidecek” diyor. O zaman da kimse bir şey söyleyemiyor tabi.

SEVR’İ YİNE İSTİYORLAR

ÜNUZ: Lozan’da çok sıkıntılı aylar geçmiş…

TOKER:
Sizi küçümseyen, yok sayan bir ortama giriyorsunuz. Tabi sıkıntılı, bambaşka her şey. Ne olacağı belli değil ve dünyanın en büyük devletleri karşısında. O devletlerin hepsi bizi tamamen yok etmek için oradalar, bu antlaşmaya onun için razı olmuşlar. Bizi Lozan’a çağırmışlar ama niyetleri bizi haritadan tamamen silmek. Hepsinin kararı belli. Ortadoğu’ya yeni bir şekil vermek istiyorlar. Nitekim yanımızdaki Ürdün, Suriye hepsine şekil veriliyor. Ve işte Sevr’de o vermek istedikleri şekil belli, o ilk hamle. Bu sergide de var, Sevr kalmış olsaydı Türkiye nasıl bölünecekti görülüyor.

ÜNUZ: Bugün de aynı emelleri taşımıyorlar mı?

TOKER:
Ama işte büyük devletler sadece 10 sene sonrayı, 20 sene sonrayı düşünmüyor. Onlar çok uzun vadeli düşünüyorlar, onları büyük yapan da o. Sevr’i ne maksatla yapmışlarsa, aynı amacı yine düşünüyorlar. Yine bölmeyi, yine kendilerinin burada rahatça oynayabilecekleri bir sınır çizmeyi düşünüyorlar.

‘LOZAN, SINIRLARIMIZ DEĞİŞMEDİKÇE GEÇERLİ… ’

ÜNUZ: İkinci Cumhuriyet filan dendiğinde ne hissediyorsunuz?

TOKER:
Çok şey değişti. O nedenle Lozan’a benim duyduğum heyecanı, benim duyduğum sorumluluğu sizlerin duymanız imkansız. O kadar çok şey yaşandı ki. Çünkü ben o insanların içinde büyümüşüm, Lozan bana o kadar yakın ki. Halbuki siz çok uzaksınız. Siz ancak merak ederseniz, merak edip de bir şey öğrenmek isterseniz o günlere dönebilirsiniz. İşte bu sergide sizleri merak ettirmeye çalıştık. Lozan hakkında ne öğrenmek istiyorsunuz diye çocuklara sorduğumuzda ‘gizli belgeyi’ öğrenmek istiyoruz diyorlar. Lozan’ın gizli belgeleri varmış, onlar nedir diyorlar.

ÜNUZ: Sanki 2023’te Lozan’ın hükmü bitecekmiş gibi bir hava estiriliyor...

TOKER:
Bir de Lozan 100 sene sonra bitecek mi diye soruyorlar. İşte onun da cevabı, aslında anlaşmanın kuralları değişmedikçe yani sınırlarımız değişmedikçe, biz askerimize hakimsek, bağımsız bir ülke olarak devam ettikçe Lozan da devam eder. Lozan 2023’te değişecek değil, daha sonra da devam edecek. Yeter ki, aynı sınırlar içinde olalım.

‘KENDİMİ BORÇLU HİSSEDİYORUM’

ÜNUZ: Özveriyle Türkiye’yi geziyorsunuz. Bu Cumhuriyet’e olan inanç değil mi?

TOKER:
Sorumluluk. Ben kendimi sizlere karşı borçlu hissediyorum.

ÜNUZ: Biz sizlere borçluyuz...

TOKER:
Hayır, şu bakımdan borçlu hissediyorum. Benim yaşadıklarım, gördüklerim bana o kadar bir güven veriyor ki, bana öyle bir inanç ve rahatlık veriyor ki, gurur duyuyorum. Çok mutlu oluyorum. Onun için sizlerin ailelerinde de aynı benim ailemde olan insanların yaşadığına inanıyorum. Çünkü sadece Atatürk’ün ailesi, sadece benim ailem değil ki Kurutuluş Savaşı’nı yapan. Hepinizin ailesinde, bilhassa İzmir’de Çanakkale’ye gitmiş, Kurtuluş Savaşı’na katılmış birçok aile var. Siz onların torunlarının çocuklarısınız.

ÜNUZ: Cumhuriyet hepimizin gururu diyorsunuz...

TOKER:
Yeter ki biraz merak edin. Onun için merak etmeye teşvik ediyorum. Merak ederseniz siz de ailelerinizde böyle birilerini bulacaksınız ve o zaman kendinizi sorumlu hissedeceksiniz. Ben nasıl sizlere bunu anlatmaya çalışıyorsam, o da size kendi ailesini tanıtmaya çalışacak.


BİZİM TÜRKİYEMİZ ZATEN YENİ

ÜNUZ: Bugün Yeni Türkiye diye bir hedef konuyor. Siz ne anlıyorsunuz Yeni Türkiye’den?

TOKER:
Ben bir şey anlamıyorum. Bizim Türkiyemiz zaten yeni, bizim Türkiyemiz daha eskimedi. Ayrıca hep aynı Türkiye devam ettiği için bugün yaşayanlar bunları biz yaptığımız, bizim Türkiyemiz devam ettiği için yapıyorlar. Onların hepsi bizim Türkiyemiz sayesinde Cumhurbaşkanı oluyor, Başbakan oluyor, güzel güzel televizyona çıkıp konuşmalar yapıyorlar. Dünyaya meydan okuyorlar. Bizim Türkiyemizin sayesinde.

FİKRİ SABİT ELEŞTİRİLER

ÜNUZ: Bir kesimin Cumhuriyet, Atatürk ve İnönü ile dertleri nedir?

TOKER:
Bilmiyorum. Ayrıca babam için söyledikleri her şey babama sağlığında da söylendi. Babam o zaman mecliste bunların hepsinin cevabını verdi, ispatlarıyla verdi. Onlar tabi fikri sabit halindeler, yeni yetişen gençleri kendilerine inandırmak için devamlı aynı şeyleri söylüyorlar.

‘BİZ MİLİTAN YETİŞTİRİLMEDİK’

ÜNUZ: Milli İrade tanımını ilk Atatürk telaffuz ediyor. Şimdi AK Parti kullanıyor gerçi...

TOKER:
Biz militan olarak yetiştirilmedik. Cumhuriyetin o kuşağı yeni şeyler yapmak hedefindeydi. Arkaya dönüp, arkayı yok etmeye çalışmadılar. Nefret yoktu, destek olmak önde gelirdi. Çünkü o zaman düşman müşterek. Aynı düşmana karşı mücadele ederken birleşmişik. Sonra o düşman yok olunca herkes kendine yeni bir düşman aramaya başlamış.

ÜNUZ: Atatürk ve İnönü’nün dargın oldukları söylenir?

TOKER:
Sergiyi gezen çocuklar da bunu soruyor. ‘Küs müydüler’ diyorlar. Siz arkadaşınıza küsmüyor musunuz diyorum. Onlar da belki küsmüştür ama sonra barışıyorlardı. Babam Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra birbirlerine küstüler mi diye merak konusu oluyordu. Babam, ‘Asıl bu kadar uzun sene savaşta, devleti kurarken, sonraki yıllarda bütün o kalkınmalar yapılırken kaç sene, 20 sene nasıl beraber oldular, nasıl çalıştılar onu merak etsinler’ derdi. O zaman da dargınlar diye konuşuluyordu. Babam Başbakanlık’tan çekildi, zaten her zaman tartışıyorlardı. Belki Atatürk Celal Bayar’ı da denemek istiyordu. Çünkü Atatürk’ün her zaman yenilik merakı vardı. Celal Bayar’ın ekonomi politikasının nasıl olacağını haklı olarak denemek istedi.

ATAÜRK’ÜN ÖZEL MESAJI

ÜNUZ: Atatürk vefat ettiğinde ne hissetmiştiniz?

TOKER:
Çok üzüldük. Büyük bir boşluk hissettim. Çünkü Atatürk bizim için her şeyin başındaydı, o olmazsa her şey nasıl işler gibi gelmişti. Annem de çok ağlamış, üzülmüştü. Babam ‘Hanımefendi, Atatürk bizden neler istiyordu, şimdi onları yerine getirmemiz lazım’ demişti. Babam aslında Atatürk’ün ilk hastalığında Dolmabahçe Sarayı’nda bir hafta kalmıştı. Ama duyulmamıştı. Babam 1937 Eylül ayında Başbakanlık’tan ayrıldıktan sonra 1938 yılı 24 Temmuz’da gazetelerde Lozan ile ilgili tek satır tebrik çıkmamıştı. Halbuki o zamana kadar Lozan için gazetelerde büyük kutlamalar yapılırdı.

ÜNUZ: İnsanlar hep aynı. İnönü gözden düştü, onu görmeyelim gibi bir hava olmuş...

TOKER:
İnsanlar zor değişiyor. Ve rahatsız olan Atatürk, ertesi gün ateşi düşünce hatırlıyor, Soyak isimli yaverine bir mesaj yazdırıyor. ‘Ben dün rahatsızdım. Onun için atladım, seni tebrik edemedim. Ama o günleri çok hatırlıyorum. Şimdi sen de, ben de rahatsızız, günlerimiz zor. Birbirimizi göremiyoruz ama merak etme ben gelip seni tebrik edeceğim’ gibi çok güzel bir mesaj yolluyor. Babamın da Atatürk’e 26 Temmuz’da yazdığı, ‘Velinimetim’ diye bir cevabı var.
İşte bunlar çok güzel ve hepsi bu sergide var. Hakikaten Lozan’da birbirlerine yazdıkları telgraflarda da, o sevgiyi hissediyorsunuz. Babam hep Atatürk’e olan bağlılığını ve ihtiyacını hissettiriyor. Atatürk de telgraflarında bir iki kelimeyle özel olarak güvenini, sevgisini bir iki kelimeyle hissettiriyor. Onun dozunu çok güzel buluyorlar. Hakikaten hayret bir şey. Dostlukları bambaşka hakikaten. Atatürk’ü kaybettikten sonra çekmecesinden babamın ona yazdığı mektuplar çıkmış. Bugün hala bir yorum, senaryo arıyorlar. Acaba oraya kim koydu? Hep bir kötülük, yanlış arıyorlar. Ben Sabiha Gökçen’den duydum ki, başbaşa kaldıklarında birbirlerine isimleriyle hitap ederlermiş. Ama dışarıda birbirlerine ‘Paşam’ derlerdi. Çok güzel bir beraberlik, çok önemli bir mücadele. Kazanmış olmak çok önemli.



‘LOZAN’I MERAK EDİN’

ÜNUZ: Son olarak, İzmirliler Lozan sergisini görmeye neden gitsinler?

TOKER:
Hakikaten bu sergi çok önemli. Lozan’ı merak etmeleri için önemli. Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir. Tapusudur. Lozan’ın ne olduğunu merak edip, anlayın. Lozan’ın şartlarının devam etmesi için ne yapmamız geldiğini düşünün. Lozan’ı hakikaten merak edin. Gençler merak etsinler. Tabi ki eksikleri var, çünkü anlaşma dediğiniz iki tarafın yaptığı bir pazarlıktır. Bir tarafın istediklerini emirle yaptırma değil. O başka, o mesela Sevr’dir. Sevr Osmanlı’ya yapılan bir zorlamadır. İkinci Dünya Savaşı Sevr’in zorlamalarından, galip devletlerin kendilerine göre çizdikleri dünya haritasından çıkmıştır. Bugün de Ortadoğu’yla hala oynuyorlar…

 
Ben hep şef olmak istedim
 
Kadın başkan farkı
YORUMLAR
Toplam 3 yorum var, 3 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
İzmirli 3 Nisan 2015 Cuma 09:22

Bugünkü hükümet Lozan gereği bize ait olan izmir aydın muğla karşısındaki adaları neden yunanlılara terk etti? CHP defalarca bu konuda önerge verdi red edildi. TSK adaların işgal edildiğini hükümete bildirmiş. Hükümet neden sesini çıkarmıyor? Süleyman Şahın mezarınıda terk edip geri çekildik. Cumhuriyet Savcıları ne iş yapar? Akepe Lozanı bıraktı günlük yaşıyor.

Yorumu oyla      15      5  
ByBaro 2 Nisan 2015 Perşembe 14:20

İsmet Paşa bir devrimci önder değildir ama, Cumhuriyet tarihimizin en nitelikli devlet adamıdır; hizmetlerini inkâr edenler, ya cahildir ya da nankördür."Körler görmese de yıldızlar vardır" Nur içinde yatsın..

Yorumu oyla      24      7  
yunus cakici 2 Nisan 2015 Perşembe 13:10

isin en onemli yonu: vatanseverlik. Bize vatansever devlet adami lazim. Ismet pasa onde gelen orneklerden biri. Kizi Ozden toker de vatansever. Keske bu insanlar her hafta radyolarda,televizyonlarda- gazetelerde yer alsalar. Bunlara yer verilmiyor. Unutulsun mu istiyorlar ? Bir bilene sorun. Aferin Hanzade Unuz iyi bir is yapmissin. Devamini bekleriz. Tebrikler. Yunus Cakici ´Almanya

Yorumu oyla      24      7  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Ben hep şef olmak istedim
Hayat öyküsünden pasajlarda “Annem hayatta olsaydı müzisyen olamazdım” ...
AKP iktidar olursa çok acılar çekeceğiz
Soyoğul sordu, CHP İzmir Milletvekili, aday adayı Moroğlu yanıtladı…
Hayallerim bile realisttir!
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda 11. yılını dolduran Aziz ...
 
'Leydi değilsen, hiç şansın yok!'
CHP’nin İzmir’deki ilk kadın belediye başkanı ve milletvekili aday adayı ...
2018'de rafineri tamam, 2019'da...
Türkiye’de ve uluslararası arenada enerjinin güçlü oyuncuları arasına ...
Sertel'le yarışa Nietzsche yorumu: Amor fati!
Gönül Soyoğul sordu, önseçime girme tercihiyle dengeleri değiştiren Mustafa Balbay yanıtladı.
 
HDP olmasa, AKP İzmir’de 1. parti!
Gönül Soyoğul sordu, Alaattin Epözdemir merak edilen 'seçim' sorunlarını yanıtladı.
Ben Cumhuriyet'ten önce de vardım
Hanzade Ünuz Fark Yaratanlar’da sordu, tarihin canlı şahidi Ayşe Mayda anlattı…
Hamsi Finger’in yaratıcısı ekmek arası havyar yapacak!
Gürkan Gediz, bıkmadan usanmadan yeni girişimler peşinde koşan genç bir ...
 
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Fenerbahçe ne istiyor?
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Yarattı... Veda ederken ağlattı!
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Memleketin birinde insan manzaraları(!)
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Tükeniş!
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Kara kaplı defter!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Nereden nereye?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Çanakkale artık barışın merkezidir!
Kemal ARI
Kemal ARI
'Cehennem savaşı'nda ne yediler ne içtiler?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bölgecilik, mezhepçilik ve inşaatçılık...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Unutulmazlar...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva