HABERLER>GÜNCEL
13 Mayıs 2011 Cuma - 09:17

Silivri'den ses var: İşte Balbay'ın seçim bürosu!

TGF Genel Başkanı Atilla Sertel Silivri Cezaevi’nde tutuklu gazetecilerle yaptığı görüşmeleri egedesonsoz.com için kaleme aldı. Sertel’in özellikle CHP İzmir adayı Mustafa Balbay’ın hücresini seçim bürosuna dönüştürdüğünü anlattığı bölüm, yürekleri burktu.

Silivri den ses var: İşte Balbay ın seçim bürosu!

İZMİR - Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel, Silivri'de tutuklu bulunan gazetecilerle yaptığı görüşmeleri www.egedesonsoz.com için kaleme aldı. CHP'den aday gösterilen Mustafa Balbay'ın yanısıra Tuncay Özkan, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Deniz Yıldırım, Barış Terkoğlu gibi isimlerle görüşmelerinden detaylar aktaran Sertel, Balbay'ın seçim bürosuna ilişkin anlatımıyla yürekleri dağlıyor. 

Federasyon ve Cemiyet Başkanı sıfatının yanısıra geçtiğimiz yıl Gazetecilere Özgürlük Platformu Başkanlığı'nı da yürüten Sertel, onlarca kez gittiği Silivri cezaevindeki görüşmelerinden elde ettiği çok özel detayları egedesonsoz.com için kaleme aldı. 

İKİ ODALI HÜCRENİN BİRİ SEÇİM BÜROSU OLDU!
Balbay'ın iki odalı hücresinin bir odasını seçim  bürosu olarak açtığını anlatan Sertel, "Balbay, iki odalı, tek başına kaldığı tecrit hücresinin bir odasını seçim bürosu yapmış: CHP İzmir 2’inci Bölge Milletvekili Adayı Mustafa Balbay Seçim Bürosu, yazmış. Seçim bürosunun kapısına Mustafa Kemal Atatürk’ün kalpaklı bir fotoğrafını  asmış, ardında Türk Bayrağı olan… Mavi kapı üzerinde Kırmızı, beyaz bayraklı Atatürk posteri çok şık durmuş…Seçim bürosunun açılışına katılan olmamış. Çiçek gönderen de olmamış, büronun açıldığını  duyan da yok. Gelen de olmamış. Seçim bürosu bomboş..
Mustafa, “Zaten kimseye davet göndermedim” diyor, gülüyor… Açılışı gördüyse 24 saat koğuşları gözleyen cezaevi idaresi görmüştür" diyor. 
Sertel, olay yaratacak yazısında Mustafa Balbay'ın hücre seçim bürosunda seçmenlerine hitaben yaptığı konuşmalardan da detaylar veriyor. 

İşte Atilla Sertel'den gündem yaratacak o yazı: 

SİLİVRİ'DEN SES VAR!
Silivri duruşmalarını sayısız kez izledim.

Duruşma aralarında uzaktan da olsa sesini duyduğum, uzanıp ellerinden tutup yüreğime basmak istediğim gazeteci arkadaşlarımla sesimizin ve görüntümüzün kamera kayıtlarına alındığının bilinciyle, özgürce sohbet ettim.

Kış aylarında, sorularımızın arasında mutlaka, “*Koğuşlar soğuk mu*”, “*Üşüyor musunuz*” soruları vardı…

Yazın bunaltıcı sıcaklarında, “Daracık hücrelerde nasıl dayanıyorsunuz bu delirtici sıcağa”  sorusunu da mutlaka sorduk.

Havadan, sudan… Soğuktan, sıcağa…

Erikler çiçeğe durdu. Şeftaliler mor çiçeklere büründü… Trakya’nın tarlalarında artık ayçiçeğinden çok, kahverengi toprağı sarıya boyayan kanola bitkisinden de söz ettik.

Özel yetkili mahkemelerin, çok özel koşullarını birlikte yaşadık.

Duruşmalarda gözyaşına da tanık olduk. Yüreğimizin isyanına da. Çok şiddetli ama sessiz yürek protestolarını da gördük.

İki yıl içinde sayısız duruşma. Önce bireysel, sonra Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) ile birlikte örgütsel katılımlarda gazeteci arkadaşlarımıza moral vermeye, onlardan moral almaya geldik…

Oktay Ekşi ile Başlayan GÖP dönem başkanlığı, Orhan Erinç’le sürdü. Yeni yılın ilk iki ayında GÖP adına bizim adımız vardı. Sonra Ercan İpekçi devraldı  bayrağı, Ferai Tınç şimdinin dönem başkanı… Göz açıp kapayıncaya günler, ayları kovaladı. Her duruşma öncesi tahliye umuduyla ayaktaydık…
Alınan, “*İkiye bir*” kararlarda tutukluluğun sürmesi ardından gazetecilerin peş peşe Silivri’ye gönderilmesi ile acımız da arttı, sayımızda…

100-300 kişilerle yaptığımız protesto yürüyüşlerimiz binlere, on binlere uzandı. Kendi sorunumuzu kendimiz çözeceğiz, kol kırılır yen içinde kalır düşüncemiz zorunlu olarak değişti, gazetecilere özgürlük, basına özgürlük mücadelemiz sınırları aştı.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü  Günü’nün ilk kez uluslararası boyutta bir konferansla İstanbul’da düzenlenmesi ve Avrupalı meslektaşlarımızın, Avrupalı  basın örgütlerinin duyarlılığı yüreğimize su serpti.

Bu duygular içinde sabahın saat sekizinde, yıkılmak istenen Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde buluşuyoruz.

4 Mayıs günü gazeteci örgütlerinin temsilcileri, Avrupa’dan gelen gazeteciler ile birlikte Silivri’de tutulan arkadaşlarımızı ziyaret etmeye ilişkin talebimiz son gün de olsa onaylanmıştı. Adalet Bakanlığı’ndan
Avrupa’dan gelenlere izin yoktu, bize izin çıktı.

TGS Genel Başkanı Ercan Sadık  İpekçi, TGF Genel Başkanı Atilla Sertel, TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Ümit Gürtuna, Basın Konseyi Genel Sekreteri Avukat Hasan Sınar, Basın Enstitüsü Başkanı Ferai Tınç, G-9 Dönem Başkanı Doğan Tılıç, Atilla Özsever, Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı Göksel Bozkurt,  TGS Avukatı Meliha Selvi birlikte cezaevine girecektik.

Bize eşlik eden TGS saymanı  Hüsnü Erdem ile Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) Başkan Yardımcısı Philippe Leruth vardı. Ancak onların içeriye giriş izni yoktu…

Cezaevine de ziyaretçi sıfatıyla beşinci kez gidiyorum.

İŞTE BALBAY'IN ÇOK ÖZEL SİLİVRİ FOTOĞRAFLARI

Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan’la, Deniz Yıldırım’la görüşmelerin ötesinde tüm arkadaşlarımızla görüşecektik. Bir an önce cezaevine ulaşmanın ve onlarla geçireceğimiz her dakikanın önemini hissediyor, heyecanlanıyordum.

Minibüsün içinde de bu heyecan vardı…

Gazeteler okunuyordu. Basın özgürlüğüne duyarsızlık, kongrede gün boyunca söylenen sözler, Avrupa’dan gelen meslek örgütü başkanlarının söyledikleri birkaç  gazete dışında medyada yer bulmamıştı.

Teselliyi ertesi günde beklemekte bulduk.

*CEZAEVİNE GİRİŞ*

Silivri Cezaevi’ndeyiz.

Hüsnü ve Philippe ile vedalaşıyoruz. Minibüs şoförü ile birlikte kalıyorlar. Ercan Sadık İpekçi konuğumuzu gösteriyor:

Philippe giremeyeceğini bile bile geldi: “Gazeteciler nasıl bir cezaevinde yatıyor, dışarıdan da olsa görmek istiyorum” dedi.

Bizi cezaevine götürecek ana giriş  kapısındayız. Ayakkabılarımızı, ceketlerimizi çıkarıyoruz, ışın kontrolünden geçiyoruz.

İçeriye girmeden önce Silivri Cezaevi ile ilgili olarak edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak isterim. Bu bilgiler Cezaevinin resmi sitesine Müdürü Necati Sevük’ün kaleminden konulmuş. Özetle veriyorum:

Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları  Kampüsü 938 bin 024 metrekarelik bir alana konuşlandırılmış. Silivri’ye 12, İstanbul’a 70 kilometre uzaklıkta… Kampüs içinde biri açık, 8’i L tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu var. 10 bin kişiye yemek hazırlayan mutfak, sağlık ocağı, destek hizmet binası, duruşma salonu, ziyaretçi bekleme salonu, kademe binası,  çamaşırhane, Isı Merkezi, Jandarma Tabur binaları, 500 lojman, İlköğretim Okulu, alışveriş merkezi, kreş, 6 adet trafo, iki adet su deposu, atık su arıtma tesisi…

20 bin ekmek kapasiteli fırını  var… Kuaförü, restoranı, açık kantini, hükümlü kantini…  Kısacası bir kent yaratılmış, bir tutuklu ve hükümlü kenti.

Tutukluların, tabelada yerini alamadığı  ama tutuklu olarak en ağır cezanın çektirildiği kapalı  ceza infaz kurumu. Peşinen çekilen, çektirilen ceza yansımış tabelalarına… Ceza ve İnfaz Kurumları Kampüsü bir büyük yatırım. AKP iktidarının çok önemli yatırımlarından biri olmasına rağmen başbakan seçim meydanlarında bu yatırımından söz etmiyor… Şaşırmamak elde değil.

Neyse ziyaretçi bekleme salonuna giriyoruz.

Ayakkabısız. X-ray ışıklı  dolaptan ayakkabılarımızla birlikte ceketlerimiz, üzerimizdeki tüm metal eşya geçiyor. Cezaevinin ziyaretçi salonuna dahi cep telefonunuzla giremezsiniz. Tecrübeliyiz ya, Silivri’ye ilk kez gelen gazeteci arkadaşlarımızı uyardık, cep telefonlarımızı, cüzdanlarımızı minibüste TGS saymanı Hüsnü Erdem’e emanet ettik.

Çoraplarımızla girdik içeriye. İstediğin kadar çıkar üstündekileri… Çırılçıplak da kalsanız ille de “öteceğine” inandığım kapıdan girişte sorun yaşayacaksınız. Bu halde elle yoklanmayı göze almalısınız. Neyse erkekleri arayan ile kadınları arayanlar ayrı ayrı kişiler. Ayrıca kadınlar odada kadın görevlilerce kapalı bir odada aranıyor. Bunun nedenini içeride gazeteci ağabeyimiz Doğan Yurdakul’dan öğrendim, onun ağzından anlatacağım…

Ziyaretçi bölümünde girdiğimiz odalardan birinde toplandık, odanın kapısı cezaevi girişine açılıyor. Asker açıyor kapıyı, hep birlikte bizi 1 Nolu cezaevine götürecek minibüse doluşuyoruz.

Hava yağışlı ve soğuk. Mayıs ayının dördündeyiz ama hava yine de soğuk… Isınamadık bir türlü, diye yakınıyorum. Isınmadı havalar. Bu beton duvarların ısınması herhalde Temmuz ortasını bulur, diye düşünüyorum. Betonun soğuğu da, sıcağı da berbat olur. Üşütür ve yakar.

1 Nolu Cezaevinin idare binasındayız. Belli ki bizi bekliyorlar. Ellerinde Adalet Bakanlığı’nın açık görüş için izin kağıdı. Kimliklerimiz, kağıtlar tek tek kontrolden geçiyor, biz de elle aramadan geçiyoruz. Her seferinde fena yakalanıyorum. Geçen sefer ceket astarımda yakalanmıştı nazar
boncukları, minik minik iplere dolanmış. Bu kez ceketin küçük iç cebinde iğneli nazar boncuğunu buluyorlar. Bize ayrılan emanet dolabına bırakıyoruz. Eşim Ziynet beni nazara karşı korumaktan asla vazgeçmedi, geçmeyecek. “Küçüklü, büyüklü nazar boncukları hemen her ceketimin astarında ya da iç cebinde yerini alır. Ben çıkarırım, o fırsatını bulur ve yerleştirir” diyorum, görevli astsubay gülüyor.

“Ne güzel, eşiniz sizi seviyor, nazara gelmeyin istiyor” diyor.

*------ GÖZÜMÜZÜN  İZİ ARŞİVLERDE-----*

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, “*Kim muhafazakar, kim Ramazanda oruç tutuyor hepsini fişlemişler*”* * demiş ardından eklemişti:

*Eee şimdi de biz onları fişliyoruz*.

Belki de böyle bir itirafta bulunduğu için, belki çalışma performansı yeterli görülmediği için bu kez AKP Milletvekili aday listelerinde yer alamadı ama tarihe düştüğü not hafızalarımızda çakılı kaldı.

Kimliklerimizi veriyoruz. Daha önce 4 nolu cezaevinde kimlik bilgilerimizin, adresimizin, telefon numaramızın ve göz izimizin olduğunu söylüyoruz. Her cezaevinin yönetimi ayrıymış. Yeniden kaydımızı yaptırıyoruz. Ve gözümüzün retina izini veriyoruz.

Gazeteci arkadaşım soruyor:

Ne işe yarayacak, diyor.

Cezaevi giriş kapısını  gözünle açacaksın, diyorum.

Gülümsüyor… Belli ki şaka yaptığımı düşünüyor.

Yarım saati aşkın sürede kayıtlarımız yapıldı, retina izlerimiz alındı. Bir dahaki ziyarette bu zahmetlere katlanmayacağımızı umuyorum. Çünkü her şey kayıt altında.

Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan sen ne dürüst adammışsın, yazık oldu sana. Keşke yeniden aday gösterilseydin, kızgınlıkla da olsa senin kadar doğru söyleyen ve dobra konuşan siyaset adamını nereden bulacağız?

Asker eşliğinde demir kapıdan cezaevi avlusuna ve ardından cezaevine giriyoruz. Yeniden ışın kontrolü. Ayakkabılarımızı, ceketlerimizi çıkartıyoruz. Yeniden elle yoklanıyoruz. Bu arama üçüncü ve son kez arama. Gözümüzü kapının yanında ki cihaza dayıyoruz birer birer. Ses geliyor, tanındığımızı söylüyor makine, anlıyoruz ve döner kalın turnike kapıyı iterek içeriye giriyoruz.

Bu kez kucaklaşabileceğiz. Yan yana, diz dize oturacağız. Çünkü bu görüş günü açık görüş günü. Ne kadar şanslıyız. Ayda bir açık görüş gününe denk geldik, sevinçliyim. Sevinçliyiz.

Kapıda bizi karşılayan cezaevi müdürü  nazik, sohbet etmeyi seven bir insan. Bize yardımcı oluyor. Şimdi siz oturun, bizim arkadaşlarımız, teker teker getirecekler arkadaşlarınızı, diyor.

Aynı koğuşta kalsalar dahi tüm arkadaşlarımız teker teker gelecek. 15 kişiyle görüşeceğiz, süreyi iyi kullanmak gerek. “*Aynı koğuşta birlikte kalanları birlikte çağırsak*” diyoruz, “*Yok Bakanlıktan gelen izin de teker teker yazıyor*” diyor. Belki de böylesi daha iyi, her arkadaşımızın söyleyecekleri önemli. Birbirine karıştırmadan, birbirini görmeseler de biz herkesi göreceğiz ve dinleyeceğiz.

Arkadaşlarımızı göreceğim için sevinçliyim. Ama onların yaşadıklarını, tutuklu kaldıkları  süreleri, eşlerinden, çocuklarından, okurlarından ayrı geçirdikleri günleri düşündükçe hüzünleniyorum. İçim doluyor ancak moralli durmak gerek. Moral vermeye gelip, içeridekini bozguna uğratıp gitmek ne demek bilirim. “İlk gelecek kişi kim olacak” diye soruyor cezaevi müdürü. Listede ilk sırada Mustafa Balbay’ın ismi var, listeye göre hareket edelim diyor, İpekçi…

Evet, listeye göre…

Balbay geliyor…

Masalar dizilmiş, sandalyeler karşılıklı. Mustafa’nın yanına oturmak için masanın birini kıyıya çektim, yol açtım, karşıya geçtim. Gardiyanların hareketliliğinden anladık, Mustafa geliyor. Kapıdan girdi içeri. Salon alkış sesiyle inledi. Boş salonda 10 kişinin alkış sesi yüz kişiye bedel. Ya da biz bin, yüz bin kişiye bedel alkış sesi çıkardık, veya bana öyle geldi.
Salon alkıştan inledi. Mustafa kollarını iki yana açarak yüzünde o masum ve güzel gülümsemesi hızla yürüdü.

Sarıldık. Kucaklaştık. Öpüştük. Bir daha sarıldık. Ayaklarını yerden kesmek zor olmadı.

Neşeliydi.. Sağlıklıydı.. Umutluydu… Ve dostlarını gördüğü için mutluydu.

Tecriti sorduk önce, yalnızlaştırmayı…

“Yarım yamalak bir koğuşa yerleştirdiler. Tuvaletin çeşmesinde yıkadım bir süre bardaklarımı, tabaklarımı. Sayısız kere teknik elemanlar geldi, sonunda bir bardak yıkayabileceğim bir muslukla bir küçük mutfak bankosu yerleştirdiler. Biz bittik, tamirat bitmedi. Zamanından önce ve acele ile
yerleştirildiğimiz bu cezaevinde sorunlarımız var. Ancak görevliler bize karşı çok iyi davranıyor. Geçen gün bir gardiyan geldi, haftada üç gün bizim mektup günümüzdür, o günlerden bir gün. Elinde bir demet mektup. Suratından düşen bin parça. Hayrola ne oldu, diye sordum. Yok bir şey diye yanıt verdi, üsteledim, bir derdin mi var, diye. “Vallahi yok bir şey, size bugün az mektup gelmiş ona üzüldüm” dedi.



Mustafaya takıldım. “*Paneller azaldı, mektup yazın kampanyaları azaldı, başlayalım mı, mektup kampanyasına*”… Güldü, “*Yok yok geliyor mektuplar*” dedi…

O mektuplar tarihe not düşecek. Duyguların, mücadelenin, basın özgürlüğünün, yaşanan dönemin tanıkları… Her mektubun ayrı bir dili, ayrı bir değeri var. Gün gelecek Mustafa’ya yazılan mektuplar da kitap olacak, Mustafa’nın yazdıkları  da…

Gardiyanların çoğu seviyor Balbay’ı. O sevilmeyecek adam mı?

Duruşmalardan söz ediyoruz. Mustafa çarpıcı örnekler veriyor:

“Mahkeme sanıkların ortak eylemlerinden söz ediyor. Sanıklar aynı numarayı defalarca aradılar iddiasında bulunuyor.  Aranan numarayı söylüyor, sanıklar 4440444 numarayı defalarca aramışlardır, diyor. Aranan numara Yapı Kredi Bankası müşteri hizmetleri… Sanık arıyor, karşıdaki ses, “*Tüm elemanlarımız meşgul olduğundan*…” Ya da telefonla aramalarda karşıdan bir ses, “*Aradığınız terör örgütüne ulaşılamıyor*”



Mustafa Balbay, “*Yargı hukuka karşı bağımsızlığını ilan etti*” tümcesiyle durumu tüm yalınlığıyla ortaya koyduktan sonra devam etti:

“9 Mayıs’ta bizim duruşmalarımız yeniden başlıyor. Bir hafta sürecek.  Şu ana kadar ben bütün duruşmalara çıktım, orada bulundum. Bir yandan sanık olarak yargılanıyorum öte yandan bu duruşmaları bir gazeteci olarak takip ediyorum. Normal mahkemelerde yılda 4 ya da 5 duruşma yapılır. 30 yıllık duruşmayı geride bıraktık. Ergenekon ile ilgili yazı yazan, konuşan gazetecilerin gelip bu duruşmaları izlemeleri gerekir.”



*--- SEÇİM BÜROSUNU AÇTI---*


Mustafa Balbay’a arkadaşlar soruyor:

  - Bir milletvekili olarak vaatlerini sıralar mısın?
  - Basın özgürlüğü konusunda mecliste…

Mustafa gülüyor. Takılmalar hoşuna gidiyor. Sesini yükselterek, “*Sevgili seçmenlerim, yurttaşlarım*” diyor. Sonunu getirmeden hücresindeki seçim faaliyetlerini anlatmaya koyuluyor. Ha ondan önce şunu söylüyor:

“Usulen milletvekilliği yapmak istemiyorum. Size de, halkımıza da iki kapım açık olacak. Birincisi gönül kapım, ikincisi mecliste odamın kapısı”

Sonra seçim bürosu açtığının müjdesini veriyor. İki odalı, tek başına kaldığı tecrit hücresinin bir odasını seçim bürosu yapmış:

CHP İzmir 2’inci Bölge Milletvekili Adayı Mustafa Balbay Seçim Bürosu, yazmış. Seçim bürosunun kapısına Mustafa Kemal Atatürk’ün kalpaklı bir fotoğrafını  asmış, ardında Türk Bayrağı olan… Mavi kapı üzerinde Kırmızı, beyaz bayraklı Atatürk posteri çok şık durmuş…

Seçim bürosunun açılışına katılan olmamış. Çiçek gönderen de olmamış, büronun açıldığını  duyan da yok. Gelen de olmamış. Seçim bürosu bomboş..
Mustafa, “Zaten kimseye davet göndermedim” diyor, gülüyor… Açılışı gördüyse 24 saat koğuşları gözleyen cezaevi idaresi görmüştür.

Zaman zaman seçim büroma uğruyorum, “*Merhaba arkadaşlar*” diye sesleniyorum, ses veren yok.  Ama ben sıklıkla seçim büroma uğruyorum.

Biz yazıyoruz ya, yarın gidip koğuşundan seçim bürosunu kapatıp, Mustafa Kemal Atatürk fotoğrafını  indirmezler inşallah…

Mustafa Balbay bugünlerde Ali Ekber Yıldırım’ın getirdiği “İzmirim” kitapları dizisinin 41 semt 41 yazar kitaplarını okuyor. Harıl harıl İzmir çalışıyor. İzmir’in tarım sorunlarından, gençliğin sorunlarına… Gecekondu halkının beklentilerinden, işsizliğin çözüm yollarına, eğitim sistemine
kadar hemen her konuda okuyor, araştırıyor.

Milletvekili seçildiğimde görevimi usulen yapmak istemiyorum, sözüne uygun davranış için durmadan çalışıyor.

CHP’ye yani aday gösterildiği partiye daha fazla nasıl katkım olabilir, diye soruyor. Tekrarlıyor, 

“*Partime nasıl daha fazla yararlı olabilirim*”
İzmir’de seçim bölgesindeki tüm ilçelere mektup yazmış, CHP İl Başkanlığına göndermiş. Mektuplar açılıp okunduğunda, hele bir de seçmene düzgün bir biçimde iletilirse katkısı olacağı kesin. En azından Mustafa Balbay’ın seçmene ne demek istediği bilinecek.

Bu arada insanı ne kadar yalnızlaştırmaya, ne kadar umutsuzluğa, karamsarlığa itmeye çalışırsanız çalışın başaramıyorsunuz. Tecrit hücresine mi atıyorsunuz, yalnız kalsın mı istiyorsunuz. Başaramıyorsunuz, Allah yardım ediyor.

Balbay’ın hücre penceresinin yakınına kargalar yuva kuruyor. Önce dişi karga, sonra erkek karga yuvaya geliyor. Yakında yumurtalar çatlar, yavru kargalar gelir…

Mustafa’ya yazayım mı bunu diyorum. “Sen bilirsin” diyor.

Yazarsam acaba karganın yuvasını  da bozarlar mı endişesi var. Yok canım o kadar da zalim olamazlar. Onların derdi insan yavrularıyla, karga yavrularından ne isterler ki?

Yazıyorum ve içimden dua ediyorum:

  - İnşallah kargaların yuvasını da dağıtmazlar…

Mustafa Balbay’la vedalaşıyoruz. Geldiği gibi ama daha moralli, başı dik
alkışlarla uğurlanıyor…

Şimdi sıra Tuncay Özkan’da… O gelecek…

*TUNCAY: ÖZGÜRLÜK BENİM RUHUMDUR*

Tuncay Özkan göründü kapıda. Ellerini iki yana açarak geldi,  herkese tek tek sarıldı. Sarıldık. Ellerimi sordu, egzamadan yarılan avuç içlerimi.
Sıkıntıdan, üzüntüden sonra artan deri dökülmelerini… Yeniden doktor ismi önerdi, “ihmal etme git” dedi.

Cezaevinde kendi derdini unutmuş  benim avuç içlerimi düşünüyor…

Kendi elleriyle yaptığı, boncuklardan ördüğü kırmızı balığa teşekkür ettim. Cemiyette odamda duruyor kırmızı balık dedim. “Canımsın” dedi, mutlu oldu. O çıkamasa da onlar çıkamasa da kendi beyin ürünleri kitapları dışarıda, sıkıntılarını unutturan el işleri özgür…

Tuncay anlatıyor:

“32 ayım oldu burada. Geçmişe yönelik hiçbir pişmanlığım yok, nerede yanlış yaptım diye. Hep örgütlü oldum. Usta iyi yetiştirmiş. Yılmaz Gümüşbaş, Ümit Gürtuna. Sendikalı oldum, ÇGD’li oldum. Mustafa Ekmekçi döneminde Tuna Caddesi’nde sendikaya gider gelirdik. Buluştuğumuz, konuştuğumuz yer orasıydı. Sendika çok önemli. Sakıp Sabancı ile röportaj yapmıştım.
Brissa’da başarınız nedir diye.  Sakıp Sabancı, “Ben hiç karışmadım. Sendika ve işçiler bu işi başardı. Rıdvan topladı işçileri, üretimden ve çalışmalardan söz etti. Üretimdeki başarı, büyüme sendika ve işçilerindir” dedi. Örgütlü mücadelenin başarısı.

32 aydır buradayım. Her duruşmada soruyorum ve soracağım, “Benim suçum ne, söyleyin”. Savcı, “Suçunu en iyi kendisi bilmektedir” dedi. Suç Cumhuriyet mitingleri düzenlemek mi? Suç Kanaltürk televizyonunu kurmak ve muhalefet etmek mi?

Darbeye zemin hazırladınız, diyorlar. Burhaniye mitinginde yaptığım konuşmada “*Seni bu ordunun muhtırası da kurtaramaz*” dedim. Muhtıra yayınlanmıştı ve ben arkadaşlarıma, “Bu muhtıra bizim aleyhimizde,  AKP’nin lehinedir” demiştim. Mitingte konuşmamda, “*Seni  bu ordunun muhtırası da
kurtaramaz. Seni koltuktan halk indirecek*” diye konuşmuştum.

Tüm konuşmalarımı kaydetmişler. Telefonla konuşmalarımı. Kızımla, annemle, eşimle… Kızdığım, küfür ettiğim anları bile kaydetmişler ve ilgisi olmadığı halde sayfa sayfa küfürleri iddianameye koydular.

İlk duruşmada söyledim, “*Bana deli gömleği giydiremezsiniz*” dedim. Özgürlük bir ruh. Benim ruhum özgür.

24 saatimiz kayıt altında burada. Banyodan çıkıyorsun, havlu sıyrılıp düşse fotoğrafınız  çıkacak. En mahrem anlarımız bile kameraya kayıtlanıyor. Kaset altındayız…

Ruhunu zaman zaman gezintiye çıkarmaktan söz ediyor. Uçağa bindiğini hayal ediyor… Uçuyor.. Denize giriyor, yüzüyor.

Bazen geçerken aynada kendimi görüyorum, “Kim bu” diye durakladığım oluyor. Kendi siluetime bakıyorum, tanıyamıyorum. Mustafa ile birlikte kalıyorduk. İkimizin birlikteliği bir enerji doğurdu. Fiziken ve siyaseten tecritte kalacaksın dediler ve uyguladılar.

Bir duruşmada anlatmıştım, fotoğraflardan renkler uçuyor. Burada hücrelerde yavaş yavaş solduruyorlar renkleri. Biz özgürlük mücadelesi veriyoruz. Ama sizin yaptığınız  çok önemli. İyi ki varsınız. Gazetecilerin yürüyüşleri, açıklamalarınız bizi yaşama bağlıyor. Sizin mücadeleniz sayesinde bu dava kamuoyuna yansıdı. İyi ki varsınız.

Tuncay Özkan üzgün, kırgın…  CHP’ye adaylığa başvurması, aday olarak gösterilmemesi moralini bozmuş. Gizlemiyor. Diyor ki:

“Biz burada siyaseten tutuluyoruz. Siyaset yapmak istiyorum, yaptırmamak için bizi burada tutuyorlar, özgürlüğümüzü engelliyorlar”

Tuncay gazetecilik yaptığı  yıllarda bazı kırgınlıklara yol açan tavırlar içinde olduğunu da anlatıyor. Bir nevi öz eleştiri yapıyor. “Biraz sert bir yöneticiydim, işini iyi yapmayan gazeteciye tahammül edemezdim” diyor, ardından ekliyor:

“*İstemeden* *haksızlık yaptığım meslektaşım varsa kendilerinden özür dilerim*”

Tuncay, tahliye olduğunda, ardından beraat ettiğinde unutamayacağı dostlar kazandığını vurguluyor. Dost diye bellediği bazı insanların da korku ve endişeyle çevresinden uzaklaşmasını da normal karşıladığını söylüyor…

Tuncay ile yaklaşık bir saat sohbet ediyoruz…

Komik ama gerçek bir cezaevi anısını  anlatıyor. Domates ve marulu amaç dışı kullanmaktan dolayı  haklarında idari soruşturma açılmış. Kantinden aldıkları  domatesi yemeğe katmışlar, daha lezzetli olsun diye yemekleri…

“Yemeğe katamazsın, salata yapacaksın” denilerek idari soruşturmaya uğramışlar.  Yoruma gerek var mı, yorumu siz yapın. Ancak içinizden yapın…

Ayrılırken ellerini tutuyoruz, arkadaşlar da hissetmişler:

- Tuncay ellerin buz gibi, diyorlar…

Tuncay’ın sevgi dolu yüreği sıcak, dostluğu da sıcak… Elleri buz gibi. Belki iyi bir doktor kontrolünden geçmesi gerekecek ama Balbay’ın söylediği sözler geliyor aklımıza:

- Burada bir muayene olduğun doktora ikinci kez gidemezsin, çünkü doktor gitmiştir…

İnanıyorum ki biz de, o da hiç unutamayacağı bir dertleşmeye, bir sohbete, bir meslek dayanışmasına imza atıyoruz.

Tuncay alkışlanıyor… Tuncay geldiği gibi ellerini sallayarak, öpücükler göndererek, elini yüreğinin üzerine koyarak veda ediyor… Hücresine dönüyor…

Az sonra Hikmet Çiçek gelecek…

*TUTUKLANDIĞIM DAVADAN CEZA İSTEMİYORLAR*

Hikmet Çiçek de geldi,,, Alkışlar arasında.

Biraz yorgun ve durağan gördüm onu. Geçtiğimiz kapalı ziyarette daha mı neşeliydi bilemem. Belki de kendisini ziyarete gelen kızından ayrıldıktan sonraki ruh halidir bu.

Ercan Sadık İpekçi kucaklıyor onu. Ellerini doluyor beline, kaldırıyor havaya… Hikmet ağabey anlatıyor:

“Kişisel durumumla ilgili fazlaca zamanınızı almak istemiyorum. Ancak şunu söyleyeyim. 326’ıncı maddeden tutuklandım, tutuklandığım maddeden ceza istemiyorlar. 2009 ekim ayından beri mahkeme başkanı her hafta tahliyemi istiyor, İkiye karşı bir reddediliyor tahliyem. Nusret Senem çok uzun süre tutuklu kaldı, mahkemeye çıkıp ifade vermeden serbest bırakıldı. Siz 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü bilen insanlarsınız. Silivri’de, Beşiktaş’ta hukuk geçerli değil. Bildiğiniz savcı, bildiğiniz hakim, polis değil farklı bir hukuku olan örgüt var karşınızda.”

“Oda TV baskını, Nedim, Ahmet bardağı taşıran damla oldu” diyor. Arkadaşlarımız şimdi kendileri ile ilgili hazırlanacak iddianamenin içeriğini merakla bekliyorlardır. Tıpkı bizim ilk günlerimiz gibi” diyor ve sürdürüyor konuşmasını:

“Bize karşı cezaevi yönetiminin tutumu iyi. Arkadaşlarımızın tek tek hücrelere atılması konusunda “Yöneticilerinizi ayrı tutacağız” dediler.
Cezaevinde F tipi kuralları uygulanıyor ama bizde tam olarak uygulanmıyor. Haftada iki kez en az 3 koğuş yan yana gelebilir deniliyor ama bizi hiç yan yana getirmiyorlar. İmralı’da uygulanan kural bize uygulanmıyor. Kurunun yanında yaş da yanar söylemine katılmıyorum. Zaman bizi haklı çıkaracaktır,
bu iddianame asılsızdır.

Biz F7’de Deniz Yıldırım ve Mehmet Demirtaş ile birlikte kalıyoruz. Kantinde zengin malzeme var. Eski cezaevleri ile kıyasladığımızda geçmişe göre daha besleyici yemek çıkıyor.

Size teşekkür ederim. İyi iş  yapıyorsunuz, burnundan kıl aldırmayanları bile bir araya getirdiniz.”

Ayrılırken tek tek el sıkışıyoruz, öpüyoruz yanaklarından…

Sırada Barış Terkoğlu var…

Barış genç bir öğretim üyesi gibi. Soğukkanlı, güleryüzlü… Gençlik heyecanını bastırarak konuşan, söylediklerini tane tane anlatan ve ileride gerçekten gazetecilik adına çok başarılı olacak bir kardeş…

Barış Terkoğlu anlatıyor:

“ Sorgusuz tutuklandım. İddianame belli değil. Bize yöneltilen suçlamaların büyük bölümü okur yorumlarından kaynaklanıyor. Biliyorsunuz Oda TV’de biz bazı  hakim ve savcıların iftar fotoğraflarını yayınlamıştık. Bizim iftar fotoğraflarını yayınladığımız savcılara verdiler sorgumuzu. “*Sen bizim
fotoğraflarımızı nasıl yayınlarsın*?” anlayışı içinde yapıldı sorgumuz.

Derin devlet çözümlenmek istemiyor? Bu ilişkiler çözümlenmek istense sorgulamalar ve yargılamalar o yönde yapılır. Özellikle o konuda adı geçenler dışarıda, sorgulanmıyor, araştırılmıyor.

Özel yetkili mahkemeler gibi, özel yetkili gazeteciler oluşturuldu. Kendilerine belli eller tarafından bilgiler ulaştırılıyor ve yanıt hakkı olmayan tutuklu gazeteciler acımasızca suçlanıyor.”

Barış kardeşimizi de alkışlarla uğurluyoruz.

*SONER ZAYIFLAMIŞ, SAKALLARI AZALTMIŞ*

Soner Yalçın geliyor. Alkışlar bu kez onun için… Sakin adımlarla yürüyor. Sakalları  azaltmış, kısa… Gözle görülür biçimde zayıflamış.

Ondan önce konuştuğumuz Hikmet Çiçek, “Neredeyse yıllarca ceza yatmış kadar alışkın cezaevine Soner”  dedi. Stres yok, gerilim yok, gelenlere moral verecek kadar rahat. Hoş  geldiniz faslından sonra Soner Yalçın konuşuyor:

“Ergenekon davalarından tutuklu yalnızca gazeteciler kalmış. Ergenekon bir tek gazetecilere kalmış. Oktay Yıldırım, Barış Pehlivan’la birlikte kalıyorum.

Cezaevi insanı gençleştiriyor, kilo verdiriyor. Terör suçundan yargıladıkları için teröristler hangi haklardan yararlanıyorsa siz de aynı haklardan yararlanıyorsunuz.  Haftada 10 saat ortak kullanım
alanlarından yararlanmanız lazım ancak bunu uygulamıyorlar. En az üç koğuşda yatanları yan yana getirmeleri gerekir ama bunu yapmıyorlar.

Ergenekon sürecini en iyi bilen beş  gazeteciden biriyim. Medya polisin kendine verdiği bilgi dışında araştırmada bulunmuyor. Tertip var, birileri delil koyuyor.  Araştırmayan, soruşturmayan, bilgilenmeyen, ilgilenmeyen bir medyanın yanı sıra suçlayan, karalayan bir muhabir takımı, özel gazeteciler var. Gazeteciler olarak yakınmakla, üzülmekle bir yere varamayız. Bunları teşhir etmenin zamanı gelmiştir. İnsanları  ihbar eden, muhbirlik yapanlar kamuoyu tarafından iyi bilinmelidir. Gerçek peşinde koşan meslektaşlarımı bu görevi yapmaya davet ediyorum.

Ben komünistim dersin, “*tamam peki yat*” derler, yatarsın. Ama öyle bir durum yok. Haber burada, haberi görmeden gelme. Veli Küçük’ü aldın. Ben bunun habercisiyim.  Devletin savcısı suç unsurunu bulmak zorunda. Faili meçhulle mücadele et. Susurluk’la mücadele et. Elbette kişisel olarak siyasi görüşüm var. Behçet Cantürk’ün öldürülmesini, faili meçhulleri yazdım.

Ben o günde, bu günde gazetecilik yaptım. Mustafa da, Tuncay da iki yılı aşkın süre içinde “suçumuz ne?” diye bağırıyorlardı. Şimdi ben bilgisayarıma konulmuş virüsle mi uğraşacağım. Siber terör uygulanıyor. 20 öncesi notlarımı tuttuğum gazetecilik ajandam var, 15-20 bin kitabım var.
Özel hayatıma ilişkin bilgiler soruluyor. Lehte hiçbir bilgi almayan ve lehte hiçbir delili kabul etmeyen mahkeme var. Delilleri inceletmiyorlar. Bizi aldılar ve attılar, böyle duruyoruz.”

Soner Yalçın’la vedalaşıyoruz…

Sakin adımlarla yürüyor. Az sonra hücresine ulaşır. Kapıdan çıkarken geriye dönüyor, elini kaldırıyor, herkesi selamlıyor. Tıpkı gözaltına alındığında elini kaldırdığı gibi. Bizlerle vedalaşıyor.

Silivri 1 Nolu L tipi cezevinde yedi gazeteci var. Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan tecrit hücrelerinde ayrı ayrı tutuluyor. Soner Yalçın, Barış Pehlivan ile birlikte kalıyor, yanlarında ki üçüncü kişi Oktay Yıldırım. Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım ile birlikte koğuş arkadaşı.

*DENİZ YILDIRIM*

Deniz Yıldırım’da sıra…  Deniz’in bir duruşmasını izlemiş, bir kez de ziyaret etmiştim. Genç, bilgili, kültürlü yaşına göre erken çok olgun tavırlar içinde bir arkadaş.  Aydınlık Dergisi Genel Yayın yönetmeniyken 9 Kasım 2009 günü sabahın erken saatlerinde gözaltına alınmıştı. Gerekçe
Başbakan Erdoğan’ın telefon konuşmalarını yayınlamaktı. Aynı suçtan birlikte yargılandığı Ufuk Akkaya uzun süre önce serbest bırakılmış, Deniz’in tutukluluğu sürüyordu.

Elindeki dosyada Aydınlık Dergisi’nin o nüshaları vardı. “Gazetecilik yaptığımız için tutuklandık” dedi. Başbakan Erdoğan’ın konuşma kaydının internet üzerinde dolaştığını, kendilerine gelen kaydın daha önce başka gazetelerin yazı işlerine de ulaştırıldığını  söylüyordu.

2011 seçimlerinde memleketi Isparta’dan Cumhuriyet Güçbirliği’nin bağımsız adayı oldu Deniz Yıldırım. Bizimle konuşmasında bu konuya hiç girmedi, destek de istemedi. Aynı durum Tuncay ve Mustafa için de geçerli.

Yıldırım’ın vurguladığı  noktalar:

“Gazetecilik yaptığım için zindana atıldım. Gazeteci olduğum için ve gerçekleri yazdığımız için burada tutuluyorum. Çünkü gerçeklerin yazılmasını ve duyurulmasını istemeyen bir iktidar var. Tayyip Erdoğan'ın eski KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'la, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a karşı kurdukları kumpası ortaya koyan "karanlık" telefon görüşmelerini yayımladık.  Ayrıca Başbakan Erdoğan'ın Remzi Gürle yaptığı, kızı Sümeyye'yi kastederek "20-25 gönder" sözlerinin yer aldığı "akçeli" telefon konuşmalarını kamuoyuna duyurdum. "Gizli kasa" Remzi Gür'e örtülü ödenekten yapılan kıyakla Abdullah Gül'ün İngiltere'de açtığı kültür merkezindeki yolsuzluğun belgelerini açıkladım. Bu nedenle tutukluyum, gazetecilik dışında bir faaliyetim yok”

Deniz Yıldırım geldiği gibi alkışlar arasında uğurlanıyor…

*BARIŞ  PEHLİVAN*

Barış Pehlivan geliyor. Barış Oda TV’de gazeteci…

Barış da alkışlanıyor. “Neden burada durduğumuzu biliyoruz, neden tutuklandığımızı biliyorum. Ama çok samimi söyleyeyim medyaya kızıyorum. Burada gazetecilik yapıyoruz, duruşma tutanaklarını okuyoruz. Gazetecilik yaparken bu konuları en fazla araştıran insanlardık ancak burada gördük ki
biz bile yeterince bilgi sahibi değiliz. Burada dijital terör, sanal terör var.”

Oda TV baskını yapılıyor, hard disklere el konuluyor. Hard Disk’in incelenmesi bağımsız bir kuruluşa yaptırılmalı. Tübitak’a güvenmiyorum. Bize yönelik dokuz ayrı dava açmış Fethullah Gülen. Davalar sürüyor.

Barış Pehlivan annesiyle gurur duyuyor. Annesinin basın özgürlüğü kongresinde yaptığı  konuşmayı anlattık. Çok mutlu oldu.

Barış Pehlivan da gelecekte iyi bir gazeteci olacak ve adından sıklıkla söz edilecek. Çünkü Silivri Fakültesi’nde master yapıyor. Gelecek günlerde onun adını da sıklıkla duyacağız… Yazacak… Okuyacak… Anlatacak…

Alkışlarla uğurluyoruz Barış Pehlivanı  da.

Bizi 2 Nolu hapishanede Nedim Şener, Ahmet Şık, Doğan Yurdakul, Sait Çakır, Coşkun Musluk ve Yalçın Küçük bekliyor… 2 Nolu Cezaevine de kayıtlarımızı yaptıracağız, göz izlerimizi vereceğiz… Adreslerimizi, cep ve ev telefon numaralarımızı, kimlik numaralarımızı kayıt altına alacaklar…

İşimizi uzun vaktimiz sınırlı ve bu arada karnımız aç. Önce ziyaretçi bölümüne gidip kantinden tost ve ayranlarımızı yiyelim… Sonra ver elini 2 Nolu Cezaevi…

YARIN: Ahmet Şık ve Nedim Şener...

 
 
Kılıçdaroğlu’ndan adaya saldırı sonrası ilk açıklama
YORUMLAR
Toplam 7 yorum var, 7 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
ahmet 14 Mayıs 2011 Cumartesi 10:04

hasan kardeşim senin gibi düşünen cok sadece bir isim veya kişiye sempatı duyduğu için hiç sevmediği bir partiye oyverenler aslında bu ülkeye ihanet ediyorlar o yüzden yeni bir secim yasasılazım 4 yıl bir baltaya sap olamamış vekillerin yerleri boşaltılmalı yerine yenileri gelmeli kökleşmiş dinasorlerın devri kapanmalı adil bir secim için

Yorumu oyla      12      5  
ahmet 14 Mayıs 2011 Cumartesi 09:59

eleştirmek acık aramak bunu marifetmiş gibi algılamak ne kadar doğru sayın balbay visyonun ne hedeflerin ne ekibin nedir bunlardan söz eden yok varsa yoksa var yansın ikdidara bu siyaset değil birbirinize gambazlamak

Yorumu oyla      12      7  
Hasan 13 Mayıs 2011 Cuma 15:38

sirf senin yüzünden CHP ye oy vermek zorunda kalacağım.

Yorumu oyla      20      7  
ali 13 Mayıs 2011 Cuma 14:13

sen çıkacaksın... karanlıklar dönecek aydınlığa

Yorumu oyla      26      7  
Emre mutlu 13 Mayıs 2011 Cuma 13:53

Tayipgil ailesi siz eleştirmekle sorumlu internet ordusumusunuz ? Nerde CHP ile ilgili haber çıksa hemen damlıyorlar aynı noktadan yönlendiriliyorlar sanki.Yazdıklarınıda kendileri de anlamıyor maksat eleştiri olsun.Eleştirirken de mantıklı eleştirin.Gelelim Balbay konusuna eğer kalemle darbe yapılmışsa herhangi bir ülke'de o zaman Balbay darbeci yok yapılmadıysa ONA DARBESİ ÇAMURUNU ATANLAR DARBECİ DEĞERLİ YORUMCULAR.13 HAZİRAN SABAHI BALBAY ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞACAK İZMİR SOKAKLARINDA DOLAŞACAK SİZDE HASETİNİZ DEN ÇATLIYACAKSINIZ.

Yorumu oyla      28      7  
bozdağlı 13 Mayıs 2011 Cuma 11:21

Balbay memleti Burdur değilde neden İzmirden aday yapıldı önemi neydi.Yalnız şu varki siyaseten veya bürokratik baascı azınlık oligarşisinin yeniden tesisi için silivridekilerin kendilerine yakınlarına yoldaşlarına soydaşlarına fazlasıyla ihtiyaç var

Yorumu oyla      12      25  
Ahmet Çiğdem 13 Mayıs 2011 Cuma 11:08

Sevgili Başkan silivri ergenekon muhabbeti sana yaramıyor. Artık anla. Balbay, Balbay dedin İzmir'den aday oldu. Sen açıkta kaldın. Başkalarının seçimleriyle ilgilenmeyi bıraksan artık. Önümüzdeki mayısta senin seçimin var. Balbay seni desteklemek için İzmir'e gelse de cemiyet seçiminde işin zor.

Yorumu oyla      14      25  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Neşterli Meksikalı hırsızlar gözaltında
İzmir'de biri kadın 4 Meksikalı, lastiğini patlatarak otomobilden indirdikleri ...
Özcan: Öğrenciler Ali Demir’in elini öpsün
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Yusuf Ziya Özcan, YGS'deki şifre iddialarının ...
İTO CHP’lilere randevu verdi
İTO, kendilerini AK Parti’ye yakın olmakla suçlayan CHP’ye randevu verdi. ...
 
‘Eşek Adası’nı Yunanlılar işgal etti’
İlk kez Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’in gündeme getirdiği ...
İstifa sorusu Demir’i gülümsetti
YGS’deki şifre iddialarıyla ilgili savcılığın soruşturma izni istediği ...
Kocaoğlu'ndan 'Urla' hatırlatması
Başkan Kocaoğlu İEKKK toplantısında Büyükşehir operasyonuyla ilgili açıklamalarda ...
 
‘Yerlerde sürüklendik işkence gördük’
İstanbul'da Grup Yorum üyelerinin de gözaltına alındığı operasyon Emniyet ...
17 tutuklamaya ilk itiraz geldi
Büyükşehir operasyonu kapsamında tutuklananların avukatları, müvekkillerinin ...
Mahkeme YGS kararını verdi: İptal yok
Ankara 7. İdare Mahkemesi, YGS'deki şifre iddiaları üzerine sınavın yürütmesinin ...
 
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Endüstriyel futbol öğütüp yutuyor!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Statlara sığmayan 23 Nisanları özledik!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
İlk Milli Bayramımız!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
CHP ne yaptı, ne yapmalı?
Hanzade ÜNUZ
Hanzade ÜNUZ
CHP'li ıstakozlar iş başında...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva