HABERLER>POLİTİKA
19 Eylül 2019 Perşembe - 09:47

Milletvekili Bayır kalemi eline aldı: Bu kitap çok konuşulur!

CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır’ın kaleme aldığı “Benim En Güzel Hikâyem Hayatım” isimli kitabında dikkat çeken ayrıntılar ve hikâyeler yer aldı.

Milletvekili Bayır kalemi eline aldı: Bu kitap çok konuşulur!

EGEDESONSÖZ- CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır’ın kaleme aldığı “Benim En Güzel Hikâyem Hayatım” isimli kitabı çıktı.  Bayır’ın çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren yaşadığı hayat hikâyesinin yer aldığı kitapta siyasi yaşamı, iş hayatı ve özel hayatına dair birçok anı yer aldı.  Hikâyedeki karakterler ve olaylarla şekillenen anlatımda dikkat çeken ayrıntılar bulunuyor.  Bayır’ın çok konuşulacak kanaat ve değerlendirmelerinin siyasi atmosferi de hareketlendirmesi bekleniyor.

Ticarete Kemeraltı’nda başladığı yaşamıyla girdiğini belirten Milletvekili Bayır, çocukluğu, eğitimi ve okul yıllarına dair anekdotları paylaşırken doğduğu Karaburun’un kendine has bitkisi nergis satarak aile bütçesine katkı sunduğunu anlattı. Bayır kitabında, şu anda yaptığı iş olan metal işi ve As-El Markası’nın doğuşunu yazdı.

Milletvekili Bayır, eşi Tülay Bayır’a kitabında geniş yer verirken çocuklarını da torunlarını da kaleme aldı. Bayır, “Hayatımın en mutlu dakikalarıydı. Eğer hayatınızın herhangi bir anına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız diyerek, bir seçim yapmamı isteseler yalnızca o an’ı seçerdim. Tülay’ı gördüğüm o an’ı... Böylesine rastlantısal bir karşılaşmanın ruhumda bıraktığı o derin sızı, o coşku, o iç çekiş ve yüreğimi kor gibi kavuran duygular... O vakit Güzelyalı’da 24 sokakta Tarla fırınının karşısındaki apartmanda 3. katta oturuyorduk ve hemen karşımızda Almanya’da yaşayan, sadece yaz tatillerinde Türkiye’ye gelen bir aile yaşıyordu. Onlar da 2. katta oturuyorlardı. Tülay da o ailenin göz bebeği tek kızıydı. İş güç, ekmek parası derdine düşmüş biri olduğumdan, bir kız arkadaş edinmeyi hiç düşünmemiştim. Ta ki onu görene kadar! İzne geldiklerinde birkaç kez balkondan balkona bakışırken, göz göze gelmiştik. Ve ben henüz, ruhumun sadece ona açılan penceresindeki ince narin yapılı kızın, yüreğime sapladığı ağrının adının AŞK olduğunu ve bundan sonraki yaşamımı belirlemeye başlayacağını, henüz bilmiyordum” sözleriyle dile getirdi.  Bayır, pazardan gelen genç kızın bisikletten düşüp limonları toplamaya çalışırken ona yardım ettiğini ve sonrasında arkadaş olduklarını söyledi.

AYDIN ERTEN’İN MEZAR TAŞI!
Milletvekili Bayır, Konak Gültepe’nin efsane başkanı merhum Aydın Erten’e de kitabında yer verdi.  ‘Can Yoldaşım Aydın Erten’ diyen Bayır, Erten’in mücadeleci yapısına vurgu yaparken karakterinden ve kişiliğinden bahsetti.  Siyasi yaşamındaki son anları ve yakalandığı amansız hastalıktaki vasiyetine de vurgu yapan Bayır, “Erten, büyük bir devrimciydi. Yoksul insanın yanındaydı. Cebinde 5 lira olsa, sokakta yardıma ihtiyacı olan birini görse, kendisini düşünmeden cebindeki son kuruşa kadar hepsini verirdi. Paylaşmayı çok severdi. Hiçbir zaman çok parada gözü olmadı, zengin olmak gibi bir çabası da yoktu. Kaldı ki, Gültepe’ye o süreçte Anadolu’dan göç fazlaydı, dolayısıyla da rant oldukça yüksekti. Günümüzdeki AKP anlayışında olduğu gibi, kentten rant elde etmek amacında olsaydı, Aydın Erten çok zengin olabilirdi. Ama o bunu yapmadı. Hasta yatağında, “Emek düşmanları sevinmesin. Bu yatışım yeni bir mücadelenin başlangıcıdır.” diyordu. Yine akşam yemeklerinde bir araya geldiğimiz bir gün benden öyle bir şey istedi ki: “Taco sana bir şey söyleyeceğim. Bu arkadaşların birçoğu bunu yapmaz. Ama sen yaparsın biliyorum. Mezarımın başına, iki buçuk metrelik siyah bir taş dikmeni istiyorum.” demişti. Ben de vasiyetini yerine getireceğime dair söz verdim. Bu benim için oldukça zordu. Aydın Erten’in vefatından sonraki iki yıllık süreçte vasiyetini gerçekleştiremedim. Çünkü o dönemlerde Gültepe Toros Mezarlığı’nda, demir girişler vardı. Belediye sürekli problem çıkarıyordu. Sonrasında bir akşam, büyük bir kepçe ve vinç getirdim. Bergama’dan aldığım iki buçuk metrelik siyah bazalt taşını mezarının başına diktim. Taşın anlamı onun için haksızlığa başkaldırmaktı. ‘Başımda bir siyah taş olsun. Beni ziyarete geldiğiniz günlerde, bana Fatiha okumayın! Sadece ve sadece taşa bakın ve ülkedeki olumsuzluklara başkaldırın’ demişti” ifadelerini kullandı.

CHP-SHP BİRLEŞİMİ VE KUTUPLAŞMALAR
Milletvekili Bayır, 1990’lı yıllarda en hareketli dönemlerin yaşandığı siyasette CHP-SHP birlikteliğinden ve ayrışmaları da anlattı. Murat Karayalçın’ın genel başkan olmasından sonra İzmir’de yaşanan hareketlilikte aynı zamanda kendi eniştesi ve eski ortağı Hilmi Değirmenci’ye de geniş yer ayırdı. Bayır, “Hilmi Değirmenci aday oldu. Ben de listeyi gördüğümde ve kongre öncesinde emek dengesi üzerinden eksikleri bildirdim. Gördüğüm kadarıyla biz bu il yönetim listesi ile seçimi kazanamayız! Listeye itiraz ediyorum dedi. Bir anda ortalık bu kesti. Örneğin “Bizi kurultay delegesi yaparsanız size şu kadar oy getireceğim.” biçiminde hiç de sağlıklı güvenilir olmayan pazarlıkçı yaklaşımlar oluyordu. Bunları çözmek ve algılamak çok kolay olmuyordu. Bildiğim tek bir doğru vardı: En küçük bir hatada partimizin büyük yaralar alabileceği öngörüsüyle, her şeyi analiz ediyor ve gözlemliyordum. Kırsalda ve köylerde güçlü olan Değirmenci seçimi kazandı.  Daha sonra CHP-SHP birleşmesi gerçekleşti. Partiler resmi olarak bir araya geldiler.  Ali Rıza Bodur, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından atanınca Değirmenci seçime girmedi ve tepki göstererek durumu protesto etti. O andan itibaren SHP’liler ve CHP’liler diye bir kutuplaşma başladı. Bu da aslında bize Türkiye’nin siyasi tarihinde sosyal demokratları en az 5 yıl geriye götürdü ve bir ayrışmaya neden oldu” diye anlattı.

MADEN BULMUŞ GİBİ SEVİNDİLER…
CHP içinde aktif siyaset yapan bir kimlik içine girdiğini ve partinin “sol kanat” olarak nitelendirilen yapısından geldiğini ifade eden Bayır, kitabında 2005 İzmir kongresini de anlattı. Bayır, “Ekrem Bulgun ve Selçuk Ayhan il başkanlığına adaylıklarını açıkladılar. Bu kongrede daha önce birlikte siyaset yaptığım, şu anda Muğla milletvekilimiz olan Nurettin Demir, bir gün işyerime ziyarete gelerek, İzmir İl Başkanlığına aday olmak istediğini belirtti. Bu arada Alaattin Yüksel de bize destek vereceğini ima ediyordu, ancak Ekrem Bulgun’la da siyaset yapmaya devam ediyordu. O dönemde aday olabilmek için il delegelerinin %10’unun imzasını toplamak gerekiyordu. 600’e yakın delegenin olduğunu düşündüğümüzde, bu süreç tabii ki hiç kolay değildi. Çalışmalarımız devam ederken, Alaattin Yüksel de bize destek vereceğini söylemesine rağmen, kongrenin son gününe kadar bizi oyaladı. Yeterli sayıda imzayı bulamamıştık. Kongre günü anladık ki kendisi, Selçuk Ayhan ile karşıt olmasından dolayı el altından Ekrem Bulgun’u destekliyordu. Bizim de Selçuk Ayhan ile aynı tarafta olmamızı istemediğinden dolayı, Nurettin Demir’e destek olacağını söyleyip umutlandırırken, gerçek desteği Ekrem Bulgun’na veriyordu. Bu arada Ekrem Bulgun’nun liste çalışmasını yapan Kadir Sinan beni arayarak, elimizdeki il delegelerinin kendilerini destekleme imzaları karşılığında, kurultay delegeliği ya da il yöneticiliği verebileceğini teklif ediyordu. Nurettin Demir, arkadaşıma asla ihanet edemezdim, onun yanında olacağımı da üstüne basa basa belirttim. Kongreden bir gün önce son bir kez Alaattin Yüksel ile görüştük. Yeter sayıda imza toparlayamayacağımızı anlamıştık. Nurettin Demir ile durum değerlendirmesi yaptık, maalesef başaramıyorduk. İçinde bulunduğumuz süreci doğru okumak adına, Selçuk Ayhan’ın da liste çalışmalarını yöneten Sedat Uzunbay’ın ofisine gittik. Moralleri oldukça bozuktu. Selçuk Ayhan yeter sayıda il delegesi desteği alamazsa kaybedeceklerdi. Tabii bizi karşılarında görünce, maden bulmuş gibi sevindiler.

Gece yarısı, Sedat Uzunbay ile bilgisayar başında beyin fırtınası yaparak, delege delege analiz etmeye başladık. Karşımıza çıkan tablo tam olarak bir bıçak sırtıydı, seçim ortada gözüküyordu. Sedat Uzunbay’a listeyi doğru yaparsak seçimi alabileceğimizi söylüyordum. O da bir şartı olduğunu söyledi ve beni il yönetimine ilk sıraya yazacağını belirtti. Karma bir liste yapmak kaydıyla, Sedat Uzunbay’ın teklifini kabul ettim. Aslında o dönemde, benim adım da yerel basında il başkan adayı olabilir diye telaffuz ediliyordu. Fakat Nurettin Demir’e söz verdiğim için aday olmayı hiç düşünmedim. Kongre günü geldi çattı ve bizim desteklediğimiz liste, kongreyi 5 oy farkla kazandı. Selçuk Ayhan İzmir İl Başkanı oldu. Tabii ki büyük bir coşku vardı. Birçok kişi Ekrem Bulgun’u il başkanı olarak düşünüyordu. Selçuk Ayhan’ın kongre salonunda, ilk sarılıp kucakladığı kişi bendim. “Sen hesap adamısın. Senin ikna ettiğin 60 kişinin oyu ile kazandık. Bundan sonra beraber siyaset yapacağız. İli beraber yöneteceğiz.” Gibi konuşmalar yaptı. Kongre sürecini takip eden, getirdiğim imzaların farkında olan, Önder Sav’a yakın il yönetiminde olan bazı kişiler; Selçuk Ayhan’ın yönetim kurulu görevlendirmelerini yaparken, İl Sekreterliği görevini deneyim ve tecrübemden kaynaklı bana verilebileceğinden kendi aralarında bir tuzak plan yapmışlar! O vakit bu çirkin oyundan haberim yoktu! Seçim tamamlandı, herkes kongre salonundan ayrıldı. Aynı gece, İl Seçim Kurulu’nda problemler yaşandığını, itirazlar olduğunu, bazı kişilerin isimlerinin listeden çizildiğine dair, ardı arkası kesilmeyen telefonlar alıyordum. Hiç kimse ile herhangi bir sorunum olmadığı için herhangi bir kaygı da duymadım. Ertesi gün İl Başkanlığında bir araya geldiğimizde bir baktım ki, adımın üzerime yedi çizik atılmış. Doğal olarak da yönetimden düşürüldüğümü, benim yerime de başka bir arkadaşın yönetime girdiğini öğrendim. Bir şekilde İl Yönetim Kurulundan düşürülmüştüm. Oysaki kendilerine verdiğim destek ayan beyan ortadaydı. Selçuk Ayhan’ın bir gün önce beni coşkuyla kucaklayıp teşekkür etmesinin ardından yaşanan bu karanlık tablo, herkesin erdemli ve onurlu bir biçimde siyaset adamı olamayacağının çok net ifadesiydi. Siyasette ne acı ki, böylesine yakışıksız ayak oyunları olabiliyordu. Bütün bu olayların en can alıcı, üzücü, kırıcı yanını da sonrasında yaşadım. Aradan üç gün geçmişti. İl Yönetimindeki toplantıda “Tacettin’i nasıl düşürdük, nasıl kaybetti...” diye konuşmalar oluyor. O arada bir arkadaş “Benim sayemde oldu.” diyor. Bir diğeri “Benim sayemde...” diye yaşanan bu yakışıksız durumu birbirlerine anlatırken, bu işi örgütleyen gerçek kişi de itiraf ediyordu: “İl Seçim Kurulu’nda olayı ben çözdüm. Tacettin Bayır’ın tek bir çiziği bile yoktu. Her çizik için, belli bir bedel ödedim. Öylelikle İl Yönetim Kurulundan düştü.” İlerleyen günlerde de yaptığı ahlaksızlığı, sağda solda büyük bir başarıya imza atmış gibi anlatıyordu. Bir gün restoranda yemek yerken, il yönetim kurulundan düşmemi sağlayan ve bana 7 çizik attıran kişi karşıma gelip “Abi ben yaptım.” dedi. Onlara sonradan katıldığımdan, bu durumu da hazmedemediklerinden dolayı böyle bir yol seçtiğini, eğer bunu yapmazsa kendisinin İl Sekreteri (Zikri Dursun’u kast ediyor) olamayacağını itiraf etti. Öyle ki sanki yaptığı olay, çok doğruymuş gibi, karşıma geçerek ballandıra ballandıra anlatmasından dolayı, o gün pek de inanmadım. Akabinde, kendisinin, sağda solda çok iyi bir iş başarmışçasına, yaptıklarını anlattığını öğrendim. Siyasette hiçbir şey gizli kalmaz. Nasıl mı? Güzelbahçe’deki evin artezyeninde problem çıkmıştı. Bir Pazar günü, Urla’dan tanıdığım bir usta vardı, onu çağırdım. Hem tamir yapıyor hem de benimle sohbet ediyordu. CHP İl Kongresiyle ilgili konuşmaya başladı: “Abi geçen hafta sizin kongre vardı ya, partililerden biri il yönetim kuruluna adaymış, seçim kurulunda görevli bir arkadaş anlattı bana. Adamın ismine 7 çizik attırmışlar, adamı düşürmüşler.” Tabii ki ustanın, düşürülen kişinin kim olduğu konusunda hiçbir bilgisi yoktu. “Sen tüm bunları nereden biliyorsun?” diye sorduğumda aldığım yanıt çok daha üzücü idi: “Ben Urla’da idim abi, seçim kurulundaki görevli bir arkadaş elinde filelerle geldi. Viski almış, içkiler almışlar. ‘Hadi çocuklar iyisiniz bu kongrenin de üstesinden geldik. İçkiler benden, balıklar sizden.’ dedi. Sonrasında da oturduk afiyetle yedik abi!” dediğinde, bir kez daha İlahi Adalet’in ışığına inandım. Her zaman tek doğru vardı. Hayatta hiçbir şey gizli kalmazdı. Bizim artezyenci usta, büyük bir merakla “Hakikaten abi, kimdi o?” diye sordu. Ben de kendisine: “Saf kardeşim, bendim o ben! Beni çizdiler o Kongre’de...” dedim. “Tacettin Abi, bu yanlışı sana nasıl yaptılar be Abi!” dedi. Yıllar sonra Seçim Kurulu’ndaki arkadaş, yaptığı hatayı telafi etmek için olsa gerek -benzer bir olaydan dolayı- diplomam evrakların arasından çekilerek alındığında, nereye başvurmam gerektiği konusunda yönlendiren kişi oldu” ifadelerini kullandı.

KAYIP DİPLOMA HİKÂYESİ
Bayır, 2009 yılında kurularak Bayraklı ile birlikte ilçe olan Karabağlar’da siyasi bir figür olduğu için önüne engeller konulduğunu yazdı. Kitabında, o dönem aday gösterilen ve bir dönem başkanlık yapan Sıtkı Kürüm’ün kendisine il genel meclis üyeliği teklif ettiğini, önce birinci sırayı daha sonra ikinci sırayı önerdiklerini ve sonrasında liste açıklandığında kendisini 5. Sırada gördüğünü vurguladı. Hikâye ile ilgili ayrıntılı bilgi veren Bayır, seçim kuruluna sunduğu dosyada eğitim ve diploma evrakının kayboluş anısını da anlattı. Bayır, “Seçimlerin sonucu resmileşmek üzere iken, İzmir Fuarı’nda bulunan seçim kuruluna gittim. Kuruldaki yetkili arkadaşımız, seçim kurulunda adaylığımın düştüğünü belirtti. Adaylığımın neden düştüğünü sorguladığımda, müracaatımın kendilerine ulaştığını, fakat dosyada eğitim belgemin olmadığını söyledi. Oysaki evraklarım tamdı, hiçbir eksik de yoktu. Bunun üzerine, içinde eğitim belgemin de olduğu, imza karşılığında evraklarımı teslim ettiğim belgeyi kendisine gösterdim. Seçim görevlisinin verdiği yanıt oldukça can alıcı ve üzücüydü: 

“Tacettin Bey, siyaset bu! Biri, diplomanızı evraklar arasından çekmiş olabilir.”

Ve akabinde tam zamanında geldiğimi, İl Seçim Kurulu hâkimine diplomamı bir an önce götürerek onaylatmamı ve kendisine hemen geri getirdiğimde, yeniden dosyama koyabileceğimi belirtti. Ben de söylendiği gibi, Bayraklı Adliyesi İl Seçim Kurulu hâkimine giderek olayları anlattım, diplomamı onayladı. Ardından da görevli arkadaşa evrakı teslim ettim, kendisi de bir sorun kalmadığını, beşinci sıradan İl Genel Meclis Üyesi olduğumu belirtti. Fakat sonra ne olduysa; İlçe Seçim Kurulu; İl Başkanlığına ve Karabağlar İlçe Başkanlığına bir yazı gönderiyor. Yazının içeriğiyse

“Daha önce İl Genel Meclis üyesi adayı olarak 5. sırada önerdiğiniz Tacettin Bayır’ın diploması olmadığından dolayı adaylığı düşürülmüştü. Fakat akabinde, kendisi bizzat gelerek diplomasını tarafımıza ulaştırmıştır. Bu süreçte, yerine yeni bir isim mi önereceksiniz yoksa Tacettin Bayır’ı mı öneriyorsunuz?” şeklinde soruyor. Ne yazık ki, dönemin İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu ve İlçe Başkanı Birol Ağırbaş bu yazılara cevap vermiyor. İl Genel Meclis üyeliğine seçilmiş olduğum halde bu ihmallerden dolayı düşürülüyor. Bu olayda çok büyük bir kasıt vardı. Amaç sadece; ismimi ve çevremi kullanarak Karabağlar ilçesinin belediye başkanlığını almaktı. İl Genel Meclis üyesi olduğumda siyasette, kendimi ispatlayarak daha büyük başarılara imza atacağımı biliyorlardı. Bunu tabi ki de istemiyorlardı” dedi.

“GÖREVİ KABUL ETME” DEDİ
Milletvekili Bayır, 2011 genel seçimlerine doğru giderken parti kararı gereği milletvekili adaylığı için görevinden istifa eden Rıfat Nalbantoğlu ve sonrasında yaşanan süreci de kaleme aldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eski Başkanı Aziz Kocaoğlu ile ayrışma yaşayan 7 belediye başkanının içinde bulunduğu döneme de atıfta bulunan Bayır, o dönemi şu sözlerle anlattı:

 “İzmir’de boşalan CHP İl Başkanlığı koltuğu için 20’ye yakın kişinin ismi geçiyordu. Bir görev ve atama bekleniyordu. Milletvekili seçimlerine gidecektik, atılacak olan adımın doğru olması gerekiyordu. Siyasi bilgisi olan, İzmir’in tanıdığı, bildiği ve İzmir’de Genel Başkanı temsil edecek birisine ihtiyaç vardı. Alaattin Yüksel ve Aziz Kocaoğlu beni kendilerine yakın bulduklarından, partiye olan emeğimi de bildiklerinden dolayı, kimin İl Başkanı olabileceği hakkında fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Bir gün Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir milletvekili Alaattin Yüksel aradı. İl Başkanlığı için Balçova eski İlçe Başkanı Mustafa Moroğlu’nu düşündüklerini söyledi ve fikrimi sordu. Bir itirazımın olmadığını, 2011’de ön seçim olursa, bu oylamaya katılarak milletvekili adayı olmak istediğimi belirttim. 1999 yılında, Milletvekili adayı olarak ön seçime girmiştim fakat o süreçte parti baraja takıldığı için olamamıştım. Böylelikle son adaylığımdan bu yana geçen 12 yıllık örgüt üzerindeki çalışmamı test etme imkânı bulacaktım. Aynı dönemde, Alaattin Yüksel MYK üyesi ve Genel Başkan Yardımcısıydı. Bir MYK toplantısında Alaattin Yüksel, Aziz Kocaoğlu ile birlikte Genel Başkanımıza, Mustafa Moroğlu ismini İzmir İl Başkanı olarak öneriyorlar. Sayın Kılıçdaroğlu ise bu öneriyi kabul etmiyor. Hemen ardından da, İzmir’de bir kamuoyu yoklaması yaptığını ve bu görev için atayacağı kişi olarak benim ismimi telaffuz ediyor. Alaattin Yüksel, adımı duyunca oldukça şaşırıyor. Hiç beklemediği bu durumun onda yarattığı duygularla Genel Başkanımıza “Tacettin Bayır da başarılı bir arkadaşımızdır, ama kendisi milletvekili olmayı düşünüyor ve bu görevi kabul etmez.” diyor. Genel Başkanımız da “Bir deneriz şansımızı, belki kabul eder.” diyor. Tüm bu konuşmaların akabinde, Alaattin Yüksel toplantıdan izin isteyip dışarı çıkarak beni arıyor. Telefonu açar açmaz söylediği ilk şey: “Tacettin, Genel Başkanımızın aklına nasıl girdin, kimi aracı kullandın?” oldu.

Ben de bu konu hakkında bilgim olmadığını ve Genel Başkanla tanışıklığım dahi bulunmadığını söyledim. Kendisine de “Benim adımı Genel Başkanımıza söylese söylese siz söylemişsinizdir.” dedim. O da ısrarla kendisinin söylemediğini belirtti. Sonrasında da Alaattin Yüksel, bu konu hakkında bana “Sana yakışan, bu görevi kabul etmemendir. Bu kadar Genel Başkanın aklına girdiysen, 2011 milletvekili seçimlerinde seni mutlaka milletvekili listesine yazar. Bence sen bu görevi kabul etme.” diye de telkinde bulundu. Alaattin Yüksel’e verdiğim cevabı daha dün gibi hatırlarım:

“İl Başkanlığı maaşlı bir iş değil, dokunulmazlığı yok. Günün 24 saati koşacağın ve hatta yeri gelecek cebinden para harcayacağın bir görev! Ben partimin Genel Başkanına ‘Sizin beni atamayı düşündüğünüz bu görevi ben istemiyorum, benim istediğim dokunulmazlığı olan, maaşla çalışabileceğim milletvekilliği’ diyemem. Bu bana yakışmaz, ayrıca Genel Başkanımızın gözünde biterim.” Bu konuşmanın ardından iki gün sonra da, Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin beni aradı. Genel Başkanımızın benimle bir kahve içmek istediğini ve bu hafta içinde Ankara’ya gelip gelemeyeceğimi sordu. İşte o vakit, İl Başkanlığına atama konusunda görüşmek istediklerini anladım. Onlar durumu, ben de içinde bulunduğum süreci anlatacağım, ondan sonra karar verilecek, diye düşündüm. Beni davet ettiler ama düşündüğüm gibi olmadı.

Ankara’ya gittim. Uçaktan indikten sonra, ellerinde “Tacettin Bayır” dövizi taşıyan iki kişi tarafından havaalanı çıkışında karşılandım. Sonrasında bu iki arkadaşın Gürsel Tekin tarafından görevlendirildiğini öğrendim. Bu arada aynı uçakta CHP Genel Merkeze ziyaret amacıyla gelen partili arkadaşlarımız vardı. Onları da araca alıp Genel Merkeze götürmeleri için ricada bulundum ve yola çıktık. Araca bindikten sonra görevli şoför arkadaş birine telefon etti. Söylediği kelimeler aslında şaşkınlığımı daha da arttırdı:

“İzmir’den beklediğimiz paket geldi. Paketi aldım Genel Merkeze doğru geliyorum.”

Gürsel Tekin “Ankara’ya geldiğinde benim odama çık. Kimseye bir şey söyleme.” Şeklinde sıkı sıkı tembihlemişti.  Genel Merkeze ulaşmıştım. Gürsel Bey’in istediği gibi, odasına çıktım. Gürsel Bey de MYK toplantısından izin isteyerek odaya yanıma geldi. Odasının arkasında diğer odaya beni alarak televizyonu açtı. “Su burada, çay burada, internet burada.” diyerek, beni odada tek başıma bırakarak, kimseye bir şey söylememem gerektiğini bir kez daha vurgulayarak toplantıya geri döndü. Televizyonda kendimin il başkanlığına atandığını öğrendim. İsmim haberlere düştü. “Tacettin Bayır, bu görevi kabul eder. Biraz da emrivaki yaparak, ilan edelim.” düşüncesi ve uzun yıllardan beri parti içindeki çalışmalarımı göz önüne aldıklarından, verdikleri göreve itiraz etmeyeceğimi düşünmüş olacaklar ki, İzmir İl Başkanlığı görevine uygun gördüler.

İl Başkanlığına atandıktan sonraki süreçte, Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel, bu duruma oldukça bozuldular. Çünkü onlar, Mustafa Moroğlu’nun İl Başkanı olmasını istiyorlardı ve sırf bu sebeple Moroğlu’nu Balçova İlçe Başkanlığından istifa ettirmişlerdi. İl Başkanı olmayınca kendisini 2011 yılında 2. Bölge’den 7. sıra milletvekili adaylığına yazdılar ve Mustafa Moroğlu milletvekili oldu.

Göreve başladığımda, İl Başkanlığının yaklaşık 650 bin lira borcu vardı. En büyük sorunlardan biri de Büyükşehir’in, ilçe belediye başkanları ve sendikalar ile olan tartışmalardı. Bu noktada birleştirici bir rolüm olması gerekiyordu. Diğer taraftan; Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve İl eski Başkanı olan ve MYK üyeliği devam eden Alaattin Yüksel’e rağmen -onların beni İl Başkanı olarak istemedikleri halde- atanmış olmam; yapacağım yönetim kurulu listesinde de, oldukça sıkıntılı bir sürecin başlayacağının sinyallerini veriyordu. Ya onlara karşı tam ayrıştırıcı, karşı cepheden savaş açan bir liste yapacaktım ya da kendilerine de önerecek isimleri olup olmayacağını sorarak yol alacaktım. Tabii ki doğru olan, kendilerine sormam, barışı sağlamamdı ve öyle de yaptım.

GÜRSEL TEKİN YERİNE “GÜRSEL EROL”
Bir gün, Alaattin Yüksel aradı. Ankara’dan Gürsel Bey’in geldiğini, İl Yönetim Kurulu listesiyle ilgili görüş alışverişinde bulunmak istediklerini söylediler. Toplantı için gittiğimde, karşımda Gürsel Tekin’i beklerken, Gürsel Erol ile karşılaştım ve oldukça şaşırdım. Otuz ilçeden kimlerin olabileceği ve nasıl toparlayacağımızı konuşmaya başladık. Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel düşüncelerini söylüyorlardı. Siyasi alanda akıl ve sorumluluk duygusuna sahip ve gerçek fikir insanlarının sayısının oldukça az olduğunu, yanlış kararlar ve seçimlerin içinde bulunduğumuz dönemi büyük tehlikelere sürükleyebileceğini biliyordum. Tarafıma üzüntü veren, yaşadığımız bu küçümsenmeyecek olay üzerine; Aziz Kocaoğlu, Alaattin Yüksel ve Gürsel Erol 17 isim önerdiler. Ben henüz, İl Başkanı olarak tek bir isim dahi yazmamıştım. Geriye sadece üç isim kalmıştı. Bu üç ismi de benim belirlememi istediler. Hiç de adil olmayan bir durumdu, oldukça sinirlendim. Bu dayatmacı anlayışı kabul etmediğimi ve birlikte çalışacağım arkadaşlarımın 17’sini kendilerinin yazarak, sadece 3 kişinin seçimini tarafıma bırakmalarının yanlış olduğunu ve böyle bir İl Başkanlığı kabul etmeyeceğimi belirttim.

“Siz bu belirlediğiniz listeyi alın, Genel Başkan’a götürün. Listenin başına da başka bir İl Başkanı yazdırın.” dedim.

Bu duruma da Alaattin Yüksel çok sinirlendi.

“İstediğimiz adamı İl Başkanı olarak atamasını yaptıramıyoruz, istediğimiz adamı yönetime yazdıramıyoruz, böyle Genel Başkan Yardımcılığı mı olur?” diye bağırmaya başladı. Ne olduğu belirsiz politika oyunlarına izin veremezdim. “Yıllardır İzmir’i bu şekilde yönetiyorsunuz, insanları küstürüyorsunuz.” dedim. Aziz Kocaoğlu bir taraftan “düzeltiriz, toparlarız” şeklinde beni sakinleştirmeye çalışırken, Alaattin Yüksel kapıyı çarparak dışarı çıktı. Çok sinirlenmişti.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra Alaattin Yüksel geri geldi:

“Nereden 17 isim oldu, nereden çıkartıyorsun? Listeyi ver bakalım.” dedi.

Sonrasında da “Biz sana, bu isimlerin hepsiyle çalış demiyoruz ki, içinden seç diye verdik.” şeklinde bir açıklamayla geri adım attı. Onların gözleri önünde, kendilerinin belirlediği isimlerden çalışmak istemediğim 10 kişinin üzerini çizdim, 7 kişi bıraktım ve geriye kalan 13 kişinin isimlerini kendi seçeceğimi de belirttim. Anlaşıldı ki tepki göstermem, izledikleri yolun yanlış olduğunu görmelerini sağladı. Eğer onların istediği kişiler, oylama olmaksızın göreve başlasalardı, dolaylı da olsa kendilerinin yönetimde oldukları, bir idare sistem oluşacaktı. İl Başkanı olarak, tıpkı bir kukla gibi yönetilecektim. Bu durumu asla kabul edemezdim. Göreve geldikten sonra Konak ve Buca belediyeleri önündeki eylemleri bitirdim. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonda il başkanı olarak belediye başkanımızın yanında durarak dimdik mücadele ettik”

KOLTUKLARI, TELEVİZYONU HACZEDİN!
Milletvekili Bayır, il başkanlığı görevindeyken yaşadığı bir haciz işlemi ve hikâyesini de anlattı.  Bayır, “İl Başkanlığı ekonomik anlamda çok sıkıntıdaydı. 650 bin lira borç bırakmışlardı. Bunun 450 bin lirasını 10-12 aylık süre içinde ödedik. Tüm bunların dışında; benim görev sürecimle hiç alakası olmayan bir borçla karşılaştım. Bir akşam İl Başkanlığında İl Yönetim Kurulu toplantısı yaptığımız sırada; icra dairesinden bir memur, bir polis memuru ve Belediye’nin avukatı, CHP il başkanlığının kapısına dayandı. Neye istinaden icraya geldiklerini sorduğumda, yetkililerin talimatı doğrultusunda hareket ettiklerini söylediler. Üzüldüğüm ve kabullenemediğim en hassas konu ise, bu borcu önceki üç il başkanı da ödememişti. Oysaki ben, kendi dönemime ait olmayan bir borcu üstlenmiştim. Partimiz yara almasın; kendi belediyesi kendi partisine icra gönderdi, diye basında medyada yer almaması için kalan borcun tamamını, ticari alışverişlerimde kullandığım, şahsi çekimden kesip borcu ödemeyi önerdim. Parti Saymanımız İrfan Babacan, bu borcun benimle ilgisi olmadığı için böyle bir şeyi yapmamam konusunda ısrarlı davransa da; bu olay duyulduğu takdirde, parti tabanına ve İzmir’e zarar vereceğini tekrar tekrar belirttim. İcra olayı Cuma akşamı oluyordu. Pazartesi gününe çeki kesmek üzereyken Avukat Hanım çek kabul edemeyeceğini, nakit istediğini söyledi. O kadar yüksek bir meblağın üzerimde olmayacağını çok iyi biliyorlardı. İşte tam da o an, amaçlarının bu ücreti tahsil etmek olmadığını anladım. Amaçları il başkanlığım dönemimde beni zor durumda bırakmaktı. Maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti. İl başkanlığı kongresine 2-3 ay kala olması da düşündürücü bir durumdu. Asıl niyetlerini anladıktan sonra, icra işlemine geçin diyerek, iste dikleri her şeyi -televizyonları, koltukları, bilgisayarları- alabileceklerini söyledim.

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin İl Başkanlığına, Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçilmiş Belediye Başkanı icra gönderiyorsa, bazı şeyleri göze almıştır. Yarınki gazetelerde ‘kendi partisine icra gönderdi’ diye manşet olacaktır.” dedim. Hemen akabinde de, parti görevlimiz Sait’i çağırarak bütün gazetecileri ve televizyoncuları davet etmesini, akşam saat 19.00’da basın açıklaması yapacağım talimatını verdim. Bunun üzerine Avukat Hanım panikledi, oldukça şaşırdı. Benden böyle bir davranış beklemiyordu. Aradan 10 dakika geçmedi, telefonum çaldı ve arayan haciz gönderen belediye başkanıydı.(İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu kast ediyor) Niye sinirlendiğimi sordu. Böyle bir soru sorması beni daha da öfkelendirdi. Verdiğim cevap çok netti:

“Bana ait olmayan bir borcu kabul ettim. Öyle ki; sizin yargılandığınız dosyada olan bir borcu. Sırf siz zarar görmeyin diye, Belediye şirketiyle yeniden sözleşme yaptım, takside bağladım. Taksitleri de muntazam biçimde ödüyordum. Nasıl sinirlenmem?” İl Başkanı olduğumda Belediye şirketinin kestiği faturayı da bulamamıştım. Faturanın fotokopisini getirdiklerinde, fatura tarihinden sonra İzmir İl Başkanlığına gelen üç başkanın da borcu ödemediğini görmüştüm. Ödememelerinin sebebiyse, Belediye şirketinin tahsilat konusunda yeteri kadar baskı yapmamış olmasıydı. Bu duruma çok üzülmüştüm. Yönetim Kurulu toplantısı yaptığımız bir gün de icrayı göndermişti. Toplantıda, kendisinin il yönetimine soktuğu sekiz il yöneticisi de vardı. O akşam, İl Başkanlığında yönetim kurulu toplantısı olduğunu biliyordu. Amaçları “zayıf ve beceriksiz bir İl Başkanı” imajı çizdirmekti. Ama bunun geri tepeceği hiç aklına gelmemişti. Böyle bir davranışın ardından Avukat Hanım ve İcra Memuru hiçbir işlem yapmadan gittiler. Ben de partim zarar görmesin diye bunu kimseyle o zaman paylaşmadım. İnsanların kişisel siyasi hırsları adına takındıkları bu tavır; güçlerimi ve beni daha da sağlamlaştırırken, güçlendikçe özgürleşen, şahsımı olgunlaştıran ve soğukkanlı davranmaya iten ama bir o kadar da düşüncelerini söylemekten korkmayan bir birey yaptı” sözleriyle durumu ifade etti.

SUSAM’IN YÖNLENDİRDİĞİNİ DÜŞÜNDÜ!
Bayır, il başkanlığı döneminde yaşadığı bazı “sıkıntılı olayları” da kitabında yazdı.  Genel merkez bilim yürütme kurulu tarafından İzmir’de yapılan ve odaların katıldığı toplantıda dönemin Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın görevi olmamasına rağmen soru soran gazetecilere mikrofon yönlendirdiğini söyledi. Bayır, “Aslında bu görevi, İzmir İl Başkanı olarak örgütü tanıdığım, sorunları bildiğim, toplantıya katılan sivil toplum kuruluşları ve odalardaki arkadaşları tanıdığım için, benim yapmam gerekiyordu. O sırada mikrofonu yönlendirdiği kişilerden biri, Genel Başkanımıza öyle bir soru yöneltti ki:

“İzmir’de uzun yıllardır Belediye Başkanlığı yapmakta olan Aziz Kocaoğlu, körfeze o kadar masraf yaptı, hani körfezde denize girecektik? Geldiğimiz noktada hiçbir gelişme sağlanmadı, ne yaptı Aziz Kocaoğlu?”

Genel Başkanımızın beklemediği bir soruydu. Doğal olarak yanında Belediye Başkanı yok, İl Başkanı yok, sinirlendiğini hissettim. Soruyu soran adamı yönlendiren de Mehmet Ali Susam idi. Bunun üzerine Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, salona dönerek: “Aziz Kocaoğlu neredesiniz, sorunun cevabını verin.” dedi. Aziz Kocaoğlu bu duruma oldukça şaşırdı ve sinirlendi. Açıklamalarda bulundu ama Mehmet Ali Susam’ın soruyu sordurduğunu düşündü. Böylelikle, seçimlere birkaç gün kala, Tarihi Havagazı Fabrikası’nda yapılacak olan basın toplantısının seyrini değiştirecek olan olayın fitili; Kaya Termal Otel’deki toplantıda ateşlenmiş oldu” ifadelerini kullandı.

Bayır, Tarihi Havagazı Fabrikası’nda Susam-Kocaoğlu gerilimini ise şu sözlerle hatırlattı:

“Toplantı başlamadan önce, basın mensupları ve örgütteki üyelerimizle ilgilenirken, organize ettiğim oturma düzenine Alaattin Yüksel’in müdahale ettiğini gördüm. Oturma düzenini niçin bozduğunu sorduğumda da “Hepimiz aynı örgütteyiz böyle bir şeye gerek yok!” şeklinde bir açıklamada bulundu. Fakat korktuğum başıma gelmişti. Mehmet Ali Susam ve Aziz Kocaoğlu yan yana oturuyordu. O sırada yerel ve ulusal tüm kanallar da canlı yayın yapıyordu. Birden ne oldu ise oldu, Aziz Kocaoğlu’nun sesi yükselmeye başladı. Durumu fark eden Alaattin Yüksel, Kocaoğlu’nu sakinleştirmeye çalışsa da başarılı olamadı. Kocaoğlu, Susam’a “Sen bana hesap soracak adam mısın? Yeter yedi yıldır senden çektiklerimiz. Burama kadar geldi. Sen kimsin ya?” diye bağırdı. Tüm ulusal kanallar orada canlı yayındaydı. Bir taraftan, Mehmet Ali Susam’ın yanına giderek onu sakinleştirmek için çaba harcarken, diğer taraftan da Aziz Kocaoğlu’nu yatıştırmaya çalıştım. Fakat Kocaoğlu, sinirle sandalyesinden kalkarak, salonu terk etti.

Terk ederken de yine Susam’a:

“Sen kimsin? Seni aday yap (...). Utanmıyorsunuz be. Delirtinceye kadar uğraşıyorsunuz. Sen bana hesap soracak adam mısın lan, adam mısın? Terbiyesize bak ya. Yedi senedir kan kusturuyorsun millete be. Terbiyesiz. Bana gelmiş, ne diyor? Ben gönderdim mikrofonu diyor. Üzülmüş! Üzülme lan üzülme. Terbiyesiz, terbiyesiz!” diye bağırdı.

İlerleyen günlerde, Genel Başkanımız beni arayarak, yaşanan bu tatsız olayda kimin hatalı olduğunu sordu. Her iki tarafın da yanlış davrandığını söyledikten sonra, özellikle belirttiğim diğer konu da; İzmir’in il başkanı olarak yaptığım oturma düzenini bozan kişinin asında en büyük hatalı olduğunu da söylemeden edemedim. Alaattin Yüksel’in, bir an düşünmeden verdiği karar, o gerginliğin yaşanmasına sebebiyet vermişti. İl Başkanı ve toplantıdan sorumlu kişi olarak, böyle bir oturma düzenini neden yaptığımı tarafıma sorsaydı, gerçeği öğrenecek, dolayısıyla milletvekili seçimleri öncesi böyle sıkıntılı bir olay yaşanmayacaktı.

BASINA SIZDIRILAN YANLIŞ BİLGİ
Milletvekili Bayır, il başkanlığı yaptığı 17 aylık süreçten sonra kongrede aday olmak istediğini fakat kendisinin yıpratıldığını söyledi. Yıpratma işini de bizzat Alaattin Yüksel’in yaptığını anlatan Bayır o dönemi şu sözlerle gündeme getirdi:

“Genel başkanımıza görüşmek için gittim. Niyetini öğrenmekti. Bana ‘görevine devam edeceksin’ dedi. Bu görüşmeyi yaptığımızda Alaattin Yüksel milletvekiliydi ve o gün öyle bir şey yaptı ki... Ben, henüz Genel Başkanımızın odasından çıkmadan, bütün İzmir basınına “İl Başkanı Tacettin Bayır ile Genel Başkanın görüşmesi otuz saniye sürdü.” diye gerçek olmayan bir bilgi vermişti. Bu durum da beni oldukça üzmüştü. Aslı astarı olmayan yalan bir bilgiydi. Genel Başkanımızın odasına girdiğimde, kendisine ve bana ada çayı söylemişti, beraber çaylarımızı içerken İzmir’le ilgili görüşlerimi paylaşmıştım. Ne kadar yol aldığımızı, neyi düzeltip neyi düzeltemediğimizi, neler yapmamız gerektiği konusunda bilgiler vermiştim. En az 25-30 dakika da odasında kalmıştım. Sonrasında Ankara’dan İzmir’e döndüğümde, basından arkadaşlar beni arayarak “Genel Başkan ile görüşmeniz 30 saniye sürmüş. Niçin böyle oldu? Ne düşünüyorsunuz?” şeklinde sorular sormuştu. Tabii oldukça şaşırmıştım. Gerçek olmayan bir bilginin basına böylesine sızdırılması, bir milletvekili hatta Genel Başkan Yardımcısı tarafından servis edilmesi hiç hoş değildi”

BENİM ADAMIM OL
Büyükşehir Belediyesi’nin komisyon üyelerinin seçiminde yaşadığı sıkıntılı dönemleri de anlatan Bayır, kitabında, “Bir tarafta “Benim adamım olacaksın.” diyen Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel, diğer tarafta “Onların yanında durma, benimle hareket et.” diyen, Mehmet Ali Susam! Ve üzerime kurmaya çalıştıkları baskılar... Kimsenin adamı olmayacağımı İl Başkanı olduğumdan bu yana dile getirsem de, sanırım bu durumu halen kabul edememişlerdi. Kendi doğrularımla hareket edip ortak bir paydada birleşerek kavgaları, sürtüşmeleri bitirmek istediğimi de anlayamamışlardı. Bu kavgaların hizmet anlamında da İzmir’e hiçbir şekilde faydası yoktu. Çok kırılmıştım ve üzgündüm. Kişiler, yaptıkları haksızlıklar yüzlerine haykırılmadıkça, benzer yanlışları yapmaya devam ederler. Benim de Aziz Kocaoğlu’na yaptığının aslında ne kadar adaletsizce olduğunu söylemem bu sebeptendi. Anladı mı? Bilmiyorum!” sözlerine yer verdi.

PARAMI VERMEDİ!
Milletvekili Bayır, şu anda Narlıdere Belediye Başkanı olan eski İl Başkanı Ali Engin ile yarıştığı kongrede yaşadıklarını anlattı. Sürece dair bilgiler paylaşan Bayır, “Adaylığımı açıkladıktan sonra ilçelerdeki delegeleri gezerek destekleyenlerin imzalarını almıştık. Özellikle; Ödemiş, Beydağ, Kiraz, Bayındır, Tire, Selçuk bölgesinde İlçe Başkanları toplantı yaparak bir gazeteye; İl Başkanı olarak beni desteklediklerini açıkladılar. Bu demeçten sonra karşı grupta olan Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel bu bölgelere ziyarette bulunup, İlçe Başkanlarına kendi adaylarının Ali Engin’in olduğunu ve bu bölgedeki delegelerinde Ali Engin’i desteklemeleri gerektiğini söylediklerini öğrendim. Bunu yapmadıkları takdirde de; Tire İlçe Başkanına Tire’den süt almayacaklarını, Bayındır İlçe Başkanına çiçek almayacaklarını, Ödemiş İlçe Başkanına da, ağaç fidanı almayacaklarını ifade etmişler. Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel bölgelerden ayrılır ayrılmaz İlçe Başkanları telaş halinde beni aradılar. Beni çok sevdiklerini, İl Başkanı olarak yine beni görmek istediklerini, fakat üzerlerindeki tehdit ve baskıyı anlattılar. Çocuklarının eşlerinin işleri kaybetmemesi için, bana verdikleri destek imzalarını da yırtıp atmamı ve kendilerini affetmemi istediler. Örgütümüze hiç de yakışmayan bu yaptırımlardan da böylelikle haberim olmuştu. Ani gelişen bu durumla ilgili, Genel Başkanımız İl Kongresinden bir gün önce İzmir’e gelmişti. Kendisini kaldığı otelde gece yarısı ziyaret ederek, seçimi kaybedeceğimizi, yaklaşık 170 civarında arkadaşa, Büyükşehir Belediyesi’nde işe alınma sözü verildiğini, bu sebepten dolayı da, il delegesi olan bu kişilerin imzalarını geri çekmeye başladıklarını, seçimin riske girdiğini belirttim. Kendisinin de bana sahip çıkmamasını, “Seçimi, İzmir’de Kılıçdaroğlu’nun desteklediği Tacettin Bayır kaybetti.” demelerini istemediğimi ifade ettim. O an genel başkanımızın yüzündeki ifadeyi hiç unutmam. Kongrenin yapılacağı gün, içimde hem çok büyük bir heyecan hem de burukluk vardı. Kongre konuşmam sırasında, salonu dolduran örgütümüzden aldığım coşku ve güç her ne olursa olsun pes etmemem gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Her ne kadar kaybedeceğimi bilsem de, her bitişin aslında bir son değil, başlangıç olduğunu, önümde büyük başarılarla taçlandıracağım yılların beni beklediğini hissedebiliyordum. Yaşam kök gövdeden beslenen bir bitkiydi. Toprağın üzerinde görünen sadece belki bir yaz yaşar sonrasında solar giderdi. Baskıyla, yaptırımlarla, tehditle İzmir CHP İl Başkanlığını kazananlar gibi...”

Bayır, organizasyon için Kocaoğlu’nun salon tahsis ettiğini fakat süsleme ve ses düzeni için söz vermesine rağmen yerine getirmediğini yazdı. Bunun için partililerden Serkan Çildan ile 36 bin TL’ye anlaştığını, Çildan’ın kendisinden önden para istediğini ve şahsi çeklerini verdiğini söyledi. Seçimi kaybettikten sonra göreve gelen İl Başkanı Engin’in hazırlıkları yapan Çildan’a parayı ödediğini belirten Bayır, “Yeni seçilen İl Başkanı Ali Engin ve ekibinde olan arkadaşlara, bu organizasyon için yönetimin bilgisi dâhilinde 36 bin liraya anlaştığımı ve işlerin bir an önce başlaması için de ön ödeme kaparo olarak, üç adet kendi şahsi çekimden kestiğimi üstüne basa basa söyledim. Eğer ödeme Genel Merkezden gelirse de şahsi çeklerimi geri almadan ödeme yapmamalarını özellikle de belirttim. Ama sanki ben böyle bir şey söylememişim gibi; Genel Merkez’den gelen para İl Başkanlığının hesabına çıkartılıyor. İl Başkanı başta olmak üzere, yönetimdeki diğer arkadaşların da durumu bilmesine rağmen Serkan Çildan’ın hesabına havale ile ödeme yapılıyor. Böylelikle Serkan Çildan çeklerimi de tahsil ettiğinden dolayı, parayı da iki kez almış oluyordu. İl Başkanlığı’nın para gönderdiği Serkan Çildan’ın hesabına da vergi borçlarından dolayı haciz konduğu için ödeme de geri iade edilmedi. Benim şahsi çeklerimi de yaptığı masraflar karşılığında kullandı. Sonrasında Serkan Çildan’ı işyerime birkaç kez çağırıp yaptığımız sözleşmeyi ve verdiğim çeklerin makbuzlarını gösterip bu yaptığının usulsüzlük olduğunu, sahtekârlıktan hapis bile yatabileceğini söylesem de, gönderilen parayı hesaptan alamadığını, çekleri de kullandığını, işlerini toparlayınca ileriki tarihlerde bana geri ödeme yapacağına söz verdi. İlerleyen zamanlarda 7 bin lirasını verdi. Ama kalan rakamı, o gün bugündür geri ödeyemedi” sözleriyle anlattı.

YÜKSEL BAŞKAN OLMAK İSTEDİ
Bayır, 2015 il kongresinde Alaattin Yüksel ve Nevzat Kavalar’ın yarıştığı süreci de anlattı. Bayır,  Yüksel’in il başkanı olmak gibi bir niyetinin olmadığını söylerken, “Buradaki amaç bence farklıydı. 2017 yılında seçilecek olan İl Başkanı, 2019’da yapılacak seçimlerde kilit noktaydı. Öyle ki, yerel yönetimler il ve ilçe başkanlarını seçtikleri gibi, özellikle Büyükşehir Belediye Başkanlarını da belirleyecekti. Alaattin Yüksel, İl Başkanı olarak iki yıl görev yaptığı takdirde, 2017 yılında yapılacak il kongresinde kendi yerel yönetimini oluşturacaktı. 2019 yılına daha da güçlü girecekti. Bunun altında da, Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yapma isteği olduğu kanısındaydım. Partide uzun yıllar mücadele vermiş biri olarak Büyükşehir Belediye Başkanlığının haklı olarak kendisinin hakkı olduğunu düşünüyordu” ifadelerini kullandı.

FETHULLAH GÜLEN AYRINTISI
Milletvekili Bayır, geçmişte İzmir Ticaret Odası eski Başkanı Ekrem Demirtaş ile yaşadığı ayrışmayı ve sorunları FETÖ Terör Örgütü Lideri Fethullah Gülen olayı üzerinden anlattı.  Demirtaş ile ticaret odası meclis üyesi olarak çalışmaya başladığı dönemde çok tartışmalar yaşadığını ifade eden Bayır o dönemi, “Ticaret Odası’nın her ay çıkardığı Vizyon adında bir dergi vardı. Her ay işyerlerine dağıtılırdı. O ay iki sayı çıkarmışlardı. Bir gün dergileri incelediğimde, Hollanda’da yaşayan tiyatro sanatçısı Nilgün Yerli Günel isimli bayanın çocuğu ile yaptığı sohbeti köşe yazısına taşıdığı satırları okumaya başladım. Okuduklarım karşısında şaşkınlığımla birlikte öfkem de katbekat çoğaldı. Çocuk annesine “Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ten başka bir büyük lider yok mu?” diye soruyordu. Annesinin “Olmaz mı var tabii ki!” şeklinde yanıtlarken Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını da alaycı bir dille anlattığını fark ettim. Bir sonraki sayıda da aynı kişi, Fethullah Gülen’den övgüyle bahsediyordu. Afrika’da açtığı okullardan, oradaki başarılarından, çocuklara verilen özel eğitimlerden bahsediyordu. Bu duruma çok sinirlenmiştim. Bir sonraki toplantıda dergileri yanıma aldım. Meclis üyesi olarak söz istedim. Ve başkana sorular sordum: ‘Yazar, bu cesareti kimden alıyor? Fethullah Gülen, aranmakta olan biriyken, herhangi bir yazar, herhangi bir suçtan aranan kişi veya kişileri odamızın yayın organlarından övebilir mi? 50 bin oda üyesine bu durum nasıl izah edilecek? 125 yıllık Ticaret Odası, Atatürk’ü eleştiren, bir cemaat örgütünün başı F.Gülen’i öven yazıların yayınlanmasına nasıl izin verebilir?”

İTO Başkanı Ekrem Demirtaş ise derginin profesyonel bir firma tarafından hazırlandığını belirterek “Yazıda, bahsedilen kişiye övgü yoktur. Ayrıca bir dergide çıkan yazı, yazarını bağlar. Sansür olmaz.” diyerek Nilgün Yerli Günel’i savundu. Hemen ardından da, kendisinin Fethullah Gülen’in Afrika’da açtığı okulları ziyaret ettiğini, orada 27 okulu olduğunu belirtikten sonra da, “Öyle zor bir coğrafyada Türk Okulu açanın elini öperim.” şeklinde konuştu. O an toplantıda bulunan arkadaşlar masalara vurarak protesto ettiler. Konuşmasında daha fazla ileriye gitmesini istemediler. Aramızdaki tartışma uzun süre devam etti. Kendisi halen söylediği cümleleri inatla yenileyerek: “Öyle zor bir coğrafyada Türk Okulu açanın elini öperim.” şeklinde konuşmasını sürdürmek istedi. Ben de ısrarla, Ticaret Odası’nın Ege bölgesinde 125 yıllık ciddi bir kurum olduğunu, Ticaret Odası’nı cemaatlerin arkasına takamayacağını söyledim. Ertesi gün, toplantıda gerçekleşen konuşmaların videosu basına sızmıştı. Bundan dolayı kendisi de, yazılı bir açıklama yapmak zorunda kaldı. İlerleyen süreçlerde, Fethullah Gülen’le ilgili yaşanan olaylardan dolayı olsa gerek, Türk basınındaki internet sitelerindeki haberler sansürlendi. O video da kaldırıldı. Sonrasında öğrendim ki; Amerika’da FG isimli bir sayfada –Fethullah Gülen Cemaati’nin- kırmızı listesinde firmamın adını aldıklarını öğrendim. O hafta da firmamızdan malzeme alan birkaç müşterim, Fethullah Gülen hakkında yaptığım olumsuz konuşmadan dolayı alışverişi kesip artık benden mal almayacaklarını ifade ettiler. Gülen cemaatinin kendi içerisinde böyle bir dayanışma içerisinde olduğunu da görmüş olduk” sözleriyle açıkladı.

Milletvekili Bayır, TBMM’deki görev yaptığı döneme ilişkin anılarını da yazdığı kitapta Kır Çiçekleri Bursu’nun hikâyesini de paylaştı. Bayır, 15 Temmuz Darbe Girişimi, meclisteki kavgalar, OHAL Yasası, Kanun teklifleri,  Adalet Yürüyüşü, İyi Parti’ye geçiş ve 15’liler hikâyesi gibi hayatındaki siyasi gelişmeleri de paylaştı.

 
Karşıyaka'da Evrim Ateşler'den tek kişilik gösteri
 
Buca'da Belediye ekipleri yavru köpekleri hayata döndürdü
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
AK Partili Nasır, iş adamlarının sorunlarını dinledi
AK Parti İzmir Milletvekili Necip Nasır, MÜSİAD İzmir Şubesi'nin düzenlediği ...
CHP'li Özel'den Bakan Pakdemirli'ye 'üzüm' salvosu: Manisa'yı sana dar ederiz!
Manisa'nın Salihli ilçesindeki üzüm üreticileriyle bir araya gelen CHP ...
Mehmet KARABEL yazdı... Güç oyunları başlıyor!
Mehmet KARABEL yazdı... Güç oyunları başlıyor!
 
MHP'de kritik istifa: O il başkanı görevi bıraktı!
MHP Antalya İl Başkanı Mustafa Aksoy, görevinden istifa ettiğini açıkladı.
İzmirli iki başkandan lidere ziyaret
Narlıdere Belediye Başkanı Ali Engin ve Selçuk Belediye Başkanı Filiz ...
AK Parti'den flaş erken seçim açıklaması!
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, MKYK toplantısı devam ederken basın mensuplarına ...
 
'FETÖ'cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar ders vermeye kalkışmasın'
Adalet Bakanı Gül, "Daha düne kadar FETÖ'cülerle aynı maklubeye kaşık ...
CHP'li Polat'tan konteynerde eğitime tepki
CHP YDK Üyesi ve İzmir Milletvekili Mahir Polat, İzmir’in Buca İlçesi ...
CHP'li Bakan, konteynerde eğitimi meclise taşıdı
Buca’da okul binalarının yenilenmesini alan şirket iflas edince okulsuz ...
 
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Erken seçim hangisine yarar?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Endüstriyel futbol öğütüp yutuyor!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva