RÖPORTAJLAR
24 Eylül 2012 Pazartesi

'İçim paramparça…Kırılmış cam gibi…'

‘İzmir Büyükşehir Belediyesi Çetesi’ davasının 2 numaralı sanığı Pervin Şenel Genç anlatıyor. Gönül Soyoğul’un kaleminden…

 İçim paramparça…Kırılmış cam gibi…

Başlarken…
 
İzmir Büyükşehir Belediyesi Çetesi davanın 2 numaralı sanığı Genel Sekreter Pervin Şenel Genç’in evindeydim geçen hafta.
130 sanıklı davada, ‘son tutuklu’ olarak çıkarıldığı cezaevinden sonra ‘ev hapsi’ cezasını çektiği evinde. Hem Ege TV’de yeni başlayan programım, hem de Egedesonsöz adına röportaj yapmak üzere… 
Davadan, olmuşlardan/olacaklardan hiç konuşmadık.
Nedenleri/niçinleri bir kenara bırakıp ‘hapishane hayatı’ndan söz ettik.
Bir yandan EGE TV kameraları çekimdeydi, bir taraftan da Egedesonsöz adına Yusuf Tomruk ardı ardına flaş çakıyordu; biz, ikisini de unuttuk.
Gözaltına alındığı günden girdik, cezaevinden çıkışına çıktık.
Mola verdiğimizde de cezaevinden konuştuk; karavana olarak verilen bulgur pilavından nasıl kısır yapıldığını… Sigaranın, çayın ve uykunun ne kadar vazgeçilmez olduğunu, insanların uykuya nasıl sığındığını… Fallardan hep ‘özgürlük’ çıktığını… Yoksulluğun orada da nasıl zor olduğunu… Her dakika bir kavga çıktığını… Hapishanelerin asla suçluyu rehabilite etmediğini… Şehirli kızlarda gasp ve şantajın, köyden gelenlerde senet borcu ve cinayetin, Romanlarda uyuşturucu ve hırsızlık suçunun yaygın olduğunu… Dört duvar arasında görmezden geldiğimiz hayatları konuştuk.
Anlattıkları, yaşadıklarının belki de çok küçük bir bölümüydü ama beni derinden etkiledi. Üzdü.
Buna rağmen umudunu sağlam tutuşu, duruşu, sabrı, sakinliği… Hayran bıraktı.
Bakalım siz neler hissedeceksiniz?

 
 
Gönül SOYOĞUL: Evde hapis kelimesi bile garip geliyor insanın kulağına da… Yine de sormam lazım, nasıl geçiyor günler evde? Kaç gündür hapissiniz?
 
Pervin ŞENEL GENÇ: 37 gündür ev hapsindeyim.  Günlerim çok yoğun geçiyor diyebilirim. Zaten ilk günler böyle bir algılayamama mı, sersemlik mi vardı bilmiyorum ama sonraki günlerde insan eski alışkanlıklarını, reflekslerini hemen hatırlıyor, uygulamaya başlıyorsun. Benim takıntılı davranışlarım vardır, bir bakıyorum hemen onlara yöneliyorum.
 
SOYOĞUL: Takıntılı davranış derken?
 
GENÇ: Yani elimi çok sık yıkarım, aman bir yerlere sürünmeyeyim diye gayret ederim. Şimdi evimde de gayri ihtiyari yeniden o alışkanlığı sürdürdüğümü fark edip kendime hayret ediyorum. Doğuştan geliyor demek ki. Dediğim gibi günler çok yoğun geçiyor. Ziyaretçilerim çok, buradan onlara da teşekkür etmek isterim.
 
SOYOĞUL: İzninizle filme başa doğru saralım. Sizin yaklaşık 38 yıllık devlet memuriyetiniz var ve şu anda ‘İzmir Büyükşehir Belediyesi çetesi’nin 2 numaralı sanığısınız ve 267 yıl hapis cezası isteniyor hakkınızda. Bu sürecin başladığı 2 Mayıs 2011’e dönersek… O gün İzmir Büyükşehir Belediyesi 700 civarında polisle basıldı, bazı bürokratlar da evlerinde güne, polisin kapı çalmasıyla başladı. Bunlardan biri de sizdiniz. O gün, 2 Mayıs 2011 sabahı nasıl kalktınız, nasıl başladınız güne?
 
 
GENÇ: Öncesinde birçok olaylar yaşandığı için; olumsuz olaylar diyeyim ben buna, sanki bir beklenti vardı bizde. Sürekli bir dedikodu, işte öyle olacak, böyle olacak, dinleniyoruz, takip ediliyoruz… Sürekli müfettiş geliyor… Sanki biz bir şeyleri bekliyorduk. Ama bir yandan da kendi kendimize bir savunma yapıyorduk, ‘Bizim her şeyimiz doğru, bize bir şey olmaz, biz ne yapık ki?’ diye ciddiye almıyorduk. Aşırı güvenin verdiği bir rahatlık vardı ama bir beklenti de vardı. Tabii bu boyutta mıydı, değildi! Boyutunu ne zaman anladım? Ne zaman kapı çalındı, sabah sanırım saat 06’ya geliyordu… Bir gürültü patırtı koptu apartmanın içinde, ona uyandım. Israrla kapı çalınınca bir baktım polisler; kimisi sivil, kimisi resmi. Bir bayan polis yönetiyor. ‘Bekliyorduk sizi, nihayet gelebildiniz mi?’ dedim; ağzımdan ilk çıkan bu söz oldu.
 
SOYOĞUL: Oldukça sakin bir karşılama gerçekten.
 
GENÇ: Biz bekliyorduk zaten dedim. Hemen geldiler, masanın başına toplandılar ama bana avukatını çağır hakların şudur diye hiçbir hatırlatma yapılmadı. Diğer arkadaşlara yapılmış. Birçoğu çağırmış avukatını. Bana öyle bir şey olmadı.
 


SOYOĞUL: Sizin aklınıza gelmedi mi, avukatımı istiyorum diye?
 
GENÇ: Hiç gelmedi ama ona da zaten fırsat vermediler. Hemen telefonları aldılar.  Seslere indi Nagehan, yukarıdan kendi evinden. Bir akrabamız var, kuzenim; ‘ona haber verelim’ derken falan bir telaş başladı içeride. Baskını yöneten bayan sürekli ‘tamam sayın savcım, böyle sayın savcım’ diyerek savcıyla konuşuyor. Bu arada Nagehan ‘eve çıkmak istiyorum, kedi aç kaldı sabahtan beri’ dedi, ‘hayır çıkamazsın’ dediler. ‘Niye, benim bir şeyim yok ki’ dedi, ‘Nereden biliyorsun?’ dediler. Nagehan da dikkatlidir, aralarında dolanırken bakmış, ellerinde onun dairesi için tutanak, arama emri yok, sadece benim dairem için olduğunu görmüş. Meğer o arada Nagehan’a da arama izni çıkarmak için büyük bir mücadele veriyorlarmış ve bu 1 saatten fazla sürdü. Sonunda onun için de emir geldi, onun da evi arandı. Bu arada beni götürdüler. Fazla bir arama yapmadılar benim evimde, iki küçük laptop vardı, hiç ellemediler, açmadılar. Büfenin kapaklarını açtılar,  orada küçük fotoğraf CD’leri vardı onlara baktılar, zaten üstünde ne olduğu yazıyor, ‘bir şey değilmiş’ deyip bıraktılar. Sonra ‘hazırlan’ dediler. Arka odaya gittim, orada benim oyuncak sepetinin içinde çantalarım vardır; bayan polis bir bakayım dedi, bir iki tanesini aldı, silkeledi, bıraktı. Orada  hazırlanmaya başlayınca çok kötü oldum bir anda.
 
SOYOĞUL: Ne aldınız o anda yanınıza, aklınıza ne geldi? O durumda ne gelir ki?
 
GENÇ: Hemen ilaçlarım geldi. Uzun sürecek dediler. Zaten normal çanta aldırmıyorlar. Küçük çantalardan aldım, ilaçlarımı koydum. O kadar yani başka bir şey almadım. İşte zar zor kıyafet değiştirirken, çok aşırı bir çarpıntım oldu, yatağıma oturmak zorunda kaldım. Hemen yöneten bayana haber verdiler. Epey bir çarpıntım sürdü, ondan sonra beraber çıktık iki tane erkek polisle. Onlar burada kaldı, ne yaptılar, ne ettiler, ondan sonrasını, evde olanı bilmiyorum. Önce hastaneye gittik.
 
SOYOĞUL: Sağlık kontrolüne...
 
GENÇ: Usulen sağlık kontrolü ama tabii o olayın acısı orada başladı. Hastaneye bir polis eşliğinde girmek… Utancımdan bittim… Orada bitmeye başladım artık.
 
SOYOĞUL: Kelepçe taktılar mı?
 
GENÇ: Orada takılmadı, hayır. Orada usulen bir rapor alındı ve KOM’a gittik. Oradan işte ne diyelim ona…. Nezaret… Ama hep diyorum ya, orada kendimi maymun gibi hissettim. Maymun kafesi gibi. Belki çok ağır bir benzetme ama ben öyle hissettim. Bir hayvanat bahçesinin kafesleri gibi geldi bana.
 


SOYOĞUL: Tek başına mıydınız? Moraliniz?
 
GENÇ: Önce tektim, sonradan bir bayanı daha verdiler Bayraklı Belediyesi’nden dediler. Diğer arkadaşlar hep ikili kaldılar. Orada moralimiz yüksekti; birbirimize ‘68’liler şöyledir, şöyle dayanır. Erkekler askerlik yaptı, böyledir, dayanın bakalım’ diye hep birbirimizle şakalaştık. 4 gün tabii çok yorucu bir süre; 4 gün ama bitiyorsunuz o 4 günde.
 
SOYOĞUL: Neler sordular? Daha sonra size iddianamede yöneltilecek suçlamalar var mıydı o sorguda?
 
GENÇ: Vardı. İddianamede karşımıza çıkanların hepsi orada vardı, daha fazlası vardı. Akla gelen her şey vardı.
 
SOYOĞUL: Oradan mahkemeye sevk edildiniz. Mahkemeden çıkarım diye mi düşündünüz, yoksa buradan cezaevine giderim mi diyordunuz kendinize?
 
GENÇ: Yok, biz pek de algılayamadık. Nezarette de algılayamadık, polis ifadesinde de algılayamadık. Böyle toplu bir tutuklama olacağını… Çok da ihtimal vermedik.
 
SOYOĞUL: Karar açıklandığında, yüzünüze okunduğunda...
 
GENÇ: Evet, tutuklanma deyince tabii o anda bittik ama ben yine kendimi kapıp koymadım, ağlamadım. Arkadaşlardan ağlayanlar oldu… Tutuldum herhalde, ağlayamadım bile.
 


SOYOĞUL: Şok hali…. Ne düşündüğünüz o anda? İlk aklınıza gelen?
 
GENÇ: Yani ne oluyor? Hayatında insanın aklından geçmeyen, önünden geçmediğimiz yerlere gideceğiz ama ne geldi aklıma? Bergama’ya gideceğiz ya; hapishanelerle ilgili çok kitap okuduğum için, aklımda küçük yerlerdeki cezaevlerinin daha olumlu olduğu gibi bir inanış kalmış. Buca’nın da ününü biliyoruz ya… ‘Aman dedim, Buca’ya gitmektense Bergama’ya gitmek daha iyi, çok uzak bir yol ama. Küçük cezaevi olması iyi…’
 
SOYOĞUL: Ne garip değil mi, insanın o anda kendine iyimser bir şey bulup ona sığınması… Peki, o iyimserliğe uygun bir yer miydi Bergama Cezaevi? Yani iyi ki Bergama’ya göndermişler dediniz mi?
 
GENÇ: Buca Cezaevi’nden gelenlerin anlattıklarıyla düşündüğüm gibi olduğunu gördüm. Ama sonuçta kaldığınız yer bir cezaevi.
 
SOYOĞUL: Siz oraya gittiğinizde oldukça kalabalık bir koğuşta ve sanıyorum 45 gün yerde tuvalet, banyo önüne konulan bir yer yatağında kız kardeşinizle birlikte bir yatakta iki kişi kalmışsınız, değil mi?
 
GENÇ: Evet. Koğuş da değildi o, onu anlatayım isterseniz. Cezaevinin içerisine girince böyle klasik devlet dairesinin kokusunu alıyorsunuz. Ankara’ya gittiğimde de ben o kokuyu alırım; yemek kokusu ile paspas kokusu karışır, kötü bir koku olur ya, işte öyle. Hakikaten beklediğim gibi küçük bir yer. Daracık koridorlardan geçtik, memurların olduğu bir odada işlemlerimiz yapıldı. Balbay’ın kitabını Zulümhane’yi okuduğum için, orada otur-kalk diye tabir edilen bir muameleden bahsediyordu. Onu yaptıracaklar diye beklerken, baş memura sordum, ‘Yok, onu yapmayız biz, sizlere hele hiç yapmayız’ dedi. Bu koğuş denilen yer de… Küçük bir bahçesi var iki katlı, çok eski, köhne bir dubleks, bir yazlık gibi düşünün. Altında küçük bir koridor, mutfak teşkilatı, üstünde de üç tane ranzası var 6 kişilik. Ama biz gittiğimizde 10 kişi vardı, bizimle birlikte 13 kişi oldu.
 
SOYOĞUL: Nasıl bir karşılaşma oldu?
 
GENÇ: Biz tabii o anda anlayamadık, hala şoktayız. Öğlen, yemek saatiydi galiba, bir şeyler yiyorlardı, hemen bizi buyur ettiler. Zaten bekliyorlardı. Televizyondan izlemişler. Belediyecilere alışıklar. Buca gitmiş, Güzelbahçe gitmiş, Antalya Belediyesi’nden gidenler olmuş ve müteahhitle ilgili bir tutuklama vardı, bir bayan o da oradaydı. Hazırdı yani o koğuş, belediyeci koğuşu. Oturduk, bize de bir şeyler ikram ettiler. Tabii öyle bir duyguya kapılıyorsunuz ki, bilmediğiniz insanlar, nasıl neyle karşılaşacaksınız? Cahil insanlar, alacağınız tepki de çok önemli. Soğuk dursanız alınırlar, ilk intiba kötü olur. Kontrollü olmaya, denge kurmaya çalışarak konuştum. Nasılsınız, adınız ne, siz buralara neden düştünüz? Onlar bizi gayet iyi biliyorlar. Öyle olunca bir sıcaklık oldu. Tabii çok kalabalık, herkes yerlerde yemek yiyor. Biz de müthiş yorgunuz, hemen bir kenar bulduk, iliştik, oturduk. Bir Rus kızı vardı, biraz zaman geçtikten sonra dedi ki, ‘siz yukarı çıkın benim yatağımda yatın’ dedi. Onun yatağına çıktık. Yerde de yataklar vardı, yere, daha doğrusu boşluklara yer yatakları konulmuş; birimiz yerde yattı. Nagehan ile ben yan yana yattık ve yatınca tabi hem yorgunluğumuzu anladık hem de durumun vahametini… Ancak o anda anladık. Tabi bir de ikimizin birden bu duruma düşmesi…. ‘Bizim ocağımızı kapattılar’ dedik; çünkü ikimizin de evleri kapandı geldik, anne babamız yok. O anda bir şeyler çok koydu bize… İlk ağlama fırtınası orada başladı.

SOYOĞUL: Bergama’ya üç kişi gittiniz; siz, kardeşiniz, bir de Serpil Keskin. Serpil Hanım’ın tutukluluk kararı verildiği andan itibaren sürekli ağladığını duymuştuk…
 
GENÇ: Evet, sürekli ağlıyordu, 150 gün ağladı, bebeğinden dolayı. Giderek de yoğunlaştı ve çıkmasaydı kalıcı rahatsızlıklar olurdu onda.
İlk gün öyle geçti. Biraz dinlendik ama hala çok yorgunuz, nerede yatacağız farkında değiliz. İdareden yer yatakları geldi, nereye konacak derken, baktık üç yatağı arka arkaya koridora dizdiler. Tuvalet banyoya geçiş yolu. Dar bir koridor, yataklar konulduktan sonra ancak yan yan geçebiliyorsunuz. O kadar yorgunuz ki, problem yapmadık. 4 gün nezarette kalmışız ki, o anlatılmaz bir şey. Nezarette kalıyorsunuz, orada tahta bir beton üstünde… Ben 17 saat sorgulandım, onun verdiği yorgunluk, mahkeme heyecanı, o arada biz sağlık kontrolü için KOM’dan adliyeye götürüldük, getirildik. O arada kapının önü çok yoğundu. Aşırı heyecanlar, olumsuzluklar…. Özetle çok çok yorgunduk. O gece, yattığımız yeri beğendik yani. Bir de üstümüz, başımız kirli.
 
SOYOĞUL: Hiçbir kişisel eşyanız yanınızda yok.
 
GENÇ: Hemen getirdiler. Hemen organize oldular, getirdiler. Çarşaflarımız, battaniyelerimiz, çamaşırlarımız var ama banyo yapmak istiyorsunuz rahatlamak için. Ama su yok. Su var da soğuk su var. Sıcak su haftada bir veriliyordu; 4 saat, 5 saat.
 
SOYOĞUL: O arada herkes sıraya girip yıkanacak, çamaşırını yıkayacak.
 
GENÇ: Tabii tabii bir telaş hali. O banyo meselesi de yorucu oluyordu. Herkesin şöyle 7-8 litrelik plastik bidonları var, su geldiği zaman onlar ortaya çıkıyor o daracık yerde sular dolduruluyor. Çamaşır için ayrı alınıyor, banyo yetişmezse ayrı alınıyor, ondan sonra işlem devam ediyor. Bir telaş, bir heyecan.
 


SOYOĞUL: Cezaevinde üç kişiydiniz, ama sonra kardeşiniz ve Serpil Keskin tahliye edildi, yalnız kaldınız. Onları uğurlarken nasıldınız?
 
GENÇ: Çok rahatladım. Çok çok rahatladım, çok sevindim. Kendim için üzüldüm diyemem çünkü bekleniyordu. Aradan 5 ay geçince birçok şeyi algılamaya, gerçekle yüzyüze gelmeye başlamıştık ve önümüzde de orada bize örnek Antalya ilçe belediyelerine yapılan operasyon örnekleri vardı, onun bir süreci vardı. O gördüklerim de nasıl diyeyim, hazırladı beni.
 
SOYOĞUL: Yani ‘ben bir süre daha buradayım’ dediniz.
 
GENÇ: Tabii… Bekliyoruz bayram öncesi, bayram sonrası, seçim öncesi, seçim sonrası falan derken… Dedim ki, ‘Çıkış olursa da ben en sona çıkarım.’
 
SOYOĞUL: Başından, başınıza gelecekleri bildiniz yani…
 
GENÇ: Haziran seçimlerine kadar da zaten pek bir şey beklemiyorduk, seçimden sonra da dediğim gibi durumu kavramaya başladım. Bizim meclis üyelerimizden biri ziyarete gelmişti ilk zamanlar. Gerçeği tek söyleyen veya yüzüme söyleyen oydu. ‘Pervin Hanım dedi, Çok uzun bir sürece girdin, uzun bir yoldasın, Allah kuvvet versin sana’ dedi. Önce adama bir tepki koydum, sonra şimdi diyorum ki adam doğruyu söylemiş, yaşadığı için belki.
 


SOYOĞUL: Cezaevinde sizin ziyaretçiniz hiç eksik olmadı. Belediyeden arkadaşlarınız, eşiniz, dostunuz, bu arada Aziz Bey de ilk zamanlar her pazartesi günü sizi ziyarete geliyordu. Zaman zaman da eşi Türkegül Hanım. Karşılaşmalarınızda, ne hissediyordunuz? O mu sizi teselli ediyordu, siz mi onu?
 
GENÇ: Bizim için çok büyük moral kaynağı oluyordu ve Başkan geldikten sonra da cezaevinde kurumun size bakışı çok farklı oluyor. Hadi Bergama küçük yerdi, zaten tecrübeliydiler, bizi hemen kabullendiler, saygıyla davrandılar ama Şakran’da Başkan’ın gelmesiyle birlikte çok şey değişti. Çok iyi bir duygu moral açısından. Ama Başkan tabii çok üzüntülü, çok yıkık mı diyeyim, yıkılmış bir vaziyetteydi. O da göstermek istemiyordu, biz de karşısına çıkarken ‘aman üzmeyelim, Başkan’a bir şey hissettirmeyelim’ gayreti içindeydik açıkçası. Onu da başardık sanıyorum. Hiçbirimiz ‘aman Başkan’ım işte biz mahvolduk, öldük bittik’ demedik. Tutulamayan, engellenemeyen gözyaşları oldu ama ben ağladığımı hiç sanmıyorum Başkan’ın önünde.
 
SOYOĞUL: Aziz Başkan ağladı mı peki?
 
GENÇ: Gözleri dolduğu zamanlar oldu. Oraya bir Başkan olarak değil de bir baba, mesela Selen (Serpil Keskin’in bebeği) konusunda bir dede duygularıyla yaklaştı. Türkegül Hanım da çok geldi gitti, sağ olsun. Biraz övücü olacak ama…Son doğum günü defterinde şöyle yazmış Türkegül Hanım, ‘Sn nasıl bir insandın ki ben seni ziyarete geldiğimde ne güzel muhabbetler ediyorduk seninle, konuşmadığımız konular kalmıyordu, ne iyi muhabbetlerdi onlar, böyle bir ortamda bile biz muhabbet edebildik…’ Öyle bir not düşmüş, beni çok etkiledi.
 
SOYOĞUL: Sizin dayanmanızı tabii ki kolaylaştırmıştır dayanışma.
 
GENÇ: Hem kendinizi böyle durumdan uzaklaştırmak istiyorsunuz, hem karşınızdakine de bir şeyler hissettirmemek için havadan, sudan, çocuklardan, gelinlerden, damatlardan bahsedince havanız biraz değişiyor.
 


SOYOĞUL: Bergama’dan Yeni Şakran Cezaevi’ne nakledildiniz. Orası özel güvenlikli bir cezaevi. İki hapishane arasındaki fiziki şartların farkı neydi?
 
GENÇ: Naklimiz çok etkiledi beni, kelepçe olayı.
 
SOYOĞUL: İlk orada mı takıldı?
 
GENÇ: Hayır, daha önce de Bergama Adliyesi’ne götürmüşlerdi. Biz bir olaydan ötürü şikayetçiydik ama suçluymuşuz gibi götürdüler, kelepçelediler; o gün de çok yıkılmıştık Serpil ile ben. Nagehan çok etkilenmeyip veya etkilense de belli etmeyip bizi teselli etmişti. Bu Şakran’a nakilde de öyle oldu. O psikolojiyi yaşıyorsunuz. O halde beni kimse görmedi ama toplu bir halde herkes kelepçelenerek götürüldü. Çok yıkıcı oldu bana o nakil. O aracın içi zaten ayrı bir duygu yaratıyor, bir psikoloji yaratıyor.
 
SOYOĞUL: Orası özel güvenlikli olduğu için farklı mıydı?
 
GENÇ: İlk günü ben bir kabus olarak hatırlayacağım ve hiç unutacağımı da sanmıyorum. Birden tek başıma kaldım. Tülay Azeri ile Bergama’da aynı koğuştaydık ama orada onları bir anda kaybettim. Mahşer yeri gibiydi. Bütün cezaevlerinden nakil gelmiş. Eşyalar, kadınlar, eşyalar, kadınlar… Bir boşluk yok, her yer insan kaynıyor. Büyük bir araç girişi gibi hangara giriş gibi bir kapı var, yanında küçük odalar var, hemen bir odayı gösterdiler bana. Her yer görevli kaynıyor, insan kaynıyor. Odada yerde kocaman bir leğen. Hemen üstünü çıkart dediler. Nasıl yeni? İşte soyunacaksın. Hadi neyse röntgenden alışığız falan diyorum ama o kelepçenin verdiği olumsuzluk, sinir bozukluğu hala devam ediyor, öyle de olunca benim ağlamam hiç kesilmedi, sürekli ağlıyorum. ‘Ne yapacağım çıkarıp?’ ‘Leğene koyacaksın’ diyorlar. Kapı açılıyor, leğen dışarı çıkıyor, bir yerlere cihaza gidiyor, kontrol oluyor, geliyor.
 
SOYOĞUL: Siz o arada çıplaksınız...
 
GENÇ: Üstünüz çıplak. Tamam, ağlaya sızlaya kabullendik. Zorunlu olarak zaten yapacaksın, usul böyle.
 
SOYOĞUL: Gardiyanlar kadın ama değil mi?
 
GENÇ: Kadın gardiyanlar ama kapı açılıyor. Dışarısı görevli kaynıyor. Sonra şikayet konusu oldu, biraz haklılık payı vardı. O kapının açılması halinde leğenin gidiş gelişlerinde olumsuzluklar olmuştur diye düşünüyorum. Sonra altına sıra geldi. O ayrı bir yıkım.
 
SOYOĞUL: Komple çırılçıplak?
 
GENÇ: Şok oluyorsun. Berbat oluyorsunuz. Neyse o da zorunlu olarak yaptıktan sonra. Ee ne yapacağız şimdi? Tamam, giyinelim mi? Hayır otur, kalk işlemi yapılacak. Kurum olarak zorunlu belki ama çok ağır bir şey.
 
SOYOĞUL: Konuyu biraz değiştirelim, sizi daha fazla üzmek istemiyorum… En çok kızarmış ekmek kokusunu özledim demişsiniz bir röportajınızda. Limon kolonyasını, bir de patates haşlamasını. Çok mu severdiniz?
 
GENÇ: Patatesi çok severim. Bu yaşımda bile kumpir yemeyi. Hatta diyordum ki çıkınca ilk işim kumpir yemek olacak.
 


SOYOĞUL: Şaşırdım, hani insan balık, kızarmış köfte, sucuk falan hayal eder diye düşünüyordum!
 
GENÇ: Zaten o sucuk reklamları bir yıkıma sebep oluyor cezaevinde. İnsanlar böyle izleyip oy oy oy oy deyip iç geçiriyorlar.
 
SOYOĞUL: Cezaevi kantininde de yasak?
 
GENÇ: Salam satılıyordu Bergama’da. Sucuk yoktu, yumurta hiç yok. Pişirilecek bir şey satılmıyor. Dış kantin denilen yerden manav alışverişi yapılıyor, meyve ve sebze sınırlı. Sebze olarak salatalık, marul, domates falan. Onun için sebzeye de hasret kalıyorsun. Bu sene de patates çokmuş ama patates yoktu, yemeklerde görmek bile mutluluk veriyordu.
 
SOYOĞUL: 5 Temmuz’daki duruşma sizin için olduğu kadar yargılanan tutuklu/tutuksuz 130 sanık için, büyük önem taşıyordu; çünkü özel görevli mahkemelerle ilgili bir dönüm noktasıydı o günler. ÖGM’lerin kaldırılması yolundaki çalışmalar ve duruşma öncesi Cumhurbaşkanı Gül’ün ‘İzmir Belediyesi’ndeki davadan hiçbir şey çıkmaz’ açıklamaları; sanıyorum sizdeki tahliye umudunu, beklentisini arttırdı. Nasıl yaşadınız o günü, kısaca bahsedelim mi?
 
GENÇ: Şöyle diyebilirim, benim tahliye umudum yine yoktu. Tek kalacağımı değil ama yine birkaç kişi kalırız diye bekliyordum.
 
SOYOĞUL: Niye, bu davada ikinci sanık olmanızdan mı kaynaklanıyordu bu?
 
 
GENÇ: Evet. Bir de süreç yaşanıyor genelde örnek davalarda. Bir 14 ay, 16 ay ve 18 ay gerçeği var, bazen 22 ay gerçeği var. Ben de onlara bakarak kendime öyle bir vade biçiyordum. Beynimin bir yerlerinde Cumhurbaşkanı’nın bu kadar doğru bir teşhisi vardı. O zaman da duruşmada da teşekkür ettim, yine her zaman için teşekkür bir borçtur bizim için. Basında çıkanlar… Mesela Taha Akyol da yazmıştı. Nazlı Ilıcak televizyonda söylemişti. Yani özetle herkes bizi anlamış diyelim; onun için neden olmasın diye de düşünüyordum ama çok çok da kendimi çıkacağım diye de beklemiyordum. Ama tek kalacağımı hiç beklemiyordum. İhtimal vermiyordum hiç. İhtimal değil, aklıma bile getirmiyordum, hiç öyle bir şey de düşünmedim. Karar okununca… Şimdi o kararları beklerken zaten, aşağıya nezarete indiriliyorsunuz. Orada bekleyiş de acı bir şey diyeyim. Çok geriliyorsun, bekliyorsun, haldır haldır gidiyorsun yukarıya, merdivenleri çıkarken kendinize telkin veriyorsunuz… Ayağım titriyor mu, düşüp bayılacak mıyım? Hep kendime ‘kendine hakim ol, sakin ol, ne olacak, ölüm yok ki ucunda’ diye telkin ediyorum. Öyle telkinle çıktım ama Nisan’daki duruşmada daha çok heyecanlıydım. Karar okunurken heyecanlandım ama parçalı parçalı gelince belki diye bekledim. Ondan sonrası da, zaten kendinizde olmuyorsunuz. O karar okuduğunda da yine normal, olağan karşıladım. Çok da şok olmadım ama… Neden etkilendim? Mahkemeden çıkarken işte akrabalarımdan, tanıdıklarımdan, gençler bağrıştılar. O bağırışlar mahkeme heyetini çok etkilemiş, olumsuz yönde üzülmüşler, yani vicdansızlar falan diye bağırınca… Ama o bilinçli olarak yapılan bir şey değil tabii, insanlar ister istemez kaybediyorlar kendini. Onlar adına heyetten özür dilemem gerekir belki ama bilerek, isteyerek yapılan bir şey değil, gayri ihtiyari çıkıyor. Bayılanlar olmuş.
 


SOYOĞUL: Belediyedeki arkadaşlarınız, avukatınız, Aziz Başkan, 27 Temmuz’da sizin doğum gününüzü 62. yaşınızı gıyabınızda kutladı, ardından tahliyeniz geldi? Asıl hediye de bu oldu sanırım?
 
GENÇ: 27’sinde kutladılar ama aslında 26 Temmuz’du doğum günüm. Dediğiniz gibi, öyle oldu, hayatımın hediyesi oldu.
 
SOYOĞUL: Sürpriz oldu size sanırım?
 
GENÇ: Tabii, yine çok bir beklenti içinde değildim, kendimi duruşmaya odaklamıştım. Duruşma tarihinde 18. aya gitmek üzere
 
SOYOĞUL: Yani 11 Ekim’de yapılacak olan duruşmada çıkarım artık diyordunuz, öyle mi?
 
GENÇ: Tabii tabii. Oraya odaklanmıştım. Bir yandan da o zaman çıkmazsam ne olur diye kurmaya başlamıştım.
 
SOYOĞUL: Bu süreç içerisinde oldukça dayanıklı bir görüntünüz vardı ama kimselere göstermediğiniz, dibe vurduğunuzu hissettiğiniz anlar da olmadı mı? Karamsarlığa kapıldığınız anlar? Aklınıza hiç ölümü getirdiniz mesela?
 
GENÇ: Sürekli. Sürekli ölümü aklıma getirerek.
 
SOYOĞUL: Ölmeyi istemek mi?
 
GENÇ: Hayır.
 
SOYOĞUL: Kendi canınıza kıymayı mı?
 
GENÇ: Hayır, hayır, teselli anlamında. Geceleri çok kötü oluyorsunuz veya ben öyle oldum. Birden ‘Ben neden buradayım?’ diye sorgulamaya başlıyorsunuz. ‘Ben niye buradayım, sürem belli değil, ne zaman çıkacağım belli değil, yoksa kalacak mıyım, burada mı gömülü kalacağım, Yargıtay’dan karar gelene kadar ben burada mıyım’ diye ne kadar olumsuz düşünce varsa hepsi aklınıza toplanıyor gece on ikiden, birden sonra. Bir de ben uyuyamıyordum, kendimi yorarak birkaç saat uyuyordum. O zaman da şöyle düşünüyordum ölsem ne olacak, hayat bitecek. Şu anda ölsem ne olacak, hiçbir şey. Ama bir gün normale döneceğim, bir gün evime kavuşacağım… Veya hasta olsam kendimi çok üzersem, kötü bir hastalığa kapılırsam nasıl kurtulacağım? Hastalık sahibi olmaktansa burada dayanmalıyım, dayanmalıyım…. Hep telkin ediyordum.  İşte biraz yürüyüş yapmaya çalışıyordum orada da ya sabır ya sabır çekiyordum. Hep kendinize telkin vererek ayakta durabiliyorsunuz. Kendinize acıdınız mı, sorguladınız mı bitiyorsunuz.
 
SOYOĞUL: Cezaevinden çıktınız, şimdi ev hapsindesiniz. Cezaevi ile karşılaştırdığınızda çok çok daha iyidir ama sanıyorum en büyük arzunuz tamamen özgürlüğünüze kavuşmaktır. Umarım en kısa zamanda bütün sanıklar tam özgürlüğe kavuşur. Ne hayal ediyorsunuz o gün geldiğinde?
 
GENÇ: Evet, inşallah beklentimiz hepimizin özgürlüğe kavuşması. Hemen Hatay Caddesi’ne çıkabileceğimi sanmıyordum. Çünkü hapis hayatı algınızı bakışınızı değiştiriyor, mesela merdivenleri falan ayarlayamıyorsunuz, dengenizi kuramıyorsunuz uzun süre dar bir alanda yaşadığınız için… Yavaş yavaş onu yenmeye çalışıyorum; üç kere hastaneye gitmek durumunda kaldım, dengede zorlanıyorum. Bahçede yürüyünce onu aşabileceğim. Onun için de ilk anda Hatay Caddesi’nin karmaşasına giremem diyorum. Bir sahil kenarında şöyle bir sahilde kumda yürümek istiyorum.
 
SOYOĞUL: Başka?
 
GENÇ: (gülüyor) Sonra, biraz daha kendime gelince, pazara gitmek istiyorum. Pazar alışverişini özledim.
 
SOYOĞUL: Umarım 11 Ekim’deki duruşmadan sonra sizi bir Pazar alışverişinde fotoğraflarız. Ancak davanın bir sonuca ulaşması, benzeri davalara bakınca, uzun sürecek sanırım.
 
GENÇ: Sürecek tabii, bu çok olağanüstü bir şey tabii bu başımıza gelen. Çok tanımı var bu işin ama bugünkü şartlarda böyle konuşabiliyorum. Aşacağımızı sanıyorum çünkü hep 2 Mayıs’tan beri hep kendimize güvenimizi; şahsım adına da ben kaybetmedim. Aşacağız, sabırla aşacağız, biz kendimizden emin olduktan sonra.
 


SOYOĞUL: Bu cezaevi süreci size en çok neyi öğretti?
 
GENÇ: Sabırlı insandım, daha da sabırlı olmayı öğrendim. Bu yaştan sonra da dayanılıyor, insanoğlu çok dayanıklı bir yaratık. Her türlü olumsuzluğa rağmen dayanabiliyorsunuz; biraz kendinize hakim olarak, telkinde bulunarak, kendinizi düşünerek. Ne bileyim cezaevinde yemek yiyemiyorsunuz ama o yiyemediğinizi başka şeylerle takviye etmek zorundasınız. O protesto bir işe yaramıyor, bünyeye zararı var. Verilen yemeği tamam ben de yemedim ama onun yerine başka şeylerle doldurmaya çalıştım. Çok da kilo kaybetmedim, toparlandım. Hayattaysan her şey başına geliyor. Böyle kabul ederek dayanabiliyorsunuz. İçiniz çok paramparça, kırılmış cam gibi… İçiniz tuz buz olmuş bir yürek… Ama dışa karşı dirençli olmak zorundasınız. Üst yönetici olduğum için benim çöküşüm, personeli de çökertir diye düşündüm. Biliyorsunuz hep mesajlar göndermeye çalıştım ve faydası olduğunu da söylüyorlar. Huyum öyleymiş demek ki.
* * *
BİLGİNİZE: Egedesonsöz’de uzun süredir sürdürdüğüm röportajları, artık Ege TV’de ‘Nokta’ adı altında izleyebilirsiniz. 15 günde bir Pazar akşamları yayınlanacak ‘Nokta’da ilk noktayı, Sayın Pervin Şenel Genç’le birlikte attık. 23 Eylül Pazar günü yayınlanan ‘Nokta’nın tekrarı 27 Eylül akşamı 22.30’da. 

 
Yerel seçimde yokum diyemem!
 
Mövenpick İzmir’de çevre dostu hizmete odaklandı
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
AYHAN TURNA 28 Eylül 2012 Cuma 06:58

SAYIN PERVIN SENER GENC ONCELIKLE SIZE GECMIS OLSUN DILEKLERIMLE SOZE BASLAMAK ISTYORUM.SIZIN EN KISA ZAMANDA GOREVE BASLAMANIZI DILIYORUM.BELEDIYEDE OZELLIKLE BELEDIYE SPOR KULUBUNDE BASI BOZUKLUK,LAKAYITLIK VE VURDUMDUYMAZLIK ALMIS BASINI GIDIYOR YILLARINI BELEDIYEYE VERMIS EMEKCI VE ATATURKCU ANTRENORLERIN GOREVLERINE SON VEREN YONETICILER KULUBE UGRAMAMAKTADIR,ANTRENORLERIN EMEKLERINE SAYGI DUYMAK GEREKMEKTEDIR.SIZIN BIRAN EVVEL GOREVINIZE DONMENIZI VE ISLERI DUZELTMENIZI DILIYORUM.

Yorumu oyla      16      7  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Yerel seçimde yokum diyemem!
Kentsel dönüşüm ve yeniden yapılanma konusunda kamuoyunun yeterli bilgilendirilmediğini ...
'Dönüşüm' cenazesi kaldırılmalı!
Nasır Grup ve Özel Egepol Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Necip Nasır, ...
Bizi yuhalatmayı siyaset sananlarla hesaplaşacağız
Ertuğrul Günay gibi siyasete adanmış bir hayatın gidişatını sorgulamak ...
 
“VOB eşittir 4 İMKB!”
Türkiye'nin ilk ve tek türev borsası olan Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası ...
Türkiye yabancılar için parlayan bir yıldız
Türkiye'nin en önemli ihracat pazarlarından biri olan Avrupa Birliği (AB)'nde ...
Tokat'ta yakalanan başarı dünya markasına dönüştü
Türkiye'nin köklü sanayi kuruluşları arasında yer alan ve Tokat'ta bir ...
 
İzmir seçmeni militan seçmen değil!
Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ...
Rönesans’tan İzmir’e 500 milyon $’lık müjde
Türkiye’nin önde gelen müteahhitlik firmalarından biri olan Rönesans’ın ...
Demir parmaklıklar ardında 463 günü anlattı…
Tam 463 gün sonra ailesi, çalışma arkadaşları ve tüm dostlarıyla kucaklaşma ...
 
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Çoban ateşini 'topuklu' yaktı!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva